Hakem Çağatay Şahan: Manisa Hakemliği Bir Ekoldür
Manisa bölgesi ve Spor Toto Süper Lig'de de maç yöneten hakemlerden Çağatay Şahan, Manisa hakemliğinin bir ekol olduğunu söyledi.
Futbol Federasyonu'nun yayımladığı TamSaha Dergisi'ne konuşan Çağatay Şahan, 'Manisa'da asker kökenli hakemlerle rekabete giren ve dolayısıyla hep iyi olmak zorunda bulunan hakemler vardı. Biz askeri disiplinin sosyal hayata uydurulmuş ve rahatsız edici yönlerinden arındırılmış halini yaşadık Manisa'da. Manisa hakemliği bir ekoldür. ' şeklinde konuştu.
Spor Toto Süper Lig'de bu sezon adından söz ettirmeye başlayan Manisa Bölgesi hakemi, aynı zamanda Celal Bayar Üniversitesi'nde doktora yapan akademisyen Çağatay Şahan'ın TamSaha Dergisi'ne verdiği röportajın ayrıntıları ise şöyle:
Her erkek çocuk mutlaka bir şekilde futbol oynar. Sizin de böyle bir geçmişiniz vardır değil mi?
Ailemin içinde futbol oynayan pek çok insan vardı. Babam da Almanya'da üniversite hayatını sürdürürken futbol oymamış. Yani futbol her zaman hayatımızın bir parçası olmuştu. Balıkesir'den Denizli'ye geldiğimizde ben de Denizlispor'un altyapısına girdim. O dönemde 14 yaşındaydım. Belki iyi bir futbolcu da olabilirdim. Ancak geleceğimle ilgili karar vermek için erken bir yaştaydım ve babam eğitimime ağırlık vermemin daha doğru olacağını düşünüyordu. Babamın tayini Uşak'a çıktığında Denizlispor yönetimi bana Denizli Koleji'nde eğitimimi sürdürme teklifinde bulundu ama babam izin vermedi. Uşak'a gittiğimizde Uşakspor'da futbol oynamaya devam ettim. Ancak takım genellikle veteranlığa yaklaşan oyunculardan kuruluydu ve 16 yaşında bir oyuncunun onların arasına girebilmesi kolay değildi. O sırada üniversite sınavları da yaklaşınca futbola ara verdim. Ama futbolcu olmaktan vazgeçmedim.
Üniversite sınavlarında ne yaptınız?
Babamın tayini Manisa'yı çıktı ve biz bu defa Manisa'ya yerleştik. Kafamda işletme veya turizm-otelcilik okumak vardı. Spor Akademisi aklımdan geçmiyordu. Fakat Manisa'ya gelince hayatın çehresi bir anda değişiverdi. Çünkü Manisa'da Spor Akademisi'nin ciddi bir ağırlığı vardı. Sınavlara 1 ay kala akademiye hazırlık kurslarına gitmeye başladım ama kazanamadım. O hırsla çalıştım ve ertesi yıl Akademi'ye birincilikle girdim. Bu arada babamın mesai arkadaşı Engin Kurt bana 'Seni hakem yapalım ' önerisini getirdi ve beni İzmir'deki kursa götürdü. Dönemin MHK üyeleri Hamdi Kutval ve Hasan Ceylan'ın açtığı kursa katıldım.
Futbolculuk hayallerine de o zaman mı veda ettiniz?
Hayır, o hayalim devam ediyordu. Üniversiteye başladıktan sonra Altay'a denenmeye gittim. Orada A takım veya PAF takım oyuncularıyla antrenmana çıkarak deneneceğimi zannediyordum. Fakat gördüm ki, oraya gelen oyuncuların hepsi benim gibi denenmeye gelenler. Takımı göremedim bile. O zaman dedim ki, 'Bu iş böyle olmayacak. '
Hakemliğe de bu olaydan sonra mı ağırlık verdiniz?
Engin Kurt bu arada beni sürekli arıyordu. İzmir Bölgesi hakemi olmuş ama henüz hiç bir maça çıkmamıştım. Bu arada üniversiteye kaydımı yaptırmış, hakemliğimi de Manisa'ya aldırmıştım. Aday hakemlik dönemimde bir maç verdiler. Amatör küme maçına yardımcı hakem olarak çıktım ve açıkçası çok acayip duygular yaşadım. Bir bayrak kaldırıyorsunuz ve maç duruyor. 'Bu çok zevkli bir meslek herhalde ' dedim. Sonra bir maç daha aldım, bir maç daha, bir maç daha derken baktım ki 1 yıl geçmiş.
Hakemlere 'Neden bu işi seçtiniz? ' diye mutlaka soruyorum ve 'Adaleti yerine getirme isteği, yönetme duygusunun tatmini ' gibi cevaplar alıyorum. Sizi galiba yönetme duygusunun tatmini çekmiş hakemliğe.
Galiba benim kişiliğimle de alâkalı bu. Eskiden hocalarımız bize 'Hakem olunmaz, hakem doğulur ' derdi. Sanırım ben bunu kendimde gördüm. 'Neden hakem oldun? ' sorusuna vereceğim cevap, sadece bu soru karşısında bir şeyler söylemek için konuşmak olacak. Çünkü ben hakem olduktan sonra bu işe uygun bir insan olduğunu anladım. Hakemliğin içine girip tanımaya başlayınca futbolcu olma hevesim ortadan kalktı, hakemlik hevesim arttı. Hakemlik, kişiliğime tam oturdu. Yardımcı hakemliğe devam etme veya hakemliğe geçme aşamasında da bunu içimde çok fazla hissettim ve 'Ben hakem olmalıyım ' dedim.
Neden?
Bu benim karakterimle alâkalı herhalde. İnsanın yönetici kimliğiyle alâkalı. Biraz baskın bir karakterim var benim. Son kararı vermek isterim. Bir yandan da hakemlik çok zevkli bir iş.
Dışarıdan bakıldığında bize hiç de zevkli görünmüyor ama bir çok insan bu işi ısrarla sürdürdüğüne göre gerçekten de zevkli yanları olmalı. Nedir bu zevkli yanlar, öğrenebilir miyiz?
Bir trafik polisi de bir düdükle 10-15 aracı durdurabiliyor. Ama siz bir düdüğünüzle 40 bin kişiyi ayağa kaldırabiliyorsunuz. Bunu, hakemin nasıl ciddi bir sorumluluk yüklendiğini vurgulamak için anlatıyorum. Benim de sorumluluktan hiç kaçmayan bir yapım var. Bu da hakemlik için önemli bir şey. Sorumluluk alıyor ve öncelikle kendinize güveniyorsunuz. Size güvenen insanları da mahcup etmemek zorundasınız. Öncelikle adalet dağıtıyorsak, hak yemeyeceksek ve verdiğimiz kararlar sonucunda biri kazanacak, birisi kaybedecekse, bu müthiş bir sınırdır. İşte hakem bu sınırda yaşar her zaman. Adalet terazisinin kefesini sürekli dengede tutmak zorundadır. Bana göre muazzam bir meslek hakemlik.
Bu anlamda başka hangi mesleğe benzetilebilir?
Hakemliği hâkimliğe benzetirler ama bence yapılan görev birbirinin aynısı değildir. Hâkim önüne gelen bir vaka hakkında uzun süre düşünme, o konuyu araştırma şansına sahiptir. Üstelik bazen olayın üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hâlâ bir karar verilemediğini de görüyoruz. Hakem ise anında karar veren adamdır. Üstelik verdiğiniz karar bazen yanlış da olabilir ama siz doğru yaptığınıza inandığınız için o kararın arkasında durursunuz. Öyle bir beden dili oluşturuyorsunuz ki, sizin için o karar doğrudur ve başka da bir doğru yoktur. İşte tüm bu saydıklarım benim karakterimle örtüşüyor. Tabii bunu yıllar geçtikçe anlıyorum. Ben eski bir hakemim. 17 yaşında hakemliğe başladım, 16 yıldır da bu işi yapıyorum. Hakemlikle beraber büyüdüm. Beni ailem kadar hakemlik büyüttü, yetiştirdi, olgunlaştırdı. Manisa hakemliği de büyük bir şans, bunu da mutlaka vurgulamam gerekiyor.
Neden?
Hakemlik doğal eğitimin olduğu, insanları süreç içinde yetiştiren bir camia. Manisa da bunu çok iyi yapıyor. Manisa'da üst düzey hakemler çok fazla. Rahmetli Halil Erdoğan'dan başlar. Ertuğrul Dilek de Manisa kökenlidir. Arkasından Necmi Temizel gelir ki bayrak halen ondadır. İbrahim Aksoy, Esat Eriş, yardımcı hakemlerden Akif Uğurdur Manisa hakemliğini ayakta tutan yapıtaşlarıdır. İnsanları gerçekten çok iyi yetiştiriyorlar. Manisa'nın bir başka özelliği daha var.
Nedir o özellik?
Bir dönem hakemler ağırlıklı olarak asker kökenliydi. Ancak Manisa'da böyle olmadı. Manisa'da asker kökenli hakemlerle rekabete giren ve dolayısıyla hep iyi olmak zorunda bulunan hakemler vardı. Biz askeri disiplinin sosyal hayata uydurulmuş ve rahatsız edici yönlerinden arındırılmış halini yaşadık Manisa'da. Manisa hakemliği bir ekol oldu ve her tarafta da konuşuluyor. Biz de bu ekolü sürdürmekte kararlıyız.
Hakemliğin tıpkı aile gibi insanı eğittiğinden söz ettiniz. Bu eğitim size neler kattı peki?
Ben üniversitede akademisyenim, doktoramı yapıyorum ve bunun arkasında da hakemlik var. Hakemlik bir kere size hedef koymayı ve bu hedeflere ulaşma yollarını öğretiyor. 'Nasıl öğretiyor? ' derseniz bunu tanımlayamam. Çünkü bu bir süreç ve ancak yaşamak gerekiyor. Bir kere inanılmaz sabırlı olmayı öğretiyor hakemlik. Sabır o kadar önemli bir şey ki. Üniversite 1. sınıfta kendime hakemlikle ilgili bir hedef koyduğumda, üniversitede kalmayı da hedeflerimden biri olarak belirlemiştim. Ona göre yaşadım, ona göre çalıştım. Sınıf arkadaşlarıma da aynı şeyleri önerdim ama dinlemediler. Daha sonra ben kariyerimi oturtmaya başladığımda, 'Çağatay doğru söylüyormuş ' demeye başladılar.
Tüm bunları hakemliğe borçlusunuz yani.
Ailemi yok sayamam tabii ama hakemliğe borçluyum. Hakemlik beni öğrencilik dönemimde iş hayatına soktu. Hiyerarşik düzen hakemlik sayesinde oturdu bende. Mesela deplasmanlara gideriz ve harcamayı en kıdemsiz hakem yapar. En sonunda 'Şu kadar harcadım ' der ve hesap dörde bölünerek ödenir. Kimse ona hesap sormaz, çünkü güvenir. Bunlar eğitim sürecinin parçalarıdır. Bazen yanlış sayılabilecek hareketler olur ama onlar daha oluşumunun başında görülerek kendi içinde düzeltilir. İşte bunun için hakem camiasında çok düzgün, kişilikli ve karakterli insanlar yetişiyor.
16 yıllık hakemsiniz ancak Süper Lig'de yeni maç almaya başladınız. Bu uzun süreçte hiç kızdığınız, küstüğünüz dönemler olmadı mı?
Hakemliğimin 16 yılında hiç üzülmedim dersem yalan olmaz. Yükselememekten, bir yerlere gelememekten dolayı bir üzüntüm hiç olmadı. Bir günden bir güne müsabaka alma anlamında bir yöneticimle iletişime girmedim. Sadece hakemliğimi yapmak istedim ve bu yolla mutlaka bir gün fark edilebileceğimi düşündüm. Emin olun, hakem olamasaydım da üzülmeyecektim. Çünkü hakemlik mesleği benim kişiliğime tam oturan bir meslek. Ve alt liglerde kalarak kısa vadede kaybetsem bile uzun vadede kazandığıma inandım. Bank Asya 1. Lig'de ve Türkiye Kupası'nda 80'in üzerinde maç yönetmek benim için büyük bir avantaj.
Bu doğru bir düşünce bence. Çünkü MHK da hakemlerin alt liglerde pişerek gelmesine büyük önem veriyor.
Kesinlikle öyle. Kısa vadede Süper Lig'e çıkan arkadaşlarım da mutlaka çok yetenekli oldukları için bu noktalara geliyor fakat tecrübeyi herkesin önünde yaşıyorlar. Göz önünde oldukları için yaptıkları hatalar her zaman hatırlanıyor. Ama ben o hataları alt liglerde yaptım ve dolayısıyla bu hatalar fazla gündeme gelmedi.
Yola beraber çıktığınız pek çok hakemin arasından sıyrılıp 16 yılın sonunda bu düzeye gelmenizi sağlayan özellikleriniz nelerdi?
Bir kere üniversitede BESYO öğrencisi olmam, yaşımın genç olması, Manisa'daki emsallerime göre fiziki üstünlüğümün bulunması önemli avantajlardı. Boylu poslu olmak ilk izlenim için çok önemli. Çünkü böyle birisini gördüğünüzde, 'Bundan hakem olur ' dersiniz. Ama tabii daha sonra sahada ne yapacağı önemlidir. Daha sonra öğrenciliğim esnasında hafta içi-hafta sonu ayırmadan maçlara gittim. Haftada ortalama 5 maç yönetirdim. Hakem olduğum için takım elbise giymek zorunda kalırdım ve okula da öyle giderdim. İnsanlar beni Çağatay Şahan olarak değil de 'hakem ' olarak tanırdı bu yüzden. Klasmana çıktığım dönemde yardımcı hakemlik kadrosu yoktu. B ve C Klasman hakemler Süper Lig'de yardımcı hakemlik yapardı. Ben de o dönemde fiziki üstünlüğümle fark oluşturuyordum. Çok seri olduğum için iyi de yardımcı hakemlik yapıyordum. Klasmana çıktığım ilk sezonda Süper Lig'de yardımcı hakemlik yapmaya başladım. İbrahim Aksoy'un yardımcı hakemliğini yapıyordum. Metin Tokat ve şimdi mentörlüğümü yapan Ünsal Çimen döneminde hakemlik yaptım. Her biriyle yaşadığım, paylaştığım bir şeyler var ve bunların hepsi birer tecrübe.
Örnek aldığınız hakemler var mıydı?
Ben farklı hakemlerin değişik özelliklerini almaya çalışıyorum. Hakemlik öyle profesyonelce yapılan bir iş ki, bazen bir il hakeminin bir özelliğini beğenip kendinize örnek alabiliyorsunuz. Ünlü isimlerden örnek vermek gerekirse İbrahim Aksoy abinin karizması ve soğukkanlı duruşu beni etkilemiştir. Erol Ersoy'un koşu stilini uygulamaya çalışırım. Ünsal Çimen abi beraber çıktığımız maçların ardından istatisyen hakemlerle konuşur ve 'Verdiğim kararlarla ilgili istatistikleri bana verir misiniz? ' derdi. Analize büyük önem verirdi. Bu da benim çok hoşuma gitmişti. Serdar Tatlı'nın o sert mizacını arada uygulama çalışırım.
Bu sert hakem - gülerek maç yöneten hakem ayrımı da dikkat çekici. Siz kendinizi hangi kategoriye soruyorsunuz?
İşte bu da bir tecrübe. Bunu alt liglerde hep uyguladım. Bazen sert mizaçla, bazen de gülerek maç yönettim. Ama ikisinin de olmadığını gördüm. Bazı hakem soyunma odalarında eski abilerimizin bir sözü asılıdır. Orada hakemin bir elinin demir pençe, diğerinin kadife eldiven olduğu yazılıdır. Yani hakem gerektiği zaman demir pençeyi vurmasını, gerektiği zaman da kadife eldivenle okşamasını bilecek. Hakemlik böyle bir şey. Beden dili gerçekten önemli bir faktör. Ne hissettiğinizi karşınızdakine samimi bir şekilde yansıtmanız gerekiyor. Soğuk durmak, ne olduğunu ortaya koymadan kararını verip çekilmek bir anlam ifade etmiyor. Önemli olan karşınızdakini samimi olduğunuza inandırmak.
Süper Lig'de ilk maçınıza geçen sezonun sonunda çıktınız. Bu sezon ise sizi ilk kez Mersin İdman Yurdu - Ankaragücü karşılaşmasını yönetirken izledik. Ancak o maç Ankaragücü'nün durumu nedeniyle İddaa'dan çıkartılmış ve neredeyse önemini tamamen yitirmiş görünüyordu. Fakat öyle olmadı ve umulanın ötesinde bir çekişme çıktı ortaya. Sizin açınızdan nasıl geçti bu müsabaka?
O maçı alana kadar Bank Asya'da 80 küsur maç yönetmiştim ve aralarında derbiler de vardı. Ama Süper Lig'de maça çıkmak bambaşka bir şey. O maçın İddaa'dan çıkartılmış olması da benin açımdan hiç önemli değildi. Çünkü hedeflerim açısından çok önemli bir adımdı. Diğer yandan çok sevdiğim bir söz var, telefonumda bile kayıtlı. 'Allah nasip etmeyeceği şeyi hayal ettirmez ' demiş Hazreti Osman. Gerçekten de ne kadar çok hayal ederseniz, o kadarına ulaşıyorsunuz. Mersin İdman Yurdu - Ankaragücü maçına da insanlar '4-0, 5-0 biter ' diye bakıyordu. Benim o müsabakaya verilme nedenim de maçın rahat geçeceği, hakemi çok fazla zorlamayacağı düşüncesiydi belki. Ama kora kor, dişe diş, iki takımın da istediği bir müsabaka çıktı ortaya. Ve insanlar şunu gördü, 'Çağatay kora kor bir müsabakayı yönetebilecek bir hakem. ' Bunun sonucunda da 'Çağatay'a daha fazla şans verebiliriz ' düşüncesi doğdu. O maç beklendiği gibi geçseydi benim yönetimim de ön plana çıkmayacaktı. Sonrasında Karşıyaka-Göztepe derbisinin bana verilmesi de kariyerim açısından önemliydi.
Akademisyensiniz ve Celal Bayar Üniversitesi'nde doktora yapıyorsunuz. O cephede de yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz. Bu durum hakemliğinizi nasıl etkiliyor?
İtiraf etmek gerekirse zorlanıyorum. Ama okuldaki danışmanım Prof. Dr. Niyazi Eniseler muazzam bir insan ve futbolun içinden birisi olduğu için açıklarımı çok güzel kapatabiliyor. Ona da çok şey borçluyum.
Doktoranız bittikten sonra akademik hayatınızı sürdürecek misiniz?
Elbette. Doktoram bittikten sonra öğretim üyesi kadrosuna geçeceğim. Profesörlüğe kadar giden bir süreç bu ve benim planlarım arasında profesörlük unvanını almak da var. Ancak hakemliğin hayatımdaki ağırlığı o yöndeki etkinliğimi biraz azaltıyor. Çünkü hakemlik gerçekten çok yoğun bir mesai istiyor. Beş gün antrenman yapıyorsunuz, her gün 3-4 müsabaka izliyorsunuz, kendi maçlarınızın analizini yapıyorsunuz, bu dönemde hafta içi-hafta sonu sürekli maçlara gidiyorsunuz. Bu dönem üniversiteye vakit ayırmakta biraz zorlansam bile o hedefime de ulaşacağım inşallah.
BESYO mezunu olmanızın ve bu konuda akademik kariyer yapmanızın da hakemliğinizin üzerinde olumlu katkıları olmalı değil mi?
Olmaz olur mu? Bir kere ben Futbol Antrenörlüğü Bölümü'ndeyim. Üniversitemiz futbol branşında ülkenin ilk üç üniversitesinden biridir. Gittiğim her kulüpte yetiştirdiğim öğrencilerimi görüyorum. Bu bana hem haz veriyor hem de avantaj sağlıyor. Çünkü beni tanıyan insanlar, nasıl biri olduğumu, nasıl bir kişiliğe sahip olduğumu çok iyi biliyor. Bu güven duygusu saha içinde bana da olumlu yansıyor. Bir yandan da üniversitede antrenör yetiştiriyorum ve dolayısıyla benim de antrenörlük yapmam gerekiyor. Yetiştirdiğim çocuğun atmosferini yaşamazsam onlara bir şey öğretemem çünkü. Bu nedenle üniversitenin takımlarını ben çalıştırıyorum. Takımdaki öğrenciler arasında Süper Lig'de oynamış oyuncular bile olabiliyor. Üniversite Sporları Federasyonu'na bağlı bir ligimiz var.
Bu ilginç bir durum. Masanın karşı tarafına geçiyorsunuz ve karar veren değil, verilen kararlardan etkilenen kişi konumuna geliyorsunuz. Bu da empati açısından hakemliğinize katkı yapıyordur herhalde.
Kesinlikle yapıyor. Özellikle dördüncü hakem olarak gittiğim müsabakalarda teknik direktör itirazlarıyla ilgili problemleri çok kolaylıkla çözebiliyorum. Teknik adam hakemin verdiği kararın doğru mu yanlış mı olduğundan ziyade, lehine mi aleyhine mi olduğuna bakıyor. Hakem haklı bile olsa karar aleyhineyse teknik adam tepki gösterebiliyor. Çünkü gerçekten de ciddi emekler ve büyük yatırımlar var işin içinde. Teknik adamların da hedefleri var ama bir kaç kötü sonucun ardından görevden alınabiliyor, işsiz kalabiliyorlar. Bunları anlayabilmek çok önemli. Bazen fevri tepkiler verdikleri oluyor ama ben samimiyetle, 'Hocam sizi anlıyorum ' dediğimde onlar da bana anlayış gösteriyor.
Burada dikkatimi çeken bir nokta var. 'Teknik direktör kararın haklı veya haksız olduğuna değil, lehine mi aleyhine mi olduğuna bakar ' diyorsunuz ya... Siz de antrenörlük yaparken böyle mi davranıyorsunuz?
Teknik direktörlük yaparken hakem gözüyle bakamazsınız zaten. Eğer öyle bakarsanız teknik direktörlük yapamazsınız. İki bakış açısı arasında ciddi fark var. Hakem kurar ihlallerine odaklanır, oyuncuların nasıl oynadığına değil. Hakem oyuncunun kademe hatasıyla ilgilenmez. Ama teknik direktör olduğunuzda odaklandığınız şeyler değişir. Maçı hakem gözüyle izleyemez, pozisyonlara hakem gözüyle bakamazsınız. Dolayısıyla teknik direktör kendi işine bakarken pozisyonların hakemlikle ilgili yönlerini göremeyebilir. Bu da çok normaldir. İşte bu nedenle teknik adamlar tepkilerini 'lehte mi aleyhte mi ' bakış açısıyla gösterir. Kararın doğru mu yanlış mı olduğunun büyük ölçüde farkında olamaz.
Hakemlik hayatınızda yaşadığınız ilginç hatıralar vardır mutlaka...
Hiç beklemediğim bir anda gelen Çaykur Rizespor - Elazığspor Yükselme Grubu maçını unutamam. İbrahim Aksoy'un yardımcı hakemi olarak gitmiştim maça ve benim ilk canlı yayın tecrübemdi. O müsabakanın canlı yayınlanacağını sahada kamerayı karşımda gördüğümde anladım. İlk 20 dakika boyunca heyecandan zangır zangır dizlerim titredi. Devrenin nasıl geldiğini anlaşamadım. Soyunma odasında İbrahim abi bana, 'Aferin Çağatay, çok iyi gidiyorsun ' dedi ama tabii ben ona dizlerimin titrediğini söyleyemedim. Fakat şans yanımdaydı ve maçı bir sıkıntı yaşamadan tamamladım.
Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?
Bir uğurum yok. Dua eder, son kez aynaya bakıp kendime çekidüzen verir ve sahaya çıkarım. Ama tebligatı aldıktan sonra maç gününe kadar müsabakayı yaşamaya başlarım. Müsabakayı aldıktan sonra, antrenmanlarımı buna göre şekillendiririm. Mentörüm Ünsal Çimen'le buluşur, konuşurum. O da benim için ayrı bir motivasyon kaynağı olur. Maça kadar sosyal faaliyetlerime ara veririm. Çok fazla maç izlerim ve inanılmaz motive olurum. Maç izlerken kendimi hakemin yerine koyarak karar veririm ve bu da motivasyonumu üst düzeye çıkartır. Maç günü memorandumum kısa sürer ama onun öncesinde ekip arkadaşlarımla her gün konuşurum. Söyleyeceklerimi üç güne yaymamın daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Sizin gibi genç hakemler Süper Lig'de yeniden şans bulmaya başladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesela Özgür Yankaya bir derbi maç yönetti ve çok da başarılı oldu. Bizim gibi genç hakemlerin artması ligi de rahatlatıyor. Sürekli aynı hakemlerin maç yönetmesi yıpranmalara da yol açıyor. Tabii genç hakemler olarak ayrı bir sorumluluk üstleniyoruz. Bizler iyi olmalıyız ki, arkamızdan gelen hakemler de şans bulabilsin. Bence şu anda Özgür Yankaya ve Serkan Çınar bu sorumluluğu gayet güzel yerine getiriyor. Mete Kalkavan, İlker Coşkun ve ben de yüklendiğimiz misyonun gereklerini en iyi biçimde yerine getirmeye çabalıyoruz.
Futbolun dışındaki hayatınızda neler var?
Ben profesyonel müzisyenim. Piyano ve org çalıyorum. Uşak'ta lise dönemimde bir orkestradaydım. Yerel konserler verirdik. Manisa'ya geldikten sonra bu işi kendim yapmaya başladım. Devasa ses sistemlerim vardı. Org çalıp şarkı söyleyerek para kazandım. İnsanları eğlendirmeyi ve coşturmayı biliyordum. Şimdi sadece evimde kendime çalıyorum. Daha çok piyanoya ağırlık verdim. İnsanı inanılmaz biçimde deşarj ediyor. Bir de zıpkınla serbest dalış yapıyorum. Suyun üzerinde şnorkelle gezmek çok keyifli. Arada bir birkaç balık vurup ızgarada pişirip yemek de büyük keyif veriyor.
Spor Toto Süper Lig'de bu sezon adından söz ettirmeye başlayan Manisa Bölgesi hakemi, aynı zamanda Celal Bayar Üniversitesi'nde doktora yapan akademisyen Çağatay Şahan'ın TamSaha Dergisi'ne verdiği röportajın ayrıntıları ise şöyle:
Her erkek çocuk mutlaka bir şekilde futbol oynar. Sizin de böyle bir geçmişiniz vardır değil mi?
Ailemin içinde futbol oynayan pek çok insan vardı. Babam da Almanya'da üniversite hayatını sürdürürken futbol oymamış. Yani futbol her zaman hayatımızın bir parçası olmuştu. Balıkesir'den Denizli'ye geldiğimizde ben de Denizlispor'un altyapısına girdim. O dönemde 14 yaşındaydım. Belki iyi bir futbolcu da olabilirdim. Ancak geleceğimle ilgili karar vermek için erken bir yaştaydım ve babam eğitimime ağırlık vermemin daha doğru olacağını düşünüyordu. Babamın tayini Uşak'a çıktığında Denizlispor yönetimi bana Denizli Koleji'nde eğitimimi sürdürme teklifinde bulundu ama babam izin vermedi. Uşak'a gittiğimizde Uşakspor'da futbol oynamaya devam ettim. Ancak takım genellikle veteranlığa yaklaşan oyunculardan kuruluydu ve 16 yaşında bir oyuncunun onların arasına girebilmesi kolay değildi. O sırada üniversite sınavları da yaklaşınca futbola ara verdim. Ama futbolcu olmaktan vazgeçmedim.
Üniversite sınavlarında ne yaptınız?
Babamın tayini Manisa'yı çıktı ve biz bu defa Manisa'ya yerleştik. Kafamda işletme veya turizm-otelcilik okumak vardı. Spor Akademisi aklımdan geçmiyordu. Fakat Manisa'ya gelince hayatın çehresi bir anda değişiverdi. Çünkü Manisa'da Spor Akademisi'nin ciddi bir ağırlığı vardı. Sınavlara 1 ay kala akademiye hazırlık kurslarına gitmeye başladım ama kazanamadım. O hırsla çalıştım ve ertesi yıl Akademi'ye birincilikle girdim. Bu arada babamın mesai arkadaşı Engin Kurt bana 'Seni hakem yapalım ' önerisini getirdi ve beni İzmir'deki kursa götürdü. Dönemin MHK üyeleri Hamdi Kutval ve Hasan Ceylan'ın açtığı kursa katıldım.
Futbolculuk hayallerine de o zaman mı veda ettiniz?
Hayır, o hayalim devam ediyordu. Üniversiteye başladıktan sonra Altay'a denenmeye gittim. Orada A takım veya PAF takım oyuncularıyla antrenmana çıkarak deneneceğimi zannediyordum. Fakat gördüm ki, oraya gelen oyuncuların hepsi benim gibi denenmeye gelenler. Takımı göremedim bile. O zaman dedim ki, 'Bu iş böyle olmayacak. '
Hakemliğe de bu olaydan sonra mı ağırlık verdiniz?
Engin Kurt bu arada beni sürekli arıyordu. İzmir Bölgesi hakemi olmuş ama henüz hiç bir maça çıkmamıştım. Bu arada üniversiteye kaydımı yaptırmış, hakemliğimi de Manisa'ya aldırmıştım. Aday hakemlik dönemimde bir maç verdiler. Amatör küme maçına yardımcı hakem olarak çıktım ve açıkçası çok acayip duygular yaşadım. Bir bayrak kaldırıyorsunuz ve maç duruyor. 'Bu çok zevkli bir meslek herhalde ' dedim. Sonra bir maç daha aldım, bir maç daha, bir maç daha derken baktım ki 1 yıl geçmiş.
Hakemlere 'Neden bu işi seçtiniz? ' diye mutlaka soruyorum ve 'Adaleti yerine getirme isteği, yönetme duygusunun tatmini ' gibi cevaplar alıyorum. Sizi galiba yönetme duygusunun tatmini çekmiş hakemliğe.
Galiba benim kişiliğimle de alâkalı bu. Eskiden hocalarımız bize 'Hakem olunmaz, hakem doğulur ' derdi. Sanırım ben bunu kendimde gördüm. 'Neden hakem oldun? ' sorusuna vereceğim cevap, sadece bu soru karşısında bir şeyler söylemek için konuşmak olacak. Çünkü ben hakem olduktan sonra bu işe uygun bir insan olduğunu anladım. Hakemliğin içine girip tanımaya başlayınca futbolcu olma hevesim ortadan kalktı, hakemlik hevesim arttı. Hakemlik, kişiliğime tam oturdu. Yardımcı hakemliğe devam etme veya hakemliğe geçme aşamasında da bunu içimde çok fazla hissettim ve 'Ben hakem olmalıyım ' dedim.
Neden?
Bu benim karakterimle alâkalı herhalde. İnsanın yönetici kimliğiyle alâkalı. Biraz baskın bir karakterim var benim. Son kararı vermek isterim. Bir yandan da hakemlik çok zevkli bir iş.
Dışarıdan bakıldığında bize hiç de zevkli görünmüyor ama bir çok insan bu işi ısrarla sürdürdüğüne göre gerçekten de zevkli yanları olmalı. Nedir bu zevkli yanlar, öğrenebilir miyiz?
Bir trafik polisi de bir düdükle 10-15 aracı durdurabiliyor. Ama siz bir düdüğünüzle 40 bin kişiyi ayağa kaldırabiliyorsunuz. Bunu, hakemin nasıl ciddi bir sorumluluk yüklendiğini vurgulamak için anlatıyorum. Benim de sorumluluktan hiç kaçmayan bir yapım var. Bu da hakemlik için önemli bir şey. Sorumluluk alıyor ve öncelikle kendinize güveniyorsunuz. Size güvenen insanları da mahcup etmemek zorundasınız. Öncelikle adalet dağıtıyorsak, hak yemeyeceksek ve verdiğimiz kararlar sonucunda biri kazanacak, birisi kaybedecekse, bu müthiş bir sınırdır. İşte hakem bu sınırda yaşar her zaman. Adalet terazisinin kefesini sürekli dengede tutmak zorundadır. Bana göre muazzam bir meslek hakemlik.
Bu anlamda başka hangi mesleğe benzetilebilir?
Hakemliği hâkimliğe benzetirler ama bence yapılan görev birbirinin aynısı değildir. Hâkim önüne gelen bir vaka hakkında uzun süre düşünme, o konuyu araştırma şansına sahiptir. Üstelik bazen olayın üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hâlâ bir karar verilemediğini de görüyoruz. Hakem ise anında karar veren adamdır. Üstelik verdiğiniz karar bazen yanlış da olabilir ama siz doğru yaptığınıza inandığınız için o kararın arkasında durursunuz. Öyle bir beden dili oluşturuyorsunuz ki, sizin için o karar doğrudur ve başka da bir doğru yoktur. İşte tüm bu saydıklarım benim karakterimle örtüşüyor. Tabii bunu yıllar geçtikçe anlıyorum. Ben eski bir hakemim. 17 yaşında hakemliğe başladım, 16 yıldır da bu işi yapıyorum. Hakemlikle beraber büyüdüm. Beni ailem kadar hakemlik büyüttü, yetiştirdi, olgunlaştırdı. Manisa hakemliği de büyük bir şans, bunu da mutlaka vurgulamam gerekiyor.
Neden?
Hakemlik doğal eğitimin olduğu, insanları süreç içinde yetiştiren bir camia. Manisa da bunu çok iyi yapıyor. Manisa'da üst düzey hakemler çok fazla. Rahmetli Halil Erdoğan'dan başlar. Ertuğrul Dilek de Manisa kökenlidir. Arkasından Necmi Temizel gelir ki bayrak halen ondadır. İbrahim Aksoy, Esat Eriş, yardımcı hakemlerden Akif Uğurdur Manisa hakemliğini ayakta tutan yapıtaşlarıdır. İnsanları gerçekten çok iyi yetiştiriyorlar. Manisa'nın bir başka özelliği daha var.
Nedir o özellik?
Bir dönem hakemler ağırlıklı olarak asker kökenliydi. Ancak Manisa'da böyle olmadı. Manisa'da asker kökenli hakemlerle rekabete giren ve dolayısıyla hep iyi olmak zorunda bulunan hakemler vardı. Biz askeri disiplinin sosyal hayata uydurulmuş ve rahatsız edici yönlerinden arındırılmış halini yaşadık Manisa'da. Manisa hakemliği bir ekol oldu ve her tarafta da konuşuluyor. Biz de bu ekolü sürdürmekte kararlıyız.
Hakemliğin tıpkı aile gibi insanı eğittiğinden söz ettiniz. Bu eğitim size neler kattı peki?
Ben üniversitede akademisyenim, doktoramı yapıyorum ve bunun arkasında da hakemlik var. Hakemlik bir kere size hedef koymayı ve bu hedeflere ulaşma yollarını öğretiyor. 'Nasıl öğretiyor? ' derseniz bunu tanımlayamam. Çünkü bu bir süreç ve ancak yaşamak gerekiyor. Bir kere inanılmaz sabırlı olmayı öğretiyor hakemlik. Sabır o kadar önemli bir şey ki. Üniversite 1. sınıfta kendime hakemlikle ilgili bir hedef koyduğumda, üniversitede kalmayı da hedeflerimden biri olarak belirlemiştim. Ona göre yaşadım, ona göre çalıştım. Sınıf arkadaşlarıma da aynı şeyleri önerdim ama dinlemediler. Daha sonra ben kariyerimi oturtmaya başladığımda, 'Çağatay doğru söylüyormuş ' demeye başladılar.
Tüm bunları hakemliğe borçlusunuz yani.
Ailemi yok sayamam tabii ama hakemliğe borçluyum. Hakemlik beni öğrencilik dönemimde iş hayatına soktu. Hiyerarşik düzen hakemlik sayesinde oturdu bende. Mesela deplasmanlara gideriz ve harcamayı en kıdemsiz hakem yapar. En sonunda 'Şu kadar harcadım ' der ve hesap dörde bölünerek ödenir. Kimse ona hesap sormaz, çünkü güvenir. Bunlar eğitim sürecinin parçalarıdır. Bazen yanlış sayılabilecek hareketler olur ama onlar daha oluşumunun başında görülerek kendi içinde düzeltilir. İşte bunun için hakem camiasında çok düzgün, kişilikli ve karakterli insanlar yetişiyor.
16 yıllık hakemsiniz ancak Süper Lig'de yeni maç almaya başladınız. Bu uzun süreçte hiç kızdığınız, küstüğünüz dönemler olmadı mı?
Hakemliğimin 16 yılında hiç üzülmedim dersem yalan olmaz. Yükselememekten, bir yerlere gelememekten dolayı bir üzüntüm hiç olmadı. Bir günden bir güne müsabaka alma anlamında bir yöneticimle iletişime girmedim. Sadece hakemliğimi yapmak istedim ve bu yolla mutlaka bir gün fark edilebileceğimi düşündüm. Emin olun, hakem olamasaydım da üzülmeyecektim. Çünkü hakemlik mesleği benim kişiliğime tam oturan bir meslek. Ve alt liglerde kalarak kısa vadede kaybetsem bile uzun vadede kazandığıma inandım. Bank Asya 1. Lig'de ve Türkiye Kupası'nda 80'in üzerinde maç yönetmek benim için büyük bir avantaj.
Bu doğru bir düşünce bence. Çünkü MHK da hakemlerin alt liglerde pişerek gelmesine büyük önem veriyor.
Kesinlikle öyle. Kısa vadede Süper Lig'e çıkan arkadaşlarım da mutlaka çok yetenekli oldukları için bu noktalara geliyor fakat tecrübeyi herkesin önünde yaşıyorlar. Göz önünde oldukları için yaptıkları hatalar her zaman hatırlanıyor. Ama ben o hataları alt liglerde yaptım ve dolayısıyla bu hatalar fazla gündeme gelmedi.
Yola beraber çıktığınız pek çok hakemin arasından sıyrılıp 16 yılın sonunda bu düzeye gelmenizi sağlayan özellikleriniz nelerdi?
Bir kere üniversitede BESYO öğrencisi olmam, yaşımın genç olması, Manisa'daki emsallerime göre fiziki üstünlüğümün bulunması önemli avantajlardı. Boylu poslu olmak ilk izlenim için çok önemli. Çünkü böyle birisini gördüğünüzde, 'Bundan hakem olur ' dersiniz. Ama tabii daha sonra sahada ne yapacağı önemlidir. Daha sonra öğrenciliğim esnasında hafta içi-hafta sonu ayırmadan maçlara gittim. Haftada ortalama 5 maç yönetirdim. Hakem olduğum için takım elbise giymek zorunda kalırdım ve okula da öyle giderdim. İnsanlar beni Çağatay Şahan olarak değil de 'hakem ' olarak tanırdı bu yüzden. Klasmana çıktığım dönemde yardımcı hakemlik kadrosu yoktu. B ve C Klasman hakemler Süper Lig'de yardımcı hakemlik yapardı. Ben de o dönemde fiziki üstünlüğümle fark oluşturuyordum. Çok seri olduğum için iyi de yardımcı hakemlik yapıyordum. Klasmana çıktığım ilk sezonda Süper Lig'de yardımcı hakemlik yapmaya başladım. İbrahim Aksoy'un yardımcı hakemliğini yapıyordum. Metin Tokat ve şimdi mentörlüğümü yapan Ünsal Çimen döneminde hakemlik yaptım. Her biriyle yaşadığım, paylaştığım bir şeyler var ve bunların hepsi birer tecrübe.
Örnek aldığınız hakemler var mıydı?
Ben farklı hakemlerin değişik özelliklerini almaya çalışıyorum. Hakemlik öyle profesyonelce yapılan bir iş ki, bazen bir il hakeminin bir özelliğini beğenip kendinize örnek alabiliyorsunuz. Ünlü isimlerden örnek vermek gerekirse İbrahim Aksoy abinin karizması ve soğukkanlı duruşu beni etkilemiştir. Erol Ersoy'un koşu stilini uygulamaya çalışırım. Ünsal Çimen abi beraber çıktığımız maçların ardından istatisyen hakemlerle konuşur ve 'Verdiğim kararlarla ilgili istatistikleri bana verir misiniz? ' derdi. Analize büyük önem verirdi. Bu da benim çok hoşuma gitmişti. Serdar Tatlı'nın o sert mizacını arada uygulama çalışırım.
Bu sert hakem - gülerek maç yöneten hakem ayrımı da dikkat çekici. Siz kendinizi hangi kategoriye soruyorsunuz?
İşte bu da bir tecrübe. Bunu alt liglerde hep uyguladım. Bazen sert mizaçla, bazen de gülerek maç yönettim. Ama ikisinin de olmadığını gördüm. Bazı hakem soyunma odalarında eski abilerimizin bir sözü asılıdır. Orada hakemin bir elinin demir pençe, diğerinin kadife eldiven olduğu yazılıdır. Yani hakem gerektiği zaman demir pençeyi vurmasını, gerektiği zaman da kadife eldivenle okşamasını bilecek. Hakemlik böyle bir şey. Beden dili gerçekten önemli bir faktör. Ne hissettiğinizi karşınızdakine samimi bir şekilde yansıtmanız gerekiyor. Soğuk durmak, ne olduğunu ortaya koymadan kararını verip çekilmek bir anlam ifade etmiyor. Önemli olan karşınızdakini samimi olduğunuza inandırmak.
Süper Lig'de ilk maçınıza geçen sezonun sonunda çıktınız. Bu sezon ise sizi ilk kez Mersin İdman Yurdu - Ankaragücü karşılaşmasını yönetirken izledik. Ancak o maç Ankaragücü'nün durumu nedeniyle İddaa'dan çıkartılmış ve neredeyse önemini tamamen yitirmiş görünüyordu. Fakat öyle olmadı ve umulanın ötesinde bir çekişme çıktı ortaya. Sizin açınızdan nasıl geçti bu müsabaka?
O maçı alana kadar Bank Asya'da 80 küsur maç yönetmiştim ve aralarında derbiler de vardı. Ama Süper Lig'de maça çıkmak bambaşka bir şey. O maçın İddaa'dan çıkartılmış olması da benin açımdan hiç önemli değildi. Çünkü hedeflerim açısından çok önemli bir adımdı. Diğer yandan çok sevdiğim bir söz var, telefonumda bile kayıtlı. 'Allah nasip etmeyeceği şeyi hayal ettirmez ' demiş Hazreti Osman. Gerçekten de ne kadar çok hayal ederseniz, o kadarına ulaşıyorsunuz. Mersin İdman Yurdu - Ankaragücü maçına da insanlar '4-0, 5-0 biter ' diye bakıyordu. Benim o müsabakaya verilme nedenim de maçın rahat geçeceği, hakemi çok fazla zorlamayacağı düşüncesiydi belki. Ama kora kor, dişe diş, iki takımın da istediği bir müsabaka çıktı ortaya. Ve insanlar şunu gördü, 'Çağatay kora kor bir müsabakayı yönetebilecek bir hakem. ' Bunun sonucunda da 'Çağatay'a daha fazla şans verebiliriz ' düşüncesi doğdu. O maç beklendiği gibi geçseydi benim yönetimim de ön plana çıkmayacaktı. Sonrasında Karşıyaka-Göztepe derbisinin bana verilmesi de kariyerim açısından önemliydi.
Akademisyensiniz ve Celal Bayar Üniversitesi'nde doktora yapıyorsunuz. O cephede de yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz. Bu durum hakemliğinizi nasıl etkiliyor?
İtiraf etmek gerekirse zorlanıyorum. Ama okuldaki danışmanım Prof. Dr. Niyazi Eniseler muazzam bir insan ve futbolun içinden birisi olduğu için açıklarımı çok güzel kapatabiliyor. Ona da çok şey borçluyum.
Doktoranız bittikten sonra akademik hayatınızı sürdürecek misiniz?
Elbette. Doktoram bittikten sonra öğretim üyesi kadrosuna geçeceğim. Profesörlüğe kadar giden bir süreç bu ve benim planlarım arasında profesörlük unvanını almak da var. Ancak hakemliğin hayatımdaki ağırlığı o yöndeki etkinliğimi biraz azaltıyor. Çünkü hakemlik gerçekten çok yoğun bir mesai istiyor. Beş gün antrenman yapıyorsunuz, her gün 3-4 müsabaka izliyorsunuz, kendi maçlarınızın analizini yapıyorsunuz, bu dönemde hafta içi-hafta sonu sürekli maçlara gidiyorsunuz. Bu dönem üniversiteye vakit ayırmakta biraz zorlansam bile o hedefime de ulaşacağım inşallah.
BESYO mezunu olmanızın ve bu konuda akademik kariyer yapmanızın da hakemliğinizin üzerinde olumlu katkıları olmalı değil mi?
Olmaz olur mu? Bir kere ben Futbol Antrenörlüğü Bölümü'ndeyim. Üniversitemiz futbol branşında ülkenin ilk üç üniversitesinden biridir. Gittiğim her kulüpte yetiştirdiğim öğrencilerimi görüyorum. Bu bana hem haz veriyor hem de avantaj sağlıyor. Çünkü beni tanıyan insanlar, nasıl biri olduğumu, nasıl bir kişiliğe sahip olduğumu çok iyi biliyor. Bu güven duygusu saha içinde bana da olumlu yansıyor. Bir yandan da üniversitede antrenör yetiştiriyorum ve dolayısıyla benim de antrenörlük yapmam gerekiyor. Yetiştirdiğim çocuğun atmosferini yaşamazsam onlara bir şey öğretemem çünkü. Bu nedenle üniversitenin takımlarını ben çalıştırıyorum. Takımdaki öğrenciler arasında Süper Lig'de oynamış oyuncular bile olabiliyor. Üniversite Sporları Federasyonu'na bağlı bir ligimiz var.
Bu ilginç bir durum. Masanın karşı tarafına geçiyorsunuz ve karar veren değil, verilen kararlardan etkilenen kişi konumuna geliyorsunuz. Bu da empati açısından hakemliğinize katkı yapıyordur herhalde.
Kesinlikle yapıyor. Özellikle dördüncü hakem olarak gittiğim müsabakalarda teknik direktör itirazlarıyla ilgili problemleri çok kolaylıkla çözebiliyorum. Teknik adam hakemin verdiği kararın doğru mu yanlış mı olduğundan ziyade, lehine mi aleyhine mi olduğuna bakıyor. Hakem haklı bile olsa karar aleyhineyse teknik adam tepki gösterebiliyor. Çünkü gerçekten de ciddi emekler ve büyük yatırımlar var işin içinde. Teknik adamların da hedefleri var ama bir kaç kötü sonucun ardından görevden alınabiliyor, işsiz kalabiliyorlar. Bunları anlayabilmek çok önemli. Bazen fevri tepkiler verdikleri oluyor ama ben samimiyetle, 'Hocam sizi anlıyorum ' dediğimde onlar da bana anlayış gösteriyor.
Burada dikkatimi çeken bir nokta var. 'Teknik direktör kararın haklı veya haksız olduğuna değil, lehine mi aleyhine mi olduğuna bakar ' diyorsunuz ya... Siz de antrenörlük yaparken böyle mi davranıyorsunuz?
Teknik direktörlük yaparken hakem gözüyle bakamazsınız zaten. Eğer öyle bakarsanız teknik direktörlük yapamazsınız. İki bakış açısı arasında ciddi fark var. Hakem kurar ihlallerine odaklanır, oyuncuların nasıl oynadığına değil. Hakem oyuncunun kademe hatasıyla ilgilenmez. Ama teknik direktör olduğunuzda odaklandığınız şeyler değişir. Maçı hakem gözüyle izleyemez, pozisyonlara hakem gözüyle bakamazsınız. Dolayısıyla teknik direktör kendi işine bakarken pozisyonların hakemlikle ilgili yönlerini göremeyebilir. Bu da çok normaldir. İşte bu nedenle teknik adamlar tepkilerini 'lehte mi aleyhte mi ' bakış açısıyla gösterir. Kararın doğru mu yanlış mı olduğunun büyük ölçüde farkında olamaz.
Hakemlik hayatınızda yaşadığınız ilginç hatıralar vardır mutlaka...
Hiç beklemediğim bir anda gelen Çaykur Rizespor - Elazığspor Yükselme Grubu maçını unutamam. İbrahim Aksoy'un yardımcı hakemi olarak gitmiştim maça ve benim ilk canlı yayın tecrübemdi. O müsabakanın canlı yayınlanacağını sahada kamerayı karşımda gördüğümde anladım. İlk 20 dakika boyunca heyecandan zangır zangır dizlerim titredi. Devrenin nasıl geldiğini anlaşamadım. Soyunma odasında İbrahim abi bana, 'Aferin Çağatay, çok iyi gidiyorsun ' dedi ama tabii ben ona dizlerimin titrediğini söyleyemedim. Fakat şans yanımdaydı ve maçı bir sıkıntı yaşamadan tamamladım.
Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?
Bir uğurum yok. Dua eder, son kez aynaya bakıp kendime çekidüzen verir ve sahaya çıkarım. Ama tebligatı aldıktan sonra maç gününe kadar müsabakayı yaşamaya başlarım. Müsabakayı aldıktan sonra, antrenmanlarımı buna göre şekillendiririm. Mentörüm Ünsal Çimen'le buluşur, konuşurum. O da benim için ayrı bir motivasyon kaynağı olur. Maça kadar sosyal faaliyetlerime ara veririm. Çok fazla maç izlerim ve inanılmaz motive olurum. Maç izlerken kendimi hakemin yerine koyarak karar veririm ve bu da motivasyonumu üst düzeye çıkartır. Maç günü memorandumum kısa sürer ama onun öncesinde ekip arkadaşlarımla her gün konuşurum. Söyleyeceklerimi üç güne yaymamın daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Sizin gibi genç hakemler Süper Lig'de yeniden şans bulmaya başladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesela Özgür Yankaya bir derbi maç yönetti ve çok da başarılı oldu. Bizim gibi genç hakemlerin artması ligi de rahatlatıyor. Sürekli aynı hakemlerin maç yönetmesi yıpranmalara da yol açıyor. Tabii genç hakemler olarak ayrı bir sorumluluk üstleniyoruz. Bizler iyi olmalıyız ki, arkamızdan gelen hakemler de şans bulabilsin. Bence şu anda Özgür Yankaya ve Serkan Çınar bu sorumluluğu gayet güzel yerine getiriyor. Mete Kalkavan, İlker Coşkun ve ben de yüklendiğimiz misyonun gereklerini en iyi biçimde yerine getirmeye çabalıyoruz.
Futbolun dışındaki hayatınızda neler var?
Ben profesyonel müzisyenim. Piyano ve org çalıyorum. Uşak'ta lise dönemimde bir orkestradaydım. Yerel konserler verirdik. Manisa'ya geldikten sonra bu işi kendim yapmaya başladım. Devasa ses sistemlerim vardı. Org çalıp şarkı söyleyerek para kazandım. İnsanları eğlendirmeyi ve coşturmayı biliyordum. Şimdi sadece evimde kendime çalıyorum. Daha çok piyanoya ağırlık verdim. İnsanı inanılmaz biçimde deşarj ediyor. Bir de zıpkınla serbest dalış yapıyorum. Suyun üzerinde şnorkelle gezmek çok keyifli. Arada bir birkaç balık vurup ızgarada pişirip yemek de büyük keyif veriyor.