Mustafa İlker Coşkun, Basketbol Antrenörü ve Amerikan Futbolcusu
Altı yıldır Süper Lig klasmanında ancak bu sezon düzenli olarak maç almaya başlayan hakem Mustafa İlker Coşkun'nun basketbol antrenörü ve Amerikan futbolcusu olduğu ortaya çıktı.
ODTÜ Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu mezunu ve ileri düzeyde İngilizce bilen Coşkun'un, futbolu çok sevmesi maç yönetme tarzına da yansıyor ve sahada kora kor mücadeleye izin veriyor. Eski bir Amerikan Futbolu oyuncusu ve basketbol antrenörü olan Coşkun, geçmişte antrenörlük yapmış olmak ona saha içinde oyuncu ve teknik adamlarla empati kurma avantajı sağlıyor. Henüz 32 yaşında ve Cüneyt Çakır'ın lokomotifliğini üstlendiği Türk hakemliği içinde daha iyi yerlere geleceğine inanıyor.
Futbol Federasyonu basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha Dergisi'ne konuşan Mustafa İlker Coşkun, ''Basketbol oynadım ve basketbol antrenörlüğü yaptım. ODTÜ'ye girdiğimde spor kulübümüz vardı, orada antrenörlük yapmaya başladım. Üniversitede 1997-99 arasında Amerikan Futbolu oynadım. Yani hep sporla iç içe bir hayatım oldu.'' diyerek, şunları söyledi:
''Babam da futbol hakemiydi ve futbol camiasında tanınan birisiydi. Arkadaşı rahmetli Enbiya Yıldırım bir gün, "Hakemliğe başlama yaşını 18'den 16'ya indirdiler, gel sen de başla" dedi. 10 gün boyunca Yozgat'taki kursa gidip geldim ve 16 yaşında hakemliğe başladım.
Hakemlikte şans önemli bir faktör. Doğru yer, doğru zaman, verilen şansı kullanmak gibi... Bununla birlikte bu işe çok genç yaşta başladım. Çok idman yapıyorum, yüksek kondisyona sahibim. Üniversite tahsili ve iyi düzeyde yabancı dil de sizi otomatikman öne çıkartıyor.
Karşınızda derdini size anlatmaya çalışan bir adam varsa, fazla uzatmadan onu dinlemeniz gerekir. Bu dinleme size avantaj sağlar. Size derdini anlatabilen, samimiyetinize inanan insan, sonrasında sizin iyi niyetinizi sorgulamıyor.
Hakem sahadaki yöneticidir. Yöneticilik sadece kuralları uygulamak değil, insanları yönetebilmektir. Karşınızdaki insan, "Sana saygı duyuyorum ve seni önemsiyorum" mesajını aldığı zaman hareketlerine çok dikkat eder.
Dördüncü hakemlik sahadaki tecrübeye en yakından tanık olabileceğiniz konum. Hiç bilmediğiniz bir atmosfere çıkıp "Ben etkilenmem" demek zor. Ama oraya dördüncü hakem olarak gittiyseniz oyuncu tipleriyle, teknik adamlarla, ambiyansla tanışıyorsunuz.
Basketbol antrenörlüğü yaparken çalınan yanlış bir düdüğün bütün emekleri boşa çıkardığını yaşamıştım. Yer değiştirip sahanın içine girdiğinizde, antrenörleri ve oyuncuları daha iyi anlayabiliyorsunuz. Benim temeldeki anlayışım insanların emeğinin karşılığı vermek.
Hakemlik sinerjiyle yapılan bir iş. Cüneyt Çakır öne doğru bir adım attığında arkasındakileri de çekecek. Herkes bir adım öne atacak ve arkadan gelenlere de fırsat doğacak. Cüneyt Çakır bir yere gitmeden İlker Coşkun da gidemez. Dolayısıyla ulaştıkları yerler son derece önemli.''
İşte Mustafa İlker Coşkun'un Mazlum Uluç'a verdiği röportajın ayrıntısı şöyle:
Uzun süredir Süper Lig hakemisiniz ancak düzenli olarak bu sezon maç almaya başladınız. İlker Coşkun'u yakından tanıyarak başlayalım isterseniz.
25 Şubat 1979'da Ankara'da doğdum. Annem ve babam memur. ailenin tek çocuğuyum. 2001'in 25 Haziran'ında evlenene kadar ailemle yaşadım. Eğitim hayatım da hep Ankara'da geçti. Bahçelievler Deneme Lisesi'nin ardından ODTÜ Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nun Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü'nü bitirdim.
Her erkek çocuk mutlaka bir şekilde futbol oynar. Sizin de böyle bir geçmişiniz vardır değil mi?
Benim de çocukluğum mahalle aralarında top oynayarak geçti. 12 yaşına geldiğimde şimdi Türk Telekom olan PTT'nin altyapısında oynamaya başladım ve 16 yaşına kadar da devam ettim. Genç ve yıldız takımlarında oynadım. Babam da PTT'de çalışıyordu ve kulübün genel kaptanlığını yapıyordu. Yani gözümü açtığım günden beri hep futbolun içinde oldum.
Başka sporlarla da ilgilendiniz mi?
Basketbol oynadım ve basketbol antrenörlüğü yaptım. ODTÜ'ye girdiğimde spor kulübümüz vardı, orada antrenörlük yapmaya başladım. 1997-2002 yılları arasında üniversitenin bayan takımını çalıştırmaya başladım. Kız ve erkek yıldız-genç takımlarının bir kısmında baş antrenör, bir kısmında yardımcı antrenör olarak görev aldım. Üniversitede 1997-99 arasında Amerikan Futbolu oynadım. Yani hep sporla iç içe bir hayatım oldu. Amerikan futbolu taktik planların son derece önemli olduğu bir oyundur. Sadece fiziksel güçle oynanmaz. Ben de çelimsiz ama hızlı olmanın avantajını kullandım.
Futbolcu olamayacağınızı ne zaman anladınız?
Genç takımda yedek çıkıyor, yıldız takımda A kadroda oynuyordum. Orada en fazla amatör kümede 20 yaşlarına kadar oynayacağımı, sonrasında benden futbolcu olmayacağını fark ettim. İnsanın kendisini bilmesi, ayaklarının yere basması önemli. Çok yetenekli değildim çünkü. Eğer oyunculuğa devam etseydim yaşantısıyla çok profesyonel birisi olabilirdim ama hiç bir zaman yeteneklerimle sivrilemezdim. Bir de başımdan şöyle bir olay geçti. Altyapıda bir antrenörümüz vardı, iyi bir sporcu, iyi bir spor adamı değildi. Bize "sahada nasıl kavga edilir, rakip oyuncu nasıl kızdırılır, rakibe nasıl göstermeden dirsek atılır" gibi şeyler öğretirdi. Bir gün yıldız takımda çift kale maçımızı yönetiyordu. Yedek takımı yanına çağırıp bir şeyler söyledi. Yedek takım maç başlar başlamaz bize tekme-tokat girişmeye başladı. Bir pozisyonda arkadaşım çift ayakla bana çok sert girdi. Ayaklarım yerden kesildi, yüzüm yere çarptı. Ayağa kalkınca önce o arkadaşıma vurdum, ardından da hocaya... Sonra da çektim gittim ve o gün futbolu bıraktım.
Hakemliğe geçişiniz nasıl oldu?
Babam Ahmet Cemil Coşkun da futbol hakemiydi. 2. Lig düzeyinde hakemlik yaptı ve futbol camiasında tanınan birisiydi. Rahmetli Enbiya Yıldırım da babamın çok yakın arkadaşıydı. Bana "Hakemliğe başlama yaşını 18'den 16'ya indirdiler, gel sen de başla" dedi. O sırada Yozgat'ta bir kurs açıldığını söyledi. Benim baba tarafım da Yozgatlı. 10 gün boyunca Yozgat'a gidip geldim. O dönemde B Klasmanı hakemi olan Ahmet Eryaşar da bana çok yardımcı oldu ve 16 yaşında hakemliğe başladım. 1999'da klasmana çıktım. Hakemlikte yoğun bir hayat başlayınca Amerikan Futbolunu da bıraktım.
"Neden hakemlik?" diye sorduğumda "Adaleti yerine getirme isteği, yönetme duygusunun tatmini" gibi cevaplar alıyorum. Sizi hakem olmaya yönelten motivasyon neydi?
Hakemliği tercih etmemin sebebi, futbolun parçası olmak istememdi. Futbolu çok sevdim, oynamak istedim, ancak futbolcu olamadım. Bir yandan da mutlaka futbolun içinde kalmak istiyordum. Antrenör olabilirdim, fizyoterapist olabilirdim ama mutlaka futbolun içinde kalırdım. Önüme hakemlik kapısı açılınca ben de bu yolda yürümeyi tercih ettim.
Bu arada söylemeden duramayacağım, Polat Alemdar rolüyle ünlenen Necati Şaşmaz'la da ciddi bir benzerliğiniz var.
Evet. Bununla ilgili anılarım da var. Üç sene önce bir Altay-Sakarya maçına çıkmıştım. O dönemde hakem formamızın sırtında isimlerimiz de yazıyordu. Oyuncunun birisi maçtan önce yanıma gelip "Polat Hoca" dedi. "Bak adım burada yazıyor, Polat değil İlker" cevabını verdim. Maç başladı, bir süre sonra oyuncu koştura koştura yanıma gelip yine "Polat Hoca, yapma ya, faul var" dedi. Ben yeniden "Adım Polat değil, İlker" diye uyardım. Bunu söyleyen de o dönemde Sakaryaspor'da oynayan Okan Koç (gülüyor).
Yola beraber çıktığınız pek çok hakemin arasından sıyrılıp bu düzeye gelmenizi sağlayan özellikleriniz nelerdi?
Öncelikle şans önemli bir faktör. Doğru yer, doğru zaman, verilen şansı kullanmak önemli faktörler. Bununla birlikte bu işe çok genç yaşta başladım. Çok idman yapıyorum, yüksek kondisyona sahibim. Üniversite mezunu olmak, iyi düzeyde yabancı dil bilmek de sizi otomatikman bir adım öne çıkartıyor. Zaten son dönemde yabancı dil, tahsil ve yaş gibi faktörlerin hakemleri belirli bir noktaya getirdiğini siz de fark ediyorsunuzdur. Bir de benim başladığım dönemde Silahlı Kuvvetlerin asker kökenli hakemleri çekmesi kadrolarda ciddi bir boşluk oluşturdu ve bu da benim açımdan bir şanstı.
Biraz önce "Futbolcu olsaydım, çok iyi bir profesyonel olurdum" dediniz. Herhalde bu da hakemliğinizdeki avantajlardan birisi olmuştur. Ya da yine sözünü ettiğiniz o antrenörle çalışmak da belki bir avantaj getirmiştir.
Elbette. Bir oyuncunun ne zaman kural dışı şeyler yapabileceğini ya da yaptığını biraz daha fazla kestirebiliyorum. Öğrenebilmenin iki yolu var. Ya iyi örnekten ya da kötü örnekten öğrenirsiniz. Kötü örnek size nasıl olmaması gerektiğini öğretir. Zaten oyun kuralları da size oyunun nasıl oynanacağını değil, nasıl oynanmayacağını anlatır. Bir yandan futbolu sevdiğim için de topun oyunda kalmasını önemsiyorum ve dişe diş, kora kor mücadeleye izin veriyorum. Bu da beni ön plana çıkartan faktörlerden birisi olabilir. Diğer yandan insan ilişkilerime de güvenirim.
Bunu saha içindeki insan ilişkileri olarak söylüyorsunuz değil mi?
Evet, tabii ki. İnsan ilişkileri, dikkat etmezseniz kullanılmaya çok açıktır ama doğru şekilde kullanabilirseniz de çok şeyi önleyebilirsiniz. Örneğin, karşınızda derdini size anlatmaya çalışan bir adam varsa, fazla uzatmadan onu dinlemeniz gerekir. Bu dinleme size avantaj sağlar. Size derdini anlatabilen, samimiyetinize inanan insan, sonrasında sizin iyi niyetinizi sorgulamıyor. Hakem sahadaki yöneticidir. Yöneticilik sadece kuralları uygulamak değil, insanları yönetebilmektir. İnsanları yönetebilmeniz için de aranızdaki interaktif ilişkiyi iyi kurmanız gerekiyor. Karşınızdaki insan, "Sana saygı duyuyorum ve seni önemsiyorum" mesajını aldığı zaman hareketlerine çok dikkat eder. Bu durumda da etrafına verdiği elektrik diğer oyuncuları da olumlu etkiliyor. Ama çok konuştuğunuz zaman da aleyhinize dönebilecek bir durum bu. Sürekli kararlarını açıklamak zorunda kalan adam pozisyonuna da düşmemek gerekiyor. Aradaki ince sınırı çok iyi korumak lâzım.
Bu ilişkiyi kurarken hakemler farklı tarzları benimseyebiliyor. Çok sert ve çatık kaşlı bir görüntü veren hakemler de var, çok güleryüzlü hakemler de... Siz kendinizi hangi kategoriye koyuyorsunuz?
Her tip herkese gitmez. Siz kendi bedeninizin ve yüz tipinizin farkında olmalısınız. Ben 32 yaşındayım ama bugüne kadar 26'dan yukarı söyleyen olmadı. Daha genç gösterirken ve normal bir boya sahipken sahada sert yapmak veya çatık kaşlı olmak çok uyacak bir şey değil.
Peki, Polat Alemdar'lık pek işe yaramıyor mu?
Bir kere yaradı. İki takım sahaya çıktığında oyuncular yanıma geldi, birisi "Ya hoca, Polat Alemdar'a ne kadar benziyorsun" dedi. Ben de hafif kaşlarımı çatarak, "Bizde yanlış olmaz" karşılığını verdim. Oyuncular bitti. Maçta bir sarı kart gösterdim, kart gören oyuncuyu takım kaptanı dövüyordu neredeyse (gülüyor). Faul çalıyorum, oyuncular "Eyvallah hocam" diyerek gidiyor. Tabii bu her zaman çok işe yarayacak bir şey değil. Benim insanlara, "Mâkul bir şekilde söylerseniz dinlerim, saygısızlığınıza izin vermem" tavrını koymam gerekiyor. Bu tavır da bugüne kadar işe yaradı.
Örnek aldığınız hakemler var mı?
1995'te hakemliğe başladığım dönemde Ankara'da Metin Tokat ev Murat Ilgaz vardı. İzlediğim, örnek aldığım hakemler de onlardı. Metin Tokat bana daha yakın bir hakemdi. Sonrasında Cem Papila duruşu, kişiliği, antrenman şekliyle örnek aldığım bir hakem oldu. Collina'yı çok beğenirdim ama onun beden dili kullanımı gerçekten zor. Belli ki üzerinde çok uzun süre çalışmış. Ama yine de idol olarak aldığım bir hakemdi. Tabii bunların yanında birlikte olduğum ve çok şey öğrendiğim hakemler var. Selçuk Dereli, Bünyamin Gezer, Bülent Yıldırım, İsmet Arzuman gibi. Sonuçta 16-17 senelik hakemlik hayatınızda çok hakem tanıyor ve hepsinden bir şeyler öğreniyorsunuz.
Dördüncü hakemlik de bir tür öğrenme süreci sayılabilir mi?
Kesinlikle. Hem de öğrenmenin çok büyük bir parçası bu. Dördüncü hakemlik sahadaki tecrübeye en yakından tanık olabileceğiniz konum. Hiç bilmediğiniz bir atmosfere çıkıp "Ben etkilenmem" demek zor. Neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz çünkü. Ama oraya bir kaç kez dördüncü hakem olarak gittiyseniz neyle karşılaşabileceğinizi öğreniyorsunuz. Oyuncu tipleriyle, teknik adamlarla, ambiyansla tanışıyorsunuz. Bununla birlikte hakemin yönetim tarzından, oyuncularla diyaloglarından iyi ve kötü örnekleri çıkartabiliyorsunuz.Dolayısıyla canlı tanık olarak orada çok şey öğrenebiliyorsunuz. En iyi eğitim biçimi diyebilirim.
Siz mentörlü hakemlerden birisiniz ve bu da bir ayrıcalık değil mi?
Elbette bu bir ayrıcalık. Bu ayrıcalığa sahip olmak, Talat Tokat gibi bir mentörle çalışmak son derece önemli. Hakemin önemsenme hissini duyabilmesi gerçekten de ciddi bir motivasyon. Şunu biliyorsunuz, "Bana şans verilecek, iyi kullanırsan devam edersin." Ama kendi göbek bağınızı kendinizin keseceğinizi de biliyorsunuz. Mentörünüz tecrübelerinden çok şey öğrenebileceğiniz bir usta ve dışarıdan farklı bir göz. Mentörün esprisi de bu. Siz zaten kendi gördüğünüz hatalarınızı düzeltiyorsunuz. Düzeltemeyeceğiniz hatalar, sizin görmedikleriniz. Mentörünüz o hataları görüyor ve düzeltmenizi sağlıyor. Bir de herkes farklı bir kültürden ve bakış açısından geliyor. Mentör, hakemine sadece oyun kuralları anlamında değil, hakemlik kültürü ve terbiyesi açısından da katkı sağlıyor.
Uzun zamandır Süper Lig kadrosundasınız ancak bu sezon düzenli maç almaya başladınız. Bu gecikmenin nedenleri nedir size göre?
6 senedir Süper Lig kadrosundayım. Ara ara maç da aldım. Bu işin temelinde şöyle bir şey var; biz de futbolculardan çok farklı değiliz. Takımların oyuncuları, teknik direktörleri, oyun sistemleri ve buna göre oyuncu tercihleri var. Bizde de Merkez Hakem Kurulları ve onların hakemlik anlayışına göre seçtikleri, birlikte çalışmak istedikleri hakemler var. Beni biraz geri bırakan da bu tercihler.
Bunu anlıyorum, öğrenmek istediğim şey, o 6 yıllık bekleme sürecinde neler yaşadığınız ve hissettiğiniz.
Elbette her hakem bulunduğu kadro içinde maç yönetmek ister. Ben de isterim tabii. Yaşım, tahsilim ve güvendiğim becerilerim nedeniyle bunu istemem de doğal. Her hakem gibi benim de hedeflerim, hayallerim var. Ben de FIFA kokartı takmak istiyorum ve takabileceğimi de düşünüyorum. Başta da söylediğim doğru yer, doğru zaman gerçekleşirse bu hedeflerime ulaşabileceğime inanıyorum. Ama bu işin bir piramit olduğunu ve yukarı çıktıkça daraldığını da biliyorum. Burada yapılması gereken şey küsmeden, kırılmadan devam edebilmek.
Burası önemli işte. Galiba sizi bu noktaya getiren faktörlerden birisi de küsmemek ve pes etmemek. Aklınızdan hiç "Bu işi bırakayım" diye bir düşünce geçmedi mi?
Hiç olmadı. Ben futbolu ve hakemliği gerçekten çok seviyorum. Benim için yöneticimden beklediğim şey, "Seni düşünüyorum veya düşünmüyorum" demesi. Herkes Süper Lig'de maç yönetecek ya da FIFA olacak diye bir şey yok. Bir kere bunu kabul etmek gerekiyor. Herkesin hayalleri var. Benim de var. Ama hayat kafanızda kurduğunuz kadar kolay olmuyor. O zaman önünüzde iki seçenek var. Ya bırakıp gideceksiniz ya da kalıp mücadeleye devam edeceksiniz. Parçası olduğum ve spor yapmaktan keyif aldığım bir şeyi bırakıp gitmek bana çok mantıklı gelmiyor. İnsanın içinde bir burukluk olmuyor mu, oluyor tabii. Ama bunlara da çok fazla takılıp kalmamak gerekiyor.
Antrenörlük Bölümü mezunu olmak, taktikleri, oyuncu ve teknik adam psikolojisini bilmek de hakemliğinizi kolaylaştırıcı faktörler olmalı, değil mi?
Gerçekten de ciddi avantajlar bunlar. Bir kere saha içinde sağlıklı empati kurabiliyorsunuz. Basketbol antrenörlüğü yaparken zayıf bir takımda çalışıyordum ve bazen aleyhimize düdükler çalınıyordu. Orada koca bir hafta çalışmanın, dökülen terin, verilen emeğin bir düdükle heba edildiğini görüyordum. Yer değiştirip sahanın içine girdiğinizde, antrenörleri ve oyuncuları daha iyi anlayabiliyorsunuz. Dolayısıyla benim temeldeki anlayışım insanların emeğinin karşılığı vermek. Bizim sahada olmamızın sebebi o. Hakem sahada görmek için var. Görmemek bir mazeret değil. Bazen şanssızlıklar yaşıyoruz, bazen karşınızda Fair Play anlayışından uzak insanlar sizi yanıltmaya çalışıyor. Ama bunların dışında, siz orada görmek için varsınız. Antrenörlük yapmış, sporcu hayatı yaşamış olmak karşınızdaki insanı daha iyi anlamanızı sağlıyor.
Öğretmenlik mi yapıyorsunuz?
Öğretmenliği bir süre denedim. Ama KPSS herkes gibi benim de derdim. Atamam gelmedi. Üniversiteden bir arkadaşımla teknoloji danışmanlığı yapmaya başladık. ODTÜ Teknokent'te bir firmamız var. Türkiye'deki AR-GE çalışmalarını geliştirmek için bir takım devlet destekleri var. TUBİTAK denetimlerini yapıyor, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı parasını karşılıyor. Biz de TUBİTAK denetimine hazırlanan projelere danışmanlık hizmeti veriyoruz. Ancak bu işte bir sertifika yok ve birçok insan da aynı işi yapmaya çalışıyor. Bu da bizim işimizi biraz sekteye uğratıyor. Dolayısıyla bir yandan da kayınbiraderimle birlikte oto alım-satım danışmanlığı planlıyoruz.
Hakemlik hayatınızda başınızdan geçen, unutamadığınız olumlu ve olumsuz anılar var mı?
Hakemlikte macera ve olay çok. Mesela bir İskenderun Demirçelik - Adana Demirspor maçından cam fanus içinde çıkmıştık.
Nasıl yani?
O maçın yardımcı hakemiydim. Maçın bitiminde jandarmalar cam kalkanlarıyla etrafımızı çevirdi. Bayağı bir fanusun içinde kaldık. Sonra soyunma odasına kadar jandarmaların o bilinen tek adım hareketiyle ulaştık. Bu sırada cam kalkanlara bir süre şey yağıyordu. En son üzerimize bir kalas atıldığını görmüştüm. Bir de İnönü Stadı'nda bir bayandan ağza alınmayacak sözler işittim. Dördüncü hakemdim ama seyirci açısından hatayı kimin yaptığının bir önemi yok. İster hakem yapsın, ister yardımcılardan birisi yapsın, onların gözünde hepiniz suçlusunuz. Bir ara gözüm tribüne takıldı, bakımlı bir kız koştura koştura aşağıya kadar geldi, eğildi ve noktası, virgülüyle öyle bir küfür etti ki adeta şoka girdim.
Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?
Telefonumu kapatmadan önce annemle konuşurdum. Evlendikten sonra kayınvalidem ve eşimle de konuşuyorum. Üçünün de pozitif seslerini duyup hayır dualarını almak benim uğurum.
Hakemlikteki hedeflerinizden biraz söz ettiniz ama bu konuyu biraz açar mısınız?
Bizim camiamız kısa ve orta vadeli hedefler koyabileceğiniz bir camia, çünkü neyin ne olabileceği fazla belli olmuyor. Aslında en doğrusu maç maç bakabilmek. Hakemlikte geçmiş ve gelecek diye bir şey yok, o an verdiğiniz karar var. 90 dakika süper maç yönetirsiniz, son anda verdiğiniz bir yanlış karar işin şeklini değiştirir. O yüzden ana konsantre olmak en iyisi. Zaten o anı iyi değerlendirdiğinizde önünüz açılıyor. Şunu da kabul etmek gerekiyor ki, hiçbirimiz hakem camiasından büyük değiliz. Başarılı hakemlerimizi de, bugün yorumculuk yapan eski hakemlerimizi de bugünkü noktalara getiren, hakemlik camiası. Dolayısıyla bize bu kadar şey katan camiaya karşı görevinizi yerine getirmek durumundasınız. Bundan sonra ulusal hakem olarak mı kalırım, uluslararası hakem mi olurum bilmiyorum ama bana çok şey kazandıran camiaya hizmet etmem gerektiğini düşünüyorum.
Eski hakemlerden söz ettik, izler misiniz onları?
Spor programlarını izlemem, gazetelerin spor sayfalarını okumam. Çünkü motivasyonum bozuluyor. Kendimi korumanın yöntemi olarak bunu seçtim. Beğendiğim spor kanalları, beğendiğim spor programları var, onları izliyorum. Futbolun dışında basketbol, NBA, NFL maçlarını izlemeyi çok seviyorum. Zaten hakemlikte maç izlemek çok önemli. Ama maçın yorumlarını izlemek çok da anlamlı ve faydalı değil. Size katabileceği bir şey de yok. Ama maçları izlemeniz ve pozisyonları görmeniz gerekiyor. Çünkü bu bir sonraki maçı etkiliyor. Maçını yöneteceğiniz takımın geçmiş müsabakaları önemli. Eğer o takım hakem hatalarından yakınarak o haftaya gelmişse, o maç mutlak gergin geçecektir ve sizin buna hazırlıklı olmanız gerekir. Oyun planınızı ona göre yapmalı, diyaloglarınızı ona göre kurmalısınız. Sizinle ilgili yorumları zaten gözlemcileriniz, mentörünüz ve MHK yapıyor.
Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus'un yükselişi hakem camiasında ve özel olarak sizin üzerinizde nasıl bir etki yaptı?
Kendi adıma onların başarılarıyla gurur duyuyorum. Türk futbolu ve Türk hakemliği için son derece önemli bir gelişme. "Türk takımları Avrupa'da ama Türk hakemliği neden yok" eleştirisi yıllarca yapıldı ama bunun temel nedenleri sorgulanmadı. Lobimizin olmaması, düzenli liste gönderilmemesi, yaş ve yabancı dil gibi faktörler göz ardı edildi. Bir kere UEFA sizin hakemliğinize bakmıyor, ilk planda olan şey yabancı diliniz. Dünyanın en iyi hakemi de olsanız İngilizce bilmediğiniz takdirde UEFA sizi geri gönderiyor. Bir kere bu son gelişme, "Türk hakemliği Avrupa'da yok" eleştirisini ortadan kaldırdı. Türk hakemliğinin önünü açacak bir gelişme bu. Hakemlik sinerjiyle yapılan bir iş. Cüneyt Çakır öne doğru bir adım attığında arkasındakileri de çekecek. Herkes bir adım öne atacak ve arkadan gelenlere de fırsat doğacak. Cüneyt Çakır bir yere gitmeden İlker Coşkun da gidemez. Dolayısıyla ulaştıkları yerler son derece önemli. Arkası da artarak gelecektir. Sadece Türk hakemlerinin değil, gözlemci ve yöneticilerimizin de önünü açacak bir gelişme bu.
Futbolun dışındaki hayatınızda neler var?
Müzik ve sinemayla aram son derece iyi. Özellikle caz müziği çok seviyorum. Onun dışında mümkün olduğu kadar eşimle birlikte sinemaya gidiyorum. Son dönemde çok iyi Türk filmleri var. Son olarak Dedemin İnsanları'nı izledim. Çağan Irmak'ı çok başarılı buluyorum. TV'de "Bir Kadın Bir Erkek"i severek izliyorum. Yılda bir ODTÜ'de Amerikan Futbolu oynuyorum.
Futbol Federasyonu basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha Dergisi'ne konuşan Mustafa İlker Coşkun, ''Basketbol oynadım ve basketbol antrenörlüğü yaptım. ODTÜ'ye girdiğimde spor kulübümüz vardı, orada antrenörlük yapmaya başladım. Üniversitede 1997-99 arasında Amerikan Futbolu oynadım. Yani hep sporla iç içe bir hayatım oldu.'' diyerek, şunları söyledi:
''Babam da futbol hakemiydi ve futbol camiasında tanınan birisiydi. Arkadaşı rahmetli Enbiya Yıldırım bir gün, "Hakemliğe başlama yaşını 18'den 16'ya indirdiler, gel sen de başla" dedi. 10 gün boyunca Yozgat'taki kursa gidip geldim ve 16 yaşında hakemliğe başladım.
Hakemlikte şans önemli bir faktör. Doğru yer, doğru zaman, verilen şansı kullanmak gibi... Bununla birlikte bu işe çok genç yaşta başladım. Çok idman yapıyorum, yüksek kondisyona sahibim. Üniversite tahsili ve iyi düzeyde yabancı dil de sizi otomatikman öne çıkartıyor.
Karşınızda derdini size anlatmaya çalışan bir adam varsa, fazla uzatmadan onu dinlemeniz gerekir. Bu dinleme size avantaj sağlar. Size derdini anlatabilen, samimiyetinize inanan insan, sonrasında sizin iyi niyetinizi sorgulamıyor.
Hakem sahadaki yöneticidir. Yöneticilik sadece kuralları uygulamak değil, insanları yönetebilmektir. Karşınızdaki insan, "Sana saygı duyuyorum ve seni önemsiyorum" mesajını aldığı zaman hareketlerine çok dikkat eder.
Dördüncü hakemlik sahadaki tecrübeye en yakından tanık olabileceğiniz konum. Hiç bilmediğiniz bir atmosfere çıkıp "Ben etkilenmem" demek zor. Ama oraya dördüncü hakem olarak gittiyseniz oyuncu tipleriyle, teknik adamlarla, ambiyansla tanışıyorsunuz.
Basketbol antrenörlüğü yaparken çalınan yanlış bir düdüğün bütün emekleri boşa çıkardığını yaşamıştım. Yer değiştirip sahanın içine girdiğinizde, antrenörleri ve oyuncuları daha iyi anlayabiliyorsunuz. Benim temeldeki anlayışım insanların emeğinin karşılığı vermek.
Hakemlik sinerjiyle yapılan bir iş. Cüneyt Çakır öne doğru bir adım attığında arkasındakileri de çekecek. Herkes bir adım öne atacak ve arkadan gelenlere de fırsat doğacak. Cüneyt Çakır bir yere gitmeden İlker Coşkun da gidemez. Dolayısıyla ulaştıkları yerler son derece önemli.''
İşte Mustafa İlker Coşkun'un Mazlum Uluç'a verdiği röportajın ayrıntısı şöyle:
Uzun süredir Süper Lig hakemisiniz ancak düzenli olarak bu sezon maç almaya başladınız. İlker Coşkun'u yakından tanıyarak başlayalım isterseniz.
25 Şubat 1979'da Ankara'da doğdum. Annem ve babam memur. ailenin tek çocuğuyum. 2001'in 25 Haziran'ında evlenene kadar ailemle yaşadım. Eğitim hayatım da hep Ankara'da geçti. Bahçelievler Deneme Lisesi'nin ardından ODTÜ Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nun Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü'nü bitirdim.
Her erkek çocuk mutlaka bir şekilde futbol oynar. Sizin de böyle bir geçmişiniz vardır değil mi?
Benim de çocukluğum mahalle aralarında top oynayarak geçti. 12 yaşına geldiğimde şimdi Türk Telekom olan PTT'nin altyapısında oynamaya başladım ve 16 yaşına kadar da devam ettim. Genç ve yıldız takımlarında oynadım. Babam da PTT'de çalışıyordu ve kulübün genel kaptanlığını yapıyordu. Yani gözümü açtığım günden beri hep futbolun içinde oldum.
Başka sporlarla da ilgilendiniz mi?
Basketbol oynadım ve basketbol antrenörlüğü yaptım. ODTÜ'ye girdiğimde spor kulübümüz vardı, orada antrenörlük yapmaya başladım. 1997-2002 yılları arasında üniversitenin bayan takımını çalıştırmaya başladım. Kız ve erkek yıldız-genç takımlarının bir kısmında baş antrenör, bir kısmında yardımcı antrenör olarak görev aldım. Üniversitede 1997-99 arasında Amerikan Futbolu oynadım. Yani hep sporla iç içe bir hayatım oldu. Amerikan futbolu taktik planların son derece önemli olduğu bir oyundur. Sadece fiziksel güçle oynanmaz. Ben de çelimsiz ama hızlı olmanın avantajını kullandım.
Futbolcu olamayacağınızı ne zaman anladınız?
Genç takımda yedek çıkıyor, yıldız takımda A kadroda oynuyordum. Orada en fazla amatör kümede 20 yaşlarına kadar oynayacağımı, sonrasında benden futbolcu olmayacağını fark ettim. İnsanın kendisini bilmesi, ayaklarının yere basması önemli. Çok yetenekli değildim çünkü. Eğer oyunculuğa devam etseydim yaşantısıyla çok profesyonel birisi olabilirdim ama hiç bir zaman yeteneklerimle sivrilemezdim. Bir de başımdan şöyle bir olay geçti. Altyapıda bir antrenörümüz vardı, iyi bir sporcu, iyi bir spor adamı değildi. Bize "sahada nasıl kavga edilir, rakip oyuncu nasıl kızdırılır, rakibe nasıl göstermeden dirsek atılır" gibi şeyler öğretirdi. Bir gün yıldız takımda çift kale maçımızı yönetiyordu. Yedek takımı yanına çağırıp bir şeyler söyledi. Yedek takım maç başlar başlamaz bize tekme-tokat girişmeye başladı. Bir pozisyonda arkadaşım çift ayakla bana çok sert girdi. Ayaklarım yerden kesildi, yüzüm yere çarptı. Ayağa kalkınca önce o arkadaşıma vurdum, ardından da hocaya... Sonra da çektim gittim ve o gün futbolu bıraktım.
Hakemliğe geçişiniz nasıl oldu?
Babam Ahmet Cemil Coşkun da futbol hakemiydi. 2. Lig düzeyinde hakemlik yaptı ve futbol camiasında tanınan birisiydi. Rahmetli Enbiya Yıldırım da babamın çok yakın arkadaşıydı. Bana "Hakemliğe başlama yaşını 18'den 16'ya indirdiler, gel sen de başla" dedi. O sırada Yozgat'ta bir kurs açıldığını söyledi. Benim baba tarafım da Yozgatlı. 10 gün boyunca Yozgat'a gidip geldim. O dönemde B Klasmanı hakemi olan Ahmet Eryaşar da bana çok yardımcı oldu ve 16 yaşında hakemliğe başladım. 1999'da klasmana çıktım. Hakemlikte yoğun bir hayat başlayınca Amerikan Futbolunu da bıraktım.
"Neden hakemlik?" diye sorduğumda "Adaleti yerine getirme isteği, yönetme duygusunun tatmini" gibi cevaplar alıyorum. Sizi hakem olmaya yönelten motivasyon neydi?
Hakemliği tercih etmemin sebebi, futbolun parçası olmak istememdi. Futbolu çok sevdim, oynamak istedim, ancak futbolcu olamadım. Bir yandan da mutlaka futbolun içinde kalmak istiyordum. Antrenör olabilirdim, fizyoterapist olabilirdim ama mutlaka futbolun içinde kalırdım. Önüme hakemlik kapısı açılınca ben de bu yolda yürümeyi tercih ettim.
Bu arada söylemeden duramayacağım, Polat Alemdar rolüyle ünlenen Necati Şaşmaz'la da ciddi bir benzerliğiniz var.
Evet. Bununla ilgili anılarım da var. Üç sene önce bir Altay-Sakarya maçına çıkmıştım. O dönemde hakem formamızın sırtında isimlerimiz de yazıyordu. Oyuncunun birisi maçtan önce yanıma gelip "Polat Hoca" dedi. "Bak adım burada yazıyor, Polat değil İlker" cevabını verdim. Maç başladı, bir süre sonra oyuncu koştura koştura yanıma gelip yine "Polat Hoca, yapma ya, faul var" dedi. Ben yeniden "Adım Polat değil, İlker" diye uyardım. Bunu söyleyen de o dönemde Sakaryaspor'da oynayan Okan Koç (gülüyor).
Yola beraber çıktığınız pek çok hakemin arasından sıyrılıp bu düzeye gelmenizi sağlayan özellikleriniz nelerdi?
Öncelikle şans önemli bir faktör. Doğru yer, doğru zaman, verilen şansı kullanmak önemli faktörler. Bununla birlikte bu işe çok genç yaşta başladım. Çok idman yapıyorum, yüksek kondisyona sahibim. Üniversite mezunu olmak, iyi düzeyde yabancı dil bilmek de sizi otomatikman bir adım öne çıkartıyor. Zaten son dönemde yabancı dil, tahsil ve yaş gibi faktörlerin hakemleri belirli bir noktaya getirdiğini siz de fark ediyorsunuzdur. Bir de benim başladığım dönemde Silahlı Kuvvetlerin asker kökenli hakemleri çekmesi kadrolarda ciddi bir boşluk oluşturdu ve bu da benim açımdan bir şanstı.
Biraz önce "Futbolcu olsaydım, çok iyi bir profesyonel olurdum" dediniz. Herhalde bu da hakemliğinizdeki avantajlardan birisi olmuştur. Ya da yine sözünü ettiğiniz o antrenörle çalışmak da belki bir avantaj getirmiştir.
Elbette. Bir oyuncunun ne zaman kural dışı şeyler yapabileceğini ya da yaptığını biraz daha fazla kestirebiliyorum. Öğrenebilmenin iki yolu var. Ya iyi örnekten ya da kötü örnekten öğrenirsiniz. Kötü örnek size nasıl olmaması gerektiğini öğretir. Zaten oyun kuralları da size oyunun nasıl oynanacağını değil, nasıl oynanmayacağını anlatır. Bir yandan futbolu sevdiğim için de topun oyunda kalmasını önemsiyorum ve dişe diş, kora kor mücadeleye izin veriyorum. Bu da beni ön plana çıkartan faktörlerden birisi olabilir. Diğer yandan insan ilişkilerime de güvenirim.
Bunu saha içindeki insan ilişkileri olarak söylüyorsunuz değil mi?
Evet, tabii ki. İnsan ilişkileri, dikkat etmezseniz kullanılmaya çok açıktır ama doğru şekilde kullanabilirseniz de çok şeyi önleyebilirsiniz. Örneğin, karşınızda derdini size anlatmaya çalışan bir adam varsa, fazla uzatmadan onu dinlemeniz gerekir. Bu dinleme size avantaj sağlar. Size derdini anlatabilen, samimiyetinize inanan insan, sonrasında sizin iyi niyetinizi sorgulamıyor. Hakem sahadaki yöneticidir. Yöneticilik sadece kuralları uygulamak değil, insanları yönetebilmektir. İnsanları yönetebilmeniz için de aranızdaki interaktif ilişkiyi iyi kurmanız gerekiyor. Karşınızdaki insan, "Sana saygı duyuyorum ve seni önemsiyorum" mesajını aldığı zaman hareketlerine çok dikkat eder. Bu durumda da etrafına verdiği elektrik diğer oyuncuları da olumlu etkiliyor. Ama çok konuştuğunuz zaman da aleyhinize dönebilecek bir durum bu. Sürekli kararlarını açıklamak zorunda kalan adam pozisyonuna da düşmemek gerekiyor. Aradaki ince sınırı çok iyi korumak lâzım.
Bu ilişkiyi kurarken hakemler farklı tarzları benimseyebiliyor. Çok sert ve çatık kaşlı bir görüntü veren hakemler de var, çok güleryüzlü hakemler de... Siz kendinizi hangi kategoriye koyuyorsunuz?
Her tip herkese gitmez. Siz kendi bedeninizin ve yüz tipinizin farkında olmalısınız. Ben 32 yaşındayım ama bugüne kadar 26'dan yukarı söyleyen olmadı. Daha genç gösterirken ve normal bir boya sahipken sahada sert yapmak veya çatık kaşlı olmak çok uyacak bir şey değil.
Peki, Polat Alemdar'lık pek işe yaramıyor mu?
Bir kere yaradı. İki takım sahaya çıktığında oyuncular yanıma geldi, birisi "Ya hoca, Polat Alemdar'a ne kadar benziyorsun" dedi. Ben de hafif kaşlarımı çatarak, "Bizde yanlış olmaz" karşılığını verdim. Oyuncular bitti. Maçta bir sarı kart gösterdim, kart gören oyuncuyu takım kaptanı dövüyordu neredeyse (gülüyor). Faul çalıyorum, oyuncular "Eyvallah hocam" diyerek gidiyor. Tabii bu her zaman çok işe yarayacak bir şey değil. Benim insanlara, "Mâkul bir şekilde söylerseniz dinlerim, saygısızlığınıza izin vermem" tavrını koymam gerekiyor. Bu tavır da bugüne kadar işe yaradı.
Örnek aldığınız hakemler var mı?
1995'te hakemliğe başladığım dönemde Ankara'da Metin Tokat ev Murat Ilgaz vardı. İzlediğim, örnek aldığım hakemler de onlardı. Metin Tokat bana daha yakın bir hakemdi. Sonrasında Cem Papila duruşu, kişiliği, antrenman şekliyle örnek aldığım bir hakem oldu. Collina'yı çok beğenirdim ama onun beden dili kullanımı gerçekten zor. Belli ki üzerinde çok uzun süre çalışmış. Ama yine de idol olarak aldığım bir hakemdi. Tabii bunların yanında birlikte olduğum ve çok şey öğrendiğim hakemler var. Selçuk Dereli, Bünyamin Gezer, Bülent Yıldırım, İsmet Arzuman gibi. Sonuçta 16-17 senelik hakemlik hayatınızda çok hakem tanıyor ve hepsinden bir şeyler öğreniyorsunuz.
Dördüncü hakemlik de bir tür öğrenme süreci sayılabilir mi?
Kesinlikle. Hem de öğrenmenin çok büyük bir parçası bu. Dördüncü hakemlik sahadaki tecrübeye en yakından tanık olabileceğiniz konum. Hiç bilmediğiniz bir atmosfere çıkıp "Ben etkilenmem" demek zor. Neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz çünkü. Ama oraya bir kaç kez dördüncü hakem olarak gittiyseniz neyle karşılaşabileceğinizi öğreniyorsunuz. Oyuncu tipleriyle, teknik adamlarla, ambiyansla tanışıyorsunuz. Bununla birlikte hakemin yönetim tarzından, oyuncularla diyaloglarından iyi ve kötü örnekleri çıkartabiliyorsunuz.Dolayısıyla canlı tanık olarak orada çok şey öğrenebiliyorsunuz. En iyi eğitim biçimi diyebilirim.
Siz mentörlü hakemlerden birisiniz ve bu da bir ayrıcalık değil mi?
Elbette bu bir ayrıcalık. Bu ayrıcalığa sahip olmak, Talat Tokat gibi bir mentörle çalışmak son derece önemli. Hakemin önemsenme hissini duyabilmesi gerçekten de ciddi bir motivasyon. Şunu biliyorsunuz, "Bana şans verilecek, iyi kullanırsan devam edersin." Ama kendi göbek bağınızı kendinizin keseceğinizi de biliyorsunuz. Mentörünüz tecrübelerinden çok şey öğrenebileceğiniz bir usta ve dışarıdan farklı bir göz. Mentörün esprisi de bu. Siz zaten kendi gördüğünüz hatalarınızı düzeltiyorsunuz. Düzeltemeyeceğiniz hatalar, sizin görmedikleriniz. Mentörünüz o hataları görüyor ve düzeltmenizi sağlıyor. Bir de herkes farklı bir kültürden ve bakış açısından geliyor. Mentör, hakemine sadece oyun kuralları anlamında değil, hakemlik kültürü ve terbiyesi açısından da katkı sağlıyor.
Uzun zamandır Süper Lig kadrosundasınız ancak bu sezon düzenli maç almaya başladınız. Bu gecikmenin nedenleri nedir size göre?
6 senedir Süper Lig kadrosundayım. Ara ara maç da aldım. Bu işin temelinde şöyle bir şey var; biz de futbolculardan çok farklı değiliz. Takımların oyuncuları, teknik direktörleri, oyun sistemleri ve buna göre oyuncu tercihleri var. Bizde de Merkez Hakem Kurulları ve onların hakemlik anlayışına göre seçtikleri, birlikte çalışmak istedikleri hakemler var. Beni biraz geri bırakan da bu tercihler.
Bunu anlıyorum, öğrenmek istediğim şey, o 6 yıllık bekleme sürecinde neler yaşadığınız ve hissettiğiniz.
Elbette her hakem bulunduğu kadro içinde maç yönetmek ister. Ben de isterim tabii. Yaşım, tahsilim ve güvendiğim becerilerim nedeniyle bunu istemem de doğal. Her hakem gibi benim de hedeflerim, hayallerim var. Ben de FIFA kokartı takmak istiyorum ve takabileceğimi de düşünüyorum. Başta da söylediğim doğru yer, doğru zaman gerçekleşirse bu hedeflerime ulaşabileceğime inanıyorum. Ama bu işin bir piramit olduğunu ve yukarı çıktıkça daraldığını da biliyorum. Burada yapılması gereken şey küsmeden, kırılmadan devam edebilmek.
Burası önemli işte. Galiba sizi bu noktaya getiren faktörlerden birisi de küsmemek ve pes etmemek. Aklınızdan hiç "Bu işi bırakayım" diye bir düşünce geçmedi mi?
Hiç olmadı. Ben futbolu ve hakemliği gerçekten çok seviyorum. Benim için yöneticimden beklediğim şey, "Seni düşünüyorum veya düşünmüyorum" demesi. Herkes Süper Lig'de maç yönetecek ya da FIFA olacak diye bir şey yok. Bir kere bunu kabul etmek gerekiyor. Herkesin hayalleri var. Benim de var. Ama hayat kafanızda kurduğunuz kadar kolay olmuyor. O zaman önünüzde iki seçenek var. Ya bırakıp gideceksiniz ya da kalıp mücadeleye devam edeceksiniz. Parçası olduğum ve spor yapmaktan keyif aldığım bir şeyi bırakıp gitmek bana çok mantıklı gelmiyor. İnsanın içinde bir burukluk olmuyor mu, oluyor tabii. Ama bunlara da çok fazla takılıp kalmamak gerekiyor.
Antrenörlük Bölümü mezunu olmak, taktikleri, oyuncu ve teknik adam psikolojisini bilmek de hakemliğinizi kolaylaştırıcı faktörler olmalı, değil mi?
Gerçekten de ciddi avantajlar bunlar. Bir kere saha içinde sağlıklı empati kurabiliyorsunuz. Basketbol antrenörlüğü yaparken zayıf bir takımda çalışıyordum ve bazen aleyhimize düdükler çalınıyordu. Orada koca bir hafta çalışmanın, dökülen terin, verilen emeğin bir düdükle heba edildiğini görüyordum. Yer değiştirip sahanın içine girdiğinizde, antrenörleri ve oyuncuları daha iyi anlayabiliyorsunuz. Dolayısıyla benim temeldeki anlayışım insanların emeğinin karşılığı vermek. Bizim sahada olmamızın sebebi o. Hakem sahada görmek için var. Görmemek bir mazeret değil. Bazen şanssızlıklar yaşıyoruz, bazen karşınızda Fair Play anlayışından uzak insanlar sizi yanıltmaya çalışıyor. Ama bunların dışında, siz orada görmek için varsınız. Antrenörlük yapmış, sporcu hayatı yaşamış olmak karşınızdaki insanı daha iyi anlamanızı sağlıyor.
Öğretmenlik mi yapıyorsunuz?
Öğretmenliği bir süre denedim. Ama KPSS herkes gibi benim de derdim. Atamam gelmedi. Üniversiteden bir arkadaşımla teknoloji danışmanlığı yapmaya başladık. ODTÜ Teknokent'te bir firmamız var. Türkiye'deki AR-GE çalışmalarını geliştirmek için bir takım devlet destekleri var. TUBİTAK denetimlerini yapıyor, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı parasını karşılıyor. Biz de TUBİTAK denetimine hazırlanan projelere danışmanlık hizmeti veriyoruz. Ancak bu işte bir sertifika yok ve birçok insan da aynı işi yapmaya çalışıyor. Bu da bizim işimizi biraz sekteye uğratıyor. Dolayısıyla bir yandan da kayınbiraderimle birlikte oto alım-satım danışmanlığı planlıyoruz.
Hakemlik hayatınızda başınızdan geçen, unutamadığınız olumlu ve olumsuz anılar var mı?
Hakemlikte macera ve olay çok. Mesela bir İskenderun Demirçelik - Adana Demirspor maçından cam fanus içinde çıkmıştık.
Nasıl yani?
O maçın yardımcı hakemiydim. Maçın bitiminde jandarmalar cam kalkanlarıyla etrafımızı çevirdi. Bayağı bir fanusun içinde kaldık. Sonra soyunma odasına kadar jandarmaların o bilinen tek adım hareketiyle ulaştık. Bu sırada cam kalkanlara bir süre şey yağıyordu. En son üzerimize bir kalas atıldığını görmüştüm. Bir de İnönü Stadı'nda bir bayandan ağza alınmayacak sözler işittim. Dördüncü hakemdim ama seyirci açısından hatayı kimin yaptığının bir önemi yok. İster hakem yapsın, ister yardımcılardan birisi yapsın, onların gözünde hepiniz suçlusunuz. Bir ara gözüm tribüne takıldı, bakımlı bir kız koştura koştura aşağıya kadar geldi, eğildi ve noktası, virgülüyle öyle bir küfür etti ki adeta şoka girdim.
Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?
Telefonumu kapatmadan önce annemle konuşurdum. Evlendikten sonra kayınvalidem ve eşimle de konuşuyorum. Üçünün de pozitif seslerini duyup hayır dualarını almak benim uğurum.
Hakemlikteki hedeflerinizden biraz söz ettiniz ama bu konuyu biraz açar mısınız?
Bizim camiamız kısa ve orta vadeli hedefler koyabileceğiniz bir camia, çünkü neyin ne olabileceği fazla belli olmuyor. Aslında en doğrusu maç maç bakabilmek. Hakemlikte geçmiş ve gelecek diye bir şey yok, o an verdiğiniz karar var. 90 dakika süper maç yönetirsiniz, son anda verdiğiniz bir yanlış karar işin şeklini değiştirir. O yüzden ana konsantre olmak en iyisi. Zaten o anı iyi değerlendirdiğinizde önünüz açılıyor. Şunu da kabul etmek gerekiyor ki, hiçbirimiz hakem camiasından büyük değiliz. Başarılı hakemlerimizi de, bugün yorumculuk yapan eski hakemlerimizi de bugünkü noktalara getiren, hakemlik camiası. Dolayısıyla bize bu kadar şey katan camiaya karşı görevinizi yerine getirmek durumundasınız. Bundan sonra ulusal hakem olarak mı kalırım, uluslararası hakem mi olurum bilmiyorum ama bana çok şey kazandıran camiaya hizmet etmem gerektiğini düşünüyorum.
Eski hakemlerden söz ettik, izler misiniz onları?
Spor programlarını izlemem, gazetelerin spor sayfalarını okumam. Çünkü motivasyonum bozuluyor. Kendimi korumanın yöntemi olarak bunu seçtim. Beğendiğim spor kanalları, beğendiğim spor programları var, onları izliyorum. Futbolun dışında basketbol, NBA, NFL maçlarını izlemeyi çok seviyorum. Zaten hakemlikte maç izlemek çok önemli. Ama maçın yorumlarını izlemek çok da anlamlı ve faydalı değil. Size katabileceği bir şey de yok. Ama maçları izlemeniz ve pozisyonları görmeniz gerekiyor. Çünkü bu bir sonraki maçı etkiliyor. Maçını yöneteceğiniz takımın geçmiş müsabakaları önemli. Eğer o takım hakem hatalarından yakınarak o haftaya gelmişse, o maç mutlak gergin geçecektir ve sizin buna hazırlıklı olmanız gerekir. Oyun planınızı ona göre yapmalı, diyaloglarınızı ona göre kurmalısınız. Sizinle ilgili yorumları zaten gözlemcileriniz, mentörünüz ve MHK yapıyor.
Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus'un yükselişi hakem camiasında ve özel olarak sizin üzerinizde nasıl bir etki yaptı?
Kendi adıma onların başarılarıyla gurur duyuyorum. Türk futbolu ve Türk hakemliği için son derece önemli bir gelişme. "Türk takımları Avrupa'da ama Türk hakemliği neden yok" eleştirisi yıllarca yapıldı ama bunun temel nedenleri sorgulanmadı. Lobimizin olmaması, düzenli liste gönderilmemesi, yaş ve yabancı dil gibi faktörler göz ardı edildi. Bir kere UEFA sizin hakemliğinize bakmıyor, ilk planda olan şey yabancı diliniz. Dünyanın en iyi hakemi de olsanız İngilizce bilmediğiniz takdirde UEFA sizi geri gönderiyor. Bir kere bu son gelişme, "Türk hakemliği Avrupa'da yok" eleştirisini ortadan kaldırdı. Türk hakemliğinin önünü açacak bir gelişme bu. Hakemlik sinerjiyle yapılan bir iş. Cüneyt Çakır öne doğru bir adım attığında arkasındakileri de çekecek. Herkes bir adım öne atacak ve arkadan gelenlere de fırsat doğacak. Cüneyt Çakır bir yere gitmeden İlker Coşkun da gidemez. Dolayısıyla ulaştıkları yerler son derece önemli. Arkası da artarak gelecektir. Sadece Türk hakemlerinin değil, gözlemci ve yöneticilerimizin de önünü açacak bir gelişme bu.
Futbolun dışındaki hayatınızda neler var?
Müzik ve sinemayla aram son derece iyi. Özellikle caz müziği çok seviyorum. Onun dışında mümkün olduğu kadar eşimle birlikte sinemaya gidiyorum. Son dönemde çok iyi Türk filmleri var. Son olarak Dedemin İnsanları'nı izledim. Çağan Irmak'ı çok başarılı buluyorum. TV'de "Bir Kadın Bir Erkek"i severek izliyorum. Yılda bir ODTÜ'de Amerikan Futbolu oynuyorum.