GÖRÜŞ - Fenerbahçe'nin Avrupa Şampiyonluğu Amerika'dan Görülemiyor
Fenerbahçe'nin geçtiğimiz günlerde kazandığı Avrupa basketbol şampiyonluğundan Kuzey Amerika'daki birçok kişinin haberi bile olmadı Bunun en önemli sebebi, Fenerbahçe'nin başarısının, ABD basınındaki Türkiye'yle ilgili hâkim söyleme uymuyor olması Türkiye onların iddia ettiği gibi demokratik olmayan bir tür otoriter devlet olsaydı, Fenerbahçe'nin başarısı için gereken kaynaklar mevcut olmazdı.
İSTANBUL -ADAM MCCONNEL- Fenerbahçe'nin geçtiğimiz günlerde kazandığı Avrupa basketbol şampiyonluğu -Türkiye'nin sporda ilk Avrupa şampiyonluğu olmasa da- Atlantik'in doğu kıyılarında kesinlikle dikkatlerden kaçmadı. Kuzey Amerika'daki birçok kişinin ise muhtemelen bu olaydan haberi bile olmadı. Ancak bunun tek sebebi, bu günlerde NBA ‘playoff’larının ABD'de spor gündemini tamamen bloke etmiş olması değil. Bunun en önemli sebebi, Fenerbahçe'nin başarısının, ABD basınındaki Türkiye'yle ilgili hâkim söyleme uymuyor olması. Bu şampiyonluğu, mesela bir Barselona veya Real Madrid kazanmış olsaydı, Avrupa basketbol şampiyonası Kuzey Amerika'da daha büyük bir ilgiye mazhar olurdu.
Peki bir Türk takımı olunca ne oluyor? Bir Türk takımının Avrupa şampiyonluğu haberiyle karşılaşan birçok Amerikalı bunun nasıl mümkün olabildiğini merak ederdi. Zira ABD medyasındaki haberler üzerinden değerlendirilecek olursa, Türkiye bir diktatör tarafından yönetiliyor. Fenerbahçe taraftarlarının bütün gece sokaklarda bu başarıyı kutladıktan sonra evlerine dönmekte olduğu bir sabahta dahi The New York Times (NYT) internet sitesine yine Türkiye'yle ilgili bir korku hikâyesi koydu. Aslında Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) Kasım 2002'de meclise girdiği zamandan beri NYT'nin anlatısı hep bu şekilde oldu. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şeffaf demokrat seçimlerle tekrar tekrar zaferler kazanması, bu yayın kuruluşunun duruşunu yeniden gözden geçirmeye hiç itmedi.
Fenerbahçe'nin 'parkede' kazandığı etkileyici başarıyla ilgili bir makale yerine NYT, Fethullah Gülen kültünün tövbesiz bir destekçisi olan Türk NBA oyuncusu Enes Kanter'in portresini, Türk yetkililer tarafından pasaportu iptal edilen 'bir mağdur' perspektifinden sunmayı tercih etti. Kanter'in Türkiye'deyken oynadığı takım Fenerbahçe olsa da, belli ki bu dahi NYT için Avrupa'nın en önemli basketbol kupasını kimin kaldırdığından bahsetmeye yeterli sebep teşkil etmedi. NYT belki de bu vesileyle Avrupa şampiyonasının ‘Final Four'unun İstanbul'da gerçekleştiğinden veya Euroleague'in ana sponsorunun Türk Hava Yolları (THY) olduğundan bahsetmek istemedi. NYT adına daha da kötüsü, Euroleague şampiyonluk maçı bütün dünyada canlı olarak yayınlandı. Böylece 200'den fazla ülke ve bölgedeki izleyiciler, uluslararası basının Türkiye hakkında yazıp çizdikleriyle Türk toplumunun gerçekleri arasındaki çelişkileri bizzat kendileri görmüş oldular. Tüm Türk sporseverler için gurur duyulacak bir hafta sonu oldu.
Bu yüzden, bir Türk basketbol takımının, Türk sporu adına muhteşem bir başarı kazanma yolunda, karşısına çıkan bütün rakiplerini yendiğinden, Atlantik'in kuzeybatı yakasında sadece çok az kimsenin haberdar olmasının sebebi sır değil. Bu yazdıklarımızın farkında olanlar ise, Batı basınında Türkiye hakkında okuduklarıyla bir Türk spor kulübünün başarısı arasında bulunan kopukluğa hayret edecektir.
Her şeyden önce, spor dalında büyük bir şampiyonluk elde edebilmek için sadece paradan daha fazlasına ihtiyaç vardır. En önemlisi, Avrupa standardında bir spor kulübü iyi teşkilatlanmış olmalı ve Avrupa sporunun zirvesinde mücadele verebilecek şekilde planlama yapabilmek ve takım kurabilmek için gerekli teknik bilgiye ve kaynaklara sahip olmalı. Fenerbahçe'nin, Avrupa basketbolunun en önemli şampiyonasının ‘Final Four'una arka arkaya üçüncü kez katıldığı sefer elde ettiği başarı, Türk spor kulüplerinin artık yakalamış olduğu organizasyonel yetkinliği gösteriyor. Organizasyon, tecrübe, hiyerarşik karar alma ve istikrar ile gelir. Türkiye gerçekten bir tür diktatörlük olsa, elbette bunların hiçbiri mümkün olmazdı. Ekonomik ilerleme ihtimalinin bulunmadığı veya siyaseten bir açıklık kültürünün olmadığı bir durumda, spora yatırım gibi işlerle pek kimse ilgilenmezdi.
Türkiye demokratik olmayan bir tür otoriter devlet olsaydı, Fenerbahçe'nin başarısı için gereken kaynaklar mevcut olmazdı. Fenerbahçe özel bir spor kulübü, dolayısıyla gelir kaynakları kulüp üyelerinden ve kulübün organizasyonlarından geliyor. Basketbol ve futbolun yanında Fenerbahçe, yüzmeden masa tenisine ve atletizm sporlarına kadar diğer bazı sporlara da sponsorluk yapıyor. Bu da Fenerbahçe'yi yüz milyonlarca dolarlık bir bütçeye sahip geniş bir organizasyon kılıyor. Fenerbahçe ayrıca, Avrupa spor federasyonları tarafından belirlenmiş standartlarla uyum içinde, finansal açıdan şeffaf bir yapıya sahip. Türkiye bir diktatörlük olsaydı, özel alanda bu denli bir örgütlenme hiç mümkün olur muydu? Otoriter hükümetler, kendilerine potansiyel tehdit olarak gördükleri her türlü büyük, bağımsız kurumdan nefret ederler, dolayısıyla otoriter devletlerin toplumlarında böyle büyük, bağımsız organizasyonlar kurmak genellikle mümkün değildir.
Benzer şekilde, sponsorluklar ve reklamlar, tüm Türk sporlarında olduğu gibi Fenerbahçe'nin de başarısının giderek önem kazanan bir unsuru. Sponsorluk anlaşmaları ve reklam elbette ki yatırım türleridir. Fakat bilindiği gibi, otoriter devletler, hukukun üstünlüğü zaaf içinde olduğundan ve herkes otokratların kaprislerine tabi olduğundan, yatırımcı çekmekte büyük zorluk yaşarlar.
Buna karşılık, Fenerbahçe'nin sponsor ve reklamcıları çekmede gösterdiği başarı, Türk ekonomisindeki genel bir hakikate karşılık geliyor: Batı basınında görülen bütün korku tacirliğine rağmen, Türk ekonomisine yatırım sürüyor ve Türk ekonomisi istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ediyor. 16 Nisan halk oylamasından 'evet' çıkmasıyla siyasi istikrarın devam etme ihtimali büyük ölçüde artmış olarak, Türk borsası, Mayıs 2013'ten beri yaşadığı kayıpların bir kısmını kapatmaya başladı. Türk hükümeti gerçekten diktatörce olsaydı, bunların hiçbiri mümkün olamazdı.
Son olarak değinmek istediğim gözden kaçırılan bir ayrıntı, yabancı sporcuların Türk spor sahnesinin çok göz önünde olan bir bileşenini oluşturduğu gerçeği. Türk kulüpleri uluslararası çapta üne sahip sporcuları kendilerine çekmeye devam ediyor ve ne Gülen kültünün başarısız darbe girişimi, ne aşırılıkçı teröristlerin gerçekleştirdiği saldırılar yüzünden yaşanan şiddet, ne de Türkiye aleyhinde korku yaymak üzere yurtdışında yayınlanan makaleler, bu sporcuları yarışmak için Türkiye'ye gelmekten vazgeçiriyor. Beş seneden uzun bir zamandır Avrupa bayanlar voleybolunda bir Türk monopolü söz konusu. Türk takımları artık Avrupa bayanlar basketbolunun da çok hâkim bir unsuru. Yetişkin erkekler takım sporlarında da Türk takımları artık daha istikrarlı başarılar elde etmeye başladı. Bütün bunlar, son dört yıldaki siyasi olaylara rağmen gerçekleşmekte.
Türk toplumunun daha demokratik hale geldiği ve Türk ekonomisinin genişlediği son 10 senede, Türk sporunun da kalitesi arttı. Başka bir deyişle, sporda elde edilen başarılar, siyaset ve ekonomi alanlarındaki reformların peşinden geldi. Bu gelişmeleri anlamayı reddedenler, hangi uluslararası basın kuruluşunda çalışırlarsa çalışsınlar, nefret dolu içerik üretmeye şüphesiz devam edecektir. Fakat Türkiye'deki, Türk toplumunun son 15 senede ortaya koyduğu devasa başarıları takdir edebilen çoğunluğun, gelecek hakkında olumlu hislerle dolu olmak için birçok nedeni var. Bu arada, Türk vatandaşları çok yoğun bir siyasi istikrarsızlık ve trajedi döneminin ardından gelen bu görülmemiş spor başarısının keyfini sürebilirler. Fenerbahçe'nin Amerika doğumlu pivotu Ekpe Udoh'un şampiyonluk maçından sonra basına söylediği gibi: 'Bu, Türkiye için.'
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır. 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19.,20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]
Peki bir Türk takımı olunca ne oluyor? Bir Türk takımının Avrupa şampiyonluğu haberiyle karşılaşan birçok Amerikalı bunun nasıl mümkün olabildiğini merak ederdi. Zira ABD medyasındaki haberler üzerinden değerlendirilecek olursa, Türkiye bir diktatör tarafından yönetiliyor. Fenerbahçe taraftarlarının bütün gece sokaklarda bu başarıyı kutladıktan sonra evlerine dönmekte olduğu bir sabahta dahi The New York Times (NYT) internet sitesine yine Türkiye'yle ilgili bir korku hikâyesi koydu. Aslında Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) Kasım 2002'de meclise girdiği zamandan beri NYT'nin anlatısı hep bu şekilde oldu. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şeffaf demokrat seçimlerle tekrar tekrar zaferler kazanması, bu yayın kuruluşunun duruşunu yeniden gözden geçirmeye hiç itmedi.
Fenerbahçe'nin 'parkede' kazandığı etkileyici başarıyla ilgili bir makale yerine NYT, Fethullah Gülen kültünün tövbesiz bir destekçisi olan Türk NBA oyuncusu Enes Kanter'in portresini, Türk yetkililer tarafından pasaportu iptal edilen 'bir mağdur' perspektifinden sunmayı tercih etti. Kanter'in Türkiye'deyken oynadığı takım Fenerbahçe olsa da, belli ki bu dahi NYT için Avrupa'nın en önemli basketbol kupasını kimin kaldırdığından bahsetmeye yeterli sebep teşkil etmedi. NYT belki de bu vesileyle Avrupa şampiyonasının ‘Final Four'unun İstanbul'da gerçekleştiğinden veya Euroleague'in ana sponsorunun Türk Hava Yolları (THY) olduğundan bahsetmek istemedi. NYT adına daha da kötüsü, Euroleague şampiyonluk maçı bütün dünyada canlı olarak yayınlandı. Böylece 200'den fazla ülke ve bölgedeki izleyiciler, uluslararası basının Türkiye hakkında yazıp çizdikleriyle Türk toplumunun gerçekleri arasındaki çelişkileri bizzat kendileri görmüş oldular. Tüm Türk sporseverler için gurur duyulacak bir hafta sonu oldu.
Bu yüzden, bir Türk basketbol takımının, Türk sporu adına muhteşem bir başarı kazanma yolunda, karşısına çıkan bütün rakiplerini yendiğinden, Atlantik'in kuzeybatı yakasında sadece çok az kimsenin haberdar olmasının sebebi sır değil. Bu yazdıklarımızın farkında olanlar ise, Batı basınında Türkiye hakkında okuduklarıyla bir Türk spor kulübünün başarısı arasında bulunan kopukluğa hayret edecektir.
Her şeyden önce, spor dalında büyük bir şampiyonluk elde edebilmek için sadece paradan daha fazlasına ihtiyaç vardır. En önemlisi, Avrupa standardında bir spor kulübü iyi teşkilatlanmış olmalı ve Avrupa sporunun zirvesinde mücadele verebilecek şekilde planlama yapabilmek ve takım kurabilmek için gerekli teknik bilgiye ve kaynaklara sahip olmalı. Fenerbahçe'nin, Avrupa basketbolunun en önemli şampiyonasının ‘Final Four'una arka arkaya üçüncü kez katıldığı sefer elde ettiği başarı, Türk spor kulüplerinin artık yakalamış olduğu organizasyonel yetkinliği gösteriyor. Organizasyon, tecrübe, hiyerarşik karar alma ve istikrar ile gelir. Türkiye gerçekten bir tür diktatörlük olsa, elbette bunların hiçbiri mümkün olmazdı. Ekonomik ilerleme ihtimalinin bulunmadığı veya siyaseten bir açıklık kültürünün olmadığı bir durumda, spora yatırım gibi işlerle pek kimse ilgilenmezdi.
Türkiye demokratik olmayan bir tür otoriter devlet olsaydı, Fenerbahçe'nin başarısı için gereken kaynaklar mevcut olmazdı. Fenerbahçe özel bir spor kulübü, dolayısıyla gelir kaynakları kulüp üyelerinden ve kulübün organizasyonlarından geliyor. Basketbol ve futbolun yanında Fenerbahçe, yüzmeden masa tenisine ve atletizm sporlarına kadar diğer bazı sporlara da sponsorluk yapıyor. Bu da Fenerbahçe'yi yüz milyonlarca dolarlık bir bütçeye sahip geniş bir organizasyon kılıyor. Fenerbahçe ayrıca, Avrupa spor federasyonları tarafından belirlenmiş standartlarla uyum içinde, finansal açıdan şeffaf bir yapıya sahip. Türkiye bir diktatörlük olsaydı, özel alanda bu denli bir örgütlenme hiç mümkün olur muydu? Otoriter hükümetler, kendilerine potansiyel tehdit olarak gördükleri her türlü büyük, bağımsız kurumdan nefret ederler, dolayısıyla otoriter devletlerin toplumlarında böyle büyük, bağımsız organizasyonlar kurmak genellikle mümkün değildir.
Benzer şekilde, sponsorluklar ve reklamlar, tüm Türk sporlarında olduğu gibi Fenerbahçe'nin de başarısının giderek önem kazanan bir unsuru. Sponsorluk anlaşmaları ve reklam elbette ki yatırım türleridir. Fakat bilindiği gibi, otoriter devletler, hukukun üstünlüğü zaaf içinde olduğundan ve herkes otokratların kaprislerine tabi olduğundan, yatırımcı çekmekte büyük zorluk yaşarlar.
Buna karşılık, Fenerbahçe'nin sponsor ve reklamcıları çekmede gösterdiği başarı, Türk ekonomisindeki genel bir hakikate karşılık geliyor: Batı basınında görülen bütün korku tacirliğine rağmen, Türk ekonomisine yatırım sürüyor ve Türk ekonomisi istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ediyor. 16 Nisan halk oylamasından 'evet' çıkmasıyla siyasi istikrarın devam etme ihtimali büyük ölçüde artmış olarak, Türk borsası, Mayıs 2013'ten beri yaşadığı kayıpların bir kısmını kapatmaya başladı. Türk hükümeti gerçekten diktatörce olsaydı, bunların hiçbiri mümkün olamazdı.
Son olarak değinmek istediğim gözden kaçırılan bir ayrıntı, yabancı sporcuların Türk spor sahnesinin çok göz önünde olan bir bileşenini oluşturduğu gerçeği. Türk kulüpleri uluslararası çapta üne sahip sporcuları kendilerine çekmeye devam ediyor ve ne Gülen kültünün başarısız darbe girişimi, ne aşırılıkçı teröristlerin gerçekleştirdiği saldırılar yüzünden yaşanan şiddet, ne de Türkiye aleyhinde korku yaymak üzere yurtdışında yayınlanan makaleler, bu sporcuları yarışmak için Türkiye'ye gelmekten vazgeçiriyor. Beş seneden uzun bir zamandır Avrupa bayanlar voleybolunda bir Türk monopolü söz konusu. Türk takımları artık Avrupa bayanlar basketbolunun da çok hâkim bir unsuru. Yetişkin erkekler takım sporlarında da Türk takımları artık daha istikrarlı başarılar elde etmeye başladı. Bütün bunlar, son dört yıldaki siyasi olaylara rağmen gerçekleşmekte.
Türk toplumunun daha demokratik hale geldiği ve Türk ekonomisinin genişlediği son 10 senede, Türk sporunun da kalitesi arttı. Başka bir deyişle, sporda elde edilen başarılar, siyaset ve ekonomi alanlarındaki reformların peşinden geldi. Bu gelişmeleri anlamayı reddedenler, hangi uluslararası basın kuruluşunda çalışırlarsa çalışsınlar, nefret dolu içerik üretmeye şüphesiz devam edecektir. Fakat Türkiye'deki, Türk toplumunun son 15 senede ortaya koyduğu devasa başarıları takdir edebilen çoğunluğun, gelecek hakkında olumlu hislerle dolu olmak için birçok nedeni var. Bu arada, Türk vatandaşları çok yoğun bir siyasi istikrarsızlık ve trajedi döneminin ardından gelen bu görülmemiş spor başarısının keyfini sürebilirler. Fenerbahçe'nin Amerika doğumlu pivotu Ekpe Udoh'un şampiyonluk maçından sonra basına söylediği gibi: 'Bu, Türkiye için.'
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır. 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19.,20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]
Kaynak: AA