Ligin En Genç 1 Numarası Özkan Karabulut Rüştü Hayranı

Ligin en genç 1 numarası olan Özkan Karabulut, kaleciliğe 9 yaşında Gençlerbirliği`nde başladı ve 11 yıllık çabasının karşılığını yeni sezonda birinci kaleci konumuna gelerek aldı.


Henüz 20 yaşında olmasına rağmen olgun tavırları ve fikirleriyle dikkat çekici bir profil çizen Özkan Karabulut, kalecinin deli değil akıllı olması gerektiğini söylüyor ve yalnız adamlığın asosyallik anlamına gelmemesi gerektiğine dikkat çekerek saha içindeki iletişimin önemine vurgu yapıyor. Ümit Millî Takım`ın da kalesini koruyan genç file bekçisi üniversiteden mezun olabilmek için gün sayıyor.
``Rüştü Reçber Türk kaleciler için çok büyük bir örnek. Öyle ki, Beşiktaş maçında sahaya yan yana çıkarken onu seyrediyordum. Sonuçta 2002 Dünya Kupası`nda çocukken hayranlıkla izlediğim kaleciydi Rüştü abi.`` diyerek şöyle konuştu:
``Kalecinin topu iyi kullanması son dönemde öne çıkan bir özellik. Artık altyapılarda bu konunun üzerinde büyük bir önemle durulduğu için genç kalecilerin ayak tekniklerinin çok iyi olduğunu görüyoruz.
İzleyerek öğrenmek kesinlikle var. İki sene boyunca kulübede otururken Serdar abiyi izledim. Herkesin oyuncunun ayağına odaklandığı pozisyonda ben de o oyuncuyu görürüm ancak asıl odaklandığım yer kalecidir.
Eleştirilere açık olmak gerekiyor. Evet, hakkınızda iyi şeyler de söylüyorlar, kötü şeyler de. Kötü sözleri duymayayım diye kulağınızı kapatırsanız, faydalanmanız gereken sözleri de ıskalarsınız. En doğrusu her şeyi dinlemek ve bir süzgeçten geçirmek.
Bazı oyuncular büyük maçlarda "Özel bir şey yapmalıyım ve mutlaka kendimi göstermeliyim" diye düşünür ve gereksiz bir baskı altına girer. Bence sakıncalı bir yaklaşım bu. Ben o maçlarda sadece dünya yıldızlarıyla bir arada oynayacak olmanın keyfini almayı düşündüm.
İyi bir sinema izleyicisiyim. Seri filmlerin çoğunu izledim. Evimde bir DVD koleksiyonum var. Kitap okumayı seviyorum. Bu konuda kendimi hiç zorlamadım. "Dur şimdi bir kitap okuyayım" demedim hiç bir zaman. Genellikle kitaplar beni çeker ve okuyup giderim.``
TamSaha Dergisi`ne konuşan Özkan Karabulut`un röportajının detayları şöyle:
Kalecilik için "Akıllı adam işi değil" denir genellikle... Bu görüş hakkında ne düşünüyorsun?
Kaleciliğin akıllı adam işi olmadığı görüşüne katılmıyorum kesinlikle. Bence tam tersine, kalecilik akıllı adamın işidir. Sonuçta arkadan oyunu görebilmek, okuyabilmek, oyun hakkında bir yorum yapabilmek ve buna göre bir strateji geliştirebilmek için akıllı olmak gerekiyor.
Çocuklar aralarında top oynarken hep gol atan olmayı tercih eder. Futbola başladığın dönemde senin de böyle bir tercihin var mıydı? Kaleciliğe sonradan mı geçtin?
Kendimi bildim bileli kaleciyim. Asfaltta, betonda kalecilik yapardım. Mahallede ağabeyler toplanır, kendi aralarında kimin nerede oynayacağına karar verirken ben direkt kaleye geçerdim. Oyunculukta hiç gözüm olmadı. Çocukken de uzun boyluydum. Okula da 1 yıl erken başlamıştım. Hatta müdür bey doğum tarihime baktığında önce kaydıma karşı çıkmış, ama sonra beni görünce "Tamam başlasın" demiş.
Okuldan söz etmişken sorayım, eğitim hayatın devam ediyor mu?
Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu`nda okuyorum. Bu sene beşinci yılımdayım. Aslında mezun olmam gerekiyordu ama okul 1 yıl uzadı.
Okul hayatında iyi bir öğrenci misin? Eğitimle futbolu bir arada nasıl götürdün?
İlkokulu Süleyman Nazif İlköğretim Okulu`nda okudum. Orada gerçekten iyi bir öğrenciydim. Bahçelievler Deneme Lisesi`ne gittiğimde, sürekli okul takımındaydım. Okul takımıyla Türkiye Şampiyonluğu da kazanmıştık. Sürekli sporla haşır neşir olduğum için okulla çok ilgilenememe rağmen, ilkokulda edindiğim sağlam temel sayesinde hem liseden mezun oldum hem de üniversite sınavında istediğim bölümü kazandım. Okul hayatım boyunca yaramaz bir çocuk da olmadım. Kimseyle kavga etmeyen, saygılı bir öğrenciydim ve bu durum da eğitim hayatımı kolaylaştırdı.
Futbola nerede başladın?
1999`un kış döneminde Gençlerbirliği`nin futbol okuluna girdim. O dönemde 9 yaşındaydım. Ben Sivas Kangallıyım. Yaz tatilinde memlekete gitmiştim. İzmir`de yaşayan ve Altay`ın altyapısında oynayan kuzenim Serkan Özkan bana "Gençlerbirliği`nin altyapısı çok iyi, oraya git" diye bir tavsiyede bulunmuştu. Onun sözünü dinleyerek Gençlerbirliği`nin kapısından içeri girdim ve 11 yıldır da aynı kulüpteyim.
Futbola başladığında beğendiğin, onlar gibi olmak istediğin kaleciler var mıydı?
Benim başladığım dönemde Taffarel çok popüler bir kaleciydi. Galatasaray`la üst üste lig şampiyonlukları kazanmış ve son olarak da UEFA Kupası`nın alınmasına büyük katkı yapmıştı. Hocalarımız da onun ayak tekniğini ve oyun görüşünü örnek göstererek Taffarel`i bir idol olarak önümüze koymuştu. Hemen ardından da Mondragon geldi. O da fiziksel özellikleri çok daha ön planda olan bir kaleciydi. Beni de fiziksel olarak Mondragon`a benzetirlerdi. Yerli kaleciler arasında ise Rüştü ağabey çok ön plandaydı ve Türk kaleciler için çok büyük bir örnekti. Öyle ki, Beşiktaş maçında sahaya yan yana çıkarken onu seyrediyordum. Sonuçta 2002 Dünya Kupası`nda çocukken hayranlıkla izlediğim kaleciydi Rüştü abi.
Kalecilerin altyapılarda aldığı eğitimden söz edersek. Bugünün genç kalecilerinin aldığı eğitimin niteliği nasıl?
Kalecinin topu iyi kullanması son dönemde öne çıkan bir özellik. Son dönemde altyapılarda bu konunun üzerinde büyük bir önemle durulduğu için genç kalecilerin ayak tekniklerinin çok iyi olduğunu görüyoruz. Mesela altyapı eğitimini yakın zamanda alan Cenk Gönen ayak tekniğiyle, yan toplara çıkışıyla, oyunu okumasıyla, arkadaşlarıyla iletişimiyle daha eski kalecilere oranla farklı bir profil çiziyor. Çünkü bizler bu konularda çok küçük yaşlardan itibaren iyi bir eğitim sürecinden geçiyoruz. Altyapılarda pişerek geldik ve A2 takımında da tecrübe kazandık. A2`de oynanan futbolun A takımda oynanandan hiçbir farkı yok. A takım oyuncusundan ne bekleniyorsa, A2 takımı oyuncusundan da aynı şeyler bekleniyor. A2 takımında oynadıktan bir hafta sonra çıkıp A takım maçı oynadım ve heyecan duymak dışında hiçbir fark hissetmedim.
Genç kalecilerin giderek daha iyi eğitim almasında kaleci antrenörlerinin de payı büyük. Senin gelişme sürecine katkı yapan antrenörler hangileri?
Altyapıda ilk kaleci antrenörüm Turgay Keskin`di. Benim için müthiş bir hocaydı. Onun eline gittiğimde daha 9 yaşında bile değildim ve top tutmasını, arkadaşlarımla konuşmayı, kısacası bütün temel bilgileri ondan öğrendim. Daha sonra hocam olan Mehmet Biler`in Genç Millî Takımlara seçilmeme büyük katkısı oldu. Altyapıda yine Gürsel Şah Aydın ve Serkan Kaygusuz üzerimde emeği bulunan antrenörler. A takıma çıktığım son ise 3 yıldır ise Levent Zorluer Hocamla çalışıyorum. Bu süreçte A2 takımıyla da maçlara çıktım. Levent Zorluer ile A2`deki teknik direktörümüz Tanser Aydın ve kaleci antrenörümüz Murat Akarsu gerçekten de gelişimime büyük katkı yapan isimler. Bu üçlü sayesinde büyük bir aşama kaydettim ve yeniden Genç Millî Takımlara gitmeye başladım. Thomas Doll de 2010`un Mayıs ayında, henüz 18 yaşındayken bana güvenip Süper Lig`de görev verdi.
Kalecilikte izleyerek öğrenmek diye bir olgu var mı? Sen kenarda otururken ya da TV`den bir maçı seyrederken nelere dikkat edersin?
İzleyerek öğrenmek kesinlikle var. İki sene boyunca kulübede otururken Serdar abiyi izledim. Yaptıklarına ya da yapamadıklarına odaklandım. Kulübede oturan bir kalecinin maçı izlemesi diğer insanlardan farklıdır. Siz oyunun genelini izlersiniz ama ben bütün dikkatimi kaleciye veririm. Herkesin oyuncunun ayağına odaklandığı pozisyonda ben de o oyuncuyu görürüm ancak asıl odaklandığım yer kalecidir. Büyük takımlarla oynadığımız maçlarda da bir Rüştü abiyi, bir Volkan abiyi yine aynı dikkatle izlerim ve maç içindeki bütün hamlelerine dikkat kesilirim.

Böyle öğrenme amacıyla izlediğin yabancı kaleciler de var mı?
Mesela Victor Valdes var. Başlangıçta çok tepki çeken bir kaleci olsa da öyle bir gelişim gösterdi ki bence şu anda top tekniğiyle, reaksiyonlarıyla, pozisyon almasıyla dünyanın en iyi kalecilerinden birisi. Artık hiç kimse Valdes`in Barcelona kalesine yakışmadığını düşünmüyor. Reel Madridli Casillas ve Interli Julio Cesar da çağımız futbolunun örnek kalecileri.
Çağımız futbolu sence bir kaleciden neler istiyor?
Bir kere oyuna sürekli katılmasını istiyor. Ayak tekniğiyle, oyunu başlatmasıyla takımına güven vermesini istiyor. Bu konuda en iyi örnek de futbolu bırakan Van der Sar`dır.
Hocaların senin kalecilik özelliklerine ilgili neler söylüyor?
Yan toplar, oyun görüşüm ve oyuncularla iletişimim konusunda benden memnunlar. Ancak ben her zaman daha iyisinin yapılabileceğini düşünerek özelliklerimi geliştirmek için çaba harcıyorum. Ama asıl geliştirmem gereken konular ayak tekniğim ve topu oyuna sokma becerilerim.
Genç oyuncuların yaşadıkları en sorunlu dönem genç takımdan A takıma geçiş dönemidir. Biz bu dönemde pek çok oyuncuyu kaybederiz. Sen bu devreyi başarıyla geçerken neler yaptın?
Öncelikle eleştirilere açık olmak gerekiyor. Söylenenler bir kulağınızdan girip diğerinden çıkmamalı. Evet, sizin hakkınızda iyi şeyler de söylüyorlar, kötü şeyler de. Kötü sözleri duymayayım diye kulağınızı kapatırsanız, faydalanmanız gereken sözleri de ıskalarsınız. En doğrusu her şeyi dinlemek ve bir süzgeçten geçirmek. Öte yandan altyapıda maç oynamak da çok önemli. Benim en büyük avantajım bu oldu. Genç takımların her kategorisinde bana güvenildi ve şans verildi. Oynayan bir kaleci olarak önümde hep yeni bir hedef oldu. 1991 doğumluyum ama 1988`lilerle oynadım. Bu sayede 3 yıllık ekstra tecrübe kazandım. 3-4 yıl önce A takımla antrenmanlara çıkmaya başlamıştım ve bu da benim için büyük bir avantajdı.
Yani sürekli önünde hedefler olan bir oyuncu olarak hep motive kaldın.
Aslında önüme "İki yıl sonra şurada olacağım" gibi hedefler koymadım. Böyle yaparsanız anı kaçırabiliyorsunuz. Üstelik o hedefinize ulaşamadığınızda bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Ben hep bulunduğum anda neler yapmam gerektiğini düşündüm. Sadece oynadığım sezonda başarılı olmayı ve kendimi geliştirmeyi hedefledim. Bunu yaptığınız zaman zaten başarınız sizi gitmeniz yere getiriyor. Belki çoğu arkadaşımız koydukları hedeflere ulaşamamanın moral bozukluğuyla futboldan kopmuştur.

Futbolumuzda bir süredir Türk kaleciler dönemi yaşanıyor. Sence ne değişti de takımlar artık Türk kalecilere bu kadar güven duymaya başladı?
Biraz önce söylediğim gibi kaleciler altyapılardan çok donanımlı bir biçimde geliyor. Türk hocalar yerli kalecilere güvenerek görev vermeye başladı. Oynayan kaleciler de başarılı olunca kapılar ardına kadar açıldı. Geçtiğimiz sezon büyük takımların kalesinde Rüştü Reçber, Hakan Arıkan, Cenk Gönen, Volkan Demirel, Onur Kıvrak, Tolga Zengin oynadı. Bizim takımda Serdar Kulbilge vardı, onun ardından 19 yaşında ben oynadım. Geçmişte Türk kaleciler hakkındaki "Acaba yapabilir mi?" biçimindeki soru işaretleri ortadan kalktı. Bunu da Türk kaleciler kendi kendilerine başardı. Aldıkları görevleri başarıyla yerine getirdiler ve bütün önyargıları bitirdiler. Onur abi 18 yaşında Trabzonspor gibi baskının yoğun olduğu bir takımda oynadı ve başarılı oldu. Bu tablo benim gibi genç kalecilere de "O zaman ben de yapabilirim" diye bir güven duygusu veriyor doğal olarak.
Aykut Erçetin`le yaptığım röportajda, kalecinin takımın güven noktası olduğunu ve arkadaşlarını sakinleştirmesi gerektiğini söylemişti. Sen bu tanıma ne kadar uyan bir kaleci olduğunu düşünüyorsun?
Gerçekten de kaleci takımın güven noktasıdır. Kaleci, takım arkadaşlarına güven vermeli ve aynı zamanda bu güveni verebildiğini de hissetmeli. Ben geçen sezon oynadığımda 19 yaşındaydım ama takım arkadaşlarımın bana güvendiğini biliyordum. Takımın bana en yakın olduğu anlar korner atışlarıdır. Abilerimin o anlarda kullandıkları cümlelerle bana güvendiklerini anlayabiliyordum.
Bu güveni nasıl verdiğini düşünüyorsun? Uzun süredir onlarla antrenmana çıkmana mı?
Uzun süre A takımla antrenmana çıkabilir ama yine de bir güven duygusu veremeyebilirsiniz. Ben A takıma çıktığımda 16 yaşındaydım ve o dönemde kimse benden bir şey beklemiyordu. Güveni ancak maçta sağlayabilirsiniz. İlk 15 dakikada yaptığınız küçücük hareketler bile sizin nasıl bir kaleci olduğunuzu göstermeye yetebilir. İlk çıktığım maç Gaziantepspor maçıydı. O sırada 18 yaşındaydım. Maçtan önce Doll`ün bana güvendiğini hissettim. İlk 10 dakikanın sonunda aynı güven hissini takım arkadaşlarımdan da aldım.
Bu ilk maçlar da çok önemli genç oyuncuların hayatında. Arda Turan, "İlk maçımda başarılı olmasaydım, ben şimdi yoktum" demişti.
Bu söz benim için de geçerli. İlk maçın önemi gerçekten çok büyük. Ben 2009-10 sezonun son haftasında Gaziantepspor deplasmanında bitmiş bir ligin maçını oynadım aslında. O gün benden kimse bir şey beklemiyordu belki. Ama ben o bitmiş ligin maçında kendimi gösterebilmeyi başardım. Ertesi sezon Hacettepe`ye gitmem söz konusuydu ama o günkü performansım Gençlerbirliği`nde kalmamı sağladı.

Peki, Gençlerbirliği`nde yedek bekleyeceğine Hacettepe`ye gitseydin ve daha çok oynasaydın daha iyi olmaz mıydı?
Bu konuda bir şey söylemek kolay değil. Hacettepe`ye gidip bütün sezon oynasaydım ve ertesi sezon Gençlerbirliği`ne dönüp yine kulübede otursaydım bu bana çok şey kaybettirebilirdi. Ama ben Gençlerbirliği`nde kaldım ve geçtiğimiz sezon kupayla birlikte 10 maç oynadım. Aralarında Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş maçları ve bir de kupa yarı finali var. Bunlar genç bir kaleci için çok önemli tecrübeler.
Fakat sen bu oynama fırsatını Serdar Kulbilge`nin sakatlanması sayesinde bulabildin. Serdar sakatlanmasaydı bütün sezonu kenarda da geçirebilirdin.

Doğru ama bu bir risk. Ben bir risk aldım ve sonucunda da 10 maç oynayıp kendimi gösterme fırsatını yakaladım. Oynadığım ilk maçtan sonra da kendimden söz ettirmeyi başarabildim.
Oynadığın Süper Lig maçları arasında unutamadıkların var mı?
İnönü Stadı`nın o müthiş atmosferinde oynadığım Beşiktaş maçı unutulmaz. Önceki sezon da Süper Lig`deki ilk maçım olan Gaziantepspor karşılaşmasında giydiğim formayı kimseye vermedim, hâlâ saklıyorum. Bir de bu sezon Sivasspor maçında 58 numarayı giydiğimi gören rakip taraftarların beni tribüne çağırıp alkışlaması harikaydı. Yani her maçta farklı bir şey yaşayabiliyorsunuz bu ligde.
Üç büyük takıma karşı da oynadın. O maçların havası farklı oluyor mu?
Büyük takımlara karşı oynamak muhteşem bir şey. Geçtiğimiz sezon ikinci maçım 3-0 yenildiğimiz Fenerbahçe karşılaşmasıydı. Isınmaya çıktığımda stat dolu değildi ama birdenbire yükselen o protesto ıslıkları bile kulakları sağır ediciydi.
Bu durum genç bir oyuncuyu olumsuz mu etkiliyor?
Benim açımdan hayır. 19 yaşında Kadıköy`de maça çıktığımı düşünerek mutlu olmuştum. O yaşta, o statta oynamak çok az oyuncuya nasip olmuştur. O gün sadece keyif almayı düşünmek gerekiyor. Kendinizi strese sokmanız ya da kasmanız bir yarar getirmiyor size. Bazı oyuncular bu tip maçlarda `Özel bir şey yapmalıyım ve mutlaka kendimi göstermeliyim` diye düşünür ve gereksiz bir baskı altına girer. Bence sakıncalı bir yaklaşım bu. Ben üç büyük takıma karşı maça çıkarken sadece dünya yıldızlarıyla bir arada oynayacak olmanın keyfini almayı düşündüm. Mesela Beşiktaş maçında yaptığım kurtarış, haftanın kurtarışı seçildi. Ama benim maça çıkarken, "Haftanın kurtarışını yapmalıyım" gibi bir düşüncem yoktu. O rahatlığı yakaladığınızda ve sadece oynayacağınız oyundan keyif almayı düşündüğünüzde maçın sonunda bir de bakıyorsunuz ki haftanın kurtarışını siz yapmışsınız. Bence ekstra motivasyona gerek yok. Sadece fiziksel olarak çok iyi hazırlanmanız yeterli.
Ligde çekindiğin, bir kaleci için tehlikeli bulduğun forvetler var mı?
Ben bu olaya da farklı bakmaya çalışıyorum. Karşınızda oynadığınız oyuncu ne kadar kaliteliyse sizin de motivasyonunuz o kadar yükseliyor. A2 takımında zaten o an için bir kariyeri bulunmayan pek çok oyuncuya karşı oynadım. Hiç değilse A takım maçlarında dünya yıldızlarıyla buluşuyor olmanın tadını çıkarmak gerekiyor.
Kendinle ilgili eleştiriler yapar mısın?
Oynadığım bütün maçların CD`si bende mevcuttur. Her maçtan sonra hocalarımla nelerin eksik olduğunu, nelerin doğru yapıldığını konuşurum. Maç CD`lerini ise maçın oynandığı günün akşamında sıcağı sıcağına izlemek pek bir şey kazandırmıyor. Ertesi gün dingin bir kafayla ve sağlıklı bir düşünce yapısıyla izlemenin daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Gençlerbirliği`nde senden daha tecrübeli Ramazan Köse varken Serdar Kulbilge`nin yokluğunda kaleyi sen devraldın. Aranızdaki rekabetten bize biraz söz eder misin?
Ramazan Köse benden 3 yaş büyük. Giresunspor`da 1.5 yıl kiralık olarak oynamış ve Gençlerbirliği`ne dönmüştü. Bense Hacettepe`ye gitmek üzere olan bir kaleciyken Gaziantepspor maçındaki 90 dakikalık performansımla takımda kalmıştım. Benim avantajım Thomas Doll`ün beni tanımasıydı. Kadroya Ramazan abiyle dönüşerek giriyorduk. Kadroya girdiğim Ankaragücü karşılaşmasında Serdar abi sakatlanınca da doğal olarak ben oynadım. Sonrasında da yine ikinci kaleci olarak ben düşünüldüm.
Yeni sezonda Gençlerbirliği`nin birinci kalecisi sen mi olacaksın?
Şu anda öyle görünüyor. Kadroda benim yanı sıra Ramazan Köse ve Dardanelspor`dan gelen Ferhat Kaplan var. Kulüp yönetimi bizimle bir toplantı yaptı ve "Siz kampı iyi geçirirseniz yabancı kaleci almayacağız" dedi. Ben elimden geleni yapacağım ama hâlâ genç bir kaleciyim ve kendimi kanıtlamak zorundayım. Hâlâ öğrenmem gereken çok şey var. Dolayısıyla kulübümüz yabancı bir kaleci alırsa yıkılmam ve bunu anlayışla karşılayabilirim. Ama bana şans verilirse de bu ağırlığı kaldırabilecek nitelikte olduğuma inanıyorum.
Millî Takımlara çağırılmak senin moral motivasyonunu nasıl etkiliyor? Bu formayı giymek sana neler katıyor?
Dediğiniz gibi moral motivasyon olarak çok önemli. 2.5 yıl uzak kaldığım bir dönem geçirdim ve o dönemde her kadro açıklandığında içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Bir beklentiye giriyorsunuz ve olmayınca ister istemez buruklaşıyorsunuz. Ama uzak kalmak insanın kendisini geliştirmesini de sağlıyor. Yeniden oraya dönebilmek için daha fazla çabalıyorsunuz. Ben U16`da millî olmuştum. Sonrasında 3 yıla yakın bir süre uzak kaldım. Ardından U19 Millî Takımı`na gelerek Elit Tur oynadım. İki senedir de kadronun içinde bulunuyorum ve artık Ümit Millî Takım oyuncusuyum. Bir de sizi yukarıya daha çabuk iten bir karşılıklı etkileşim var burada. Ben A2 takımında oynarken U19 Millî Takımı`na seçilmiştim. U19`da oynayınca kulübümde "Bu çocuk A takımda da oynayabilir" düşüncesi doğdu. Orada A takımda oynayınca şimdi Ümit Millî Takım kalecisi oldum.
Geleceği düşünmek yerine bugünü yaşadığını söyledin ama senin de mutlaka bir kariyer planlaman olmalı.

Öncelikle bu sezon Gençlerbirliği`nde kendimi kabul ettirmek istiyorum. Sonrasında her oyuncu gibi ben de büyük takımlarda ya da Avrupa`da oynamak isterim tabii. Ama ben bunların zamanla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Eğer bu sezondan itibaren istikrarla oynamaya başlarsam, gelecekte diğer hedeflere de ulaşabileceğimi biliyorum.
Futbol dışındaki hayatında neler var?
İyi bir sinema izleyicisiyim. Seri filmlerin çoğunu izledim. Evimde bir DVD koleksiyonum var. Kitap okumayı seviyorum. Bu konuda kendimi hiç zorlamadım. "Dur şimdi bir kitap okuyayım" demedim hiç bir zaman. Genellikle kitaplar beni çeker ve okuyup giderim.
Kaleciler için yalnız adam denilir genellikle. Saha içi açısından evet ama bu durum saha dışında da böyle midir? Gerçi bu röportaj sırasında öyle olmadığını gösterdin ama yine de sorayım, içine kapanık birisi misin?
Saha içindeki yalnızlık doğru gerçekten de ama ben içe kapanık birisi değilim. İnsanlarla iyi ilişkiler kurabilen, sıcak diyaloglara girebilen birisiyim. Sahanın içinde de takım arkadaşlarımla diyaloglarımı hiç koparmam.

Saha içindeki bu diyalog nasıl sağlanıyor? Bir çok yabancı oyuncunuz da var.
İngilizce kursuna gidiyorum ve lisanımı giderek geliştiriyorum. Diğer yandan yabancı oyuncularımız da Türkçe öğreniyor. Bir de ben ilk büyük maçımı Kadıköy`de oynamıştım, o atmosferde 5 metre önümdeki arkadaşım bile bağırmama rağmen beni duymuyordu. Ama ne yapıp edip takımınızla iletişimi sağlamak ve onları yönlendirmek zorundasınız.

Gençlerbirliği`nde genç oyunculara katkı yapan ustalar var mı?
Başka takımlardan da genç oyuncu arkadaşlarım var ve onlardan çok farklı şeyler duyabiliyorum. Ama Gençlerbirliği`nde genç oyuncu olarak abilerimden bugüne kadar hiç ağır bir söz işitmedim. Geçen sezon Cem Can abi takımın büyüğü olarak bize hep yol gösterdi. İkinci yarıda Burak abi geldi, stoper oynuyordu ve bana güvendiğini her zaman belli etti. Şimdi Fenerbahçe`ye giden Orhan abi yine müthiş bir insandı. Sol bekimiz Murat abi keza öyle. Gençlerbirliği`nin en büyük farkı budur diyebilirim. Büyükler küçükleri ezmek yerine her zaman kol kanat geriyor. Üstelik uyarmaları gerektiğinde de mutlaka devreye giriyor ve yol göstermeyi de biliyorlar.

Profesyonelce yaşantısıyla örnek aldığın oyuncular var mı?
Serdar abi var mesela. Antrenman biterdi, salona inerken, "Özkan gel" derdi. Gitmemek mümkün değil zaten (gülüyor). İdmanını yapar, odasında dinlenir ve hayatının büyük bir bölümünü tesislerde geçirirdi. Cem abi de aynı biçimde örnek bir profesyoneldir. Ama kaleciler genellikle kendi aralarında çalıştıkları için daha çok onları görüyor ve kendinize örnek alıyorsunuz.