Mehmet Topal: Türkiye'de Futbol Oynamak çok zor
Futbol kariyeri boyunca dev adımlarla sıçramayı başaran bir oyuncu olarak dikkat çeken ve İspanya'da top koşturan Mehmet Topal, Türkiye'de futbol oynamanın çok zor olduğunu söyledi.
Futbol kariyeri boyunca dev adımlarla sıçramayı başaran bir oyuncu olarak dikkat çeken ve İspanya‘da top koşturan Mehmet Topal, Türkiye‘de futbol oynamanın çok zor olduğunu söyledi.
Önce Dardanelspor‘dan gelip Galatasaray‘da parlayan ve ay - yıldızlı formayı kapan, ardından da Türk futbolcusu için kâbus gibi görünen bir sınırı aşıp İspanya‘nın en önemli takımlarından Valencia‘ya transfer olan Mehmet Topal, Nihat dışındaki bütün Türk oyuncuların neredeyse senesini doldurmadan geri döndüğü İspanya‘da, Valencia gibi büyük bir takımın banko isimleri arasına girmeyi başardı. Genç oyuncu, Türkiye ve İspanya‘daki futbol felsefelerini kıyaslarken, çok çarpıcı tespitlerde bulunuyor.
‘‘Eğer bir yola çıkarsam, sonunda başarıyı getirmeden o işi kesinlikle bırakmıyorum. Zaman zaman olumsuzluklar, büyük sıkıntılar yaşadık. Bunlar da hayatın içinde olan şeyler. Eşimin desteğiyle İspanya’daki ilk sezonumda zorlukları aştığımı düşünüyorum.‘‘ diyen Mehmet Topal, şöyle devam etti:
‘‘İspanya‘da bütün takımlar futbol oynamaya çalışıyor. Oyun çok fazla durmuyor. Sahadaki herkes yaptığı işten zevk almaya çalışıyor. Taraftarlar da eğlenmek için tribünlere geliyor, oyunculara hakaret etmek için değil.
Takımdaki bütün arkadaşlarımla aram çok iyi. Golf ve tenisin “court tennis” denilen türü İspanya’da oldukça popüler. Takım arkadaşlarım ikisini de inanılmaz iyi oynuyor. Ben de onlara uyum sağlamaya çalışıyorum.
Avrupa’da iyi mücadele etmenize rağmen kaybetseniz bile taraftarlarınız sizi alkışlıyor. Örneğin, Villarreal derbisini 5-0 kazandık ama Villarrealli taraftarlarla futbolcular iç içeydi. Deplasmanlarda hakaret işitmiyorsunuz. Tam aksine insanlar sizinle fotoğraf çektirmek istiyor.
Ligin son maçında Deportivo ile oynadık. Ligde kalmaları için beraberlik yetiyordu. Ama biz kazandık ve rakibimiz küme düştü. Maçtan sonra hiçbir sıkıntı yaşamadan stadyumdan ayrıldık. Ne bir kavga ne de gürültü oldu.
Barcelona’nın bu seviyeye gelmesinde Rijkaard’ın çok büyük payı var. Ama Türkiye‘de ona gereken zaman tanınmadı. İstediği bazı oyuncuların transfer edilememesi de kafasındaki oyun sistemini oturtmasını güçleştirdi. Ülkemizde futbol oynamanın da teknik adamlık yapmanın da çok zor olduğunu kabul etmeliyiz.
Türk futbolunun gelişmesini istiyorsak, maç tempolarını ve sayılarını artırmalıyız. İspanya’da Salı, Cumartesi, Pazartesi maç yapıyoruz. Hafta aralarında Şampiyonlar Ligi ve Kral Kupası karşılaşmalarına çıkıyoruz. Çok maç oynadıkça daha iyi bir takım haline geliyorsunuz.
Millî Takım’a çağrılmadığım zamanlarda çok üzüldüm. Takım arkadaşlarım beni teselli ediyor, hocam da önüme bakmam gerektiğini söylüyordu. Karakter olarak bu yapıya sahip olduğum için hep işime baktım.
En iyi oyuncu Messi diyeceğim ve klasik olacak ama o gerçekten inanılmaz. Allah ona çok özel bir yetenek vermiş. Başka sözlerle ifade etmeye çalışıyorum ama diğer türlüsü de ona haksızlık olur. En iyi orta saha oyuncusu da Barcelona’dan Xavi diyorum.‘‘
Futbol Federasyonu basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha dergisine konuşan Mehmet Topal‘ın röportajının ayrıntıları ise şöyle:
2010-11 sezonu senin için nasıl geçti İspanya’da? Adaptasyon sorunu yaşadın mı? Takım arkadaşlarının ve hocanın sana yaklaşımı nasıldı ilk başlarda?
Kendi açımdan çok iyi geçtiğini söyleyebilirim. İki ay süren bir sakatlık dönemi dışında hemen hemen tüm maçlarda forma giyme şansı buldum. Sezon başlamadan önceki hedefimiz şampiyonluk, bu olmazsa ligi ilk üç sıra içerisinde bitirmekti. Koyduğumuz hedefe ulaşmayı başardık. Bundan dolayı da mutluyuz. Valencia’ya gittiğim ilk iki ay çok zorluk çektiğimi söyleyebilirim. Fakat hem hocamız hem de takım arkadaşlarım bana çok yardımcı oldu. Hemen hemen her sıkıntımı çözmeye çalıştılar, benimle hep ilgilendiler. Yakaladığım başarıda onların da payı olduğunu düşünüyorum.
Geçmişte İspanya‘ya giden Nihat dışındaki Türk oyuncuların önemli bir bölümü ilk sezonlarını tamamlayamadan geri döndü, sense Valencia‘da oldukça başarılı bir sezonu tamamladın. Senin İspanya‘da tutunmanı sağlayan fark neydi? Sence diğer Türk oyuncular neden çok çabuk geri döndü?
Eşimin benim hayatımda önemli bir yeri var. Her konuda eşimin çok yardımını gördüm. Zorlandığımız konularda birbirimize hep destek oluruz. Benim yaşam felsefem ve karakterimde şu özellik vardır; eğer bir yola çıkarsam, sonunda başarıyı getirmeden o işi kesinlikle bırakmıyorum. Zaman zaman olumsuzluklar, büyük sıkıntılar yaşadık. Bunlar da hayatın içinde olan şeyler. Eşimin desteğiyle İspanya’daki ilk sezonumda zorlukları aştığımı düşünüyorum.
La Liga için dünyanın en teknik ve pas yapılan ligi diyebiliriz. Sen de iki ayağını da kullanabilen, oyunun iki yönünü de oynayabilen bir futbolcusun. Bu özelliklerinin işini kolaylaştırdığını düşünüyor musun bu ligde?
Evet, bu özelliklerimin büyük etkisi oldu. Futbola başladığım ilk dönemlerde, sadece sağ ayağımı kullanıyordum, sol ayağımı neredeyse hiç kullanmıyordum. Çanakkale Dardanelspor’da oynarken hocalarımla yaptığım bir görüşmeden sonra artık sol ayağımı da geliştirmem gerektiğini anladım. Kimse bana bir şey söylemeden bu hisse kapıldım. Bundan sonra da hep sol ayağımı güçlendirmeye yönelik çalışmalar yaptım. Futbolda bir oyuncunun her iki ayağını da kullanabilmesi şüphesiz büyük bir avantaj. Bazı pozisyonlarda pası solla vermeniz gerekirken, sağ ayağınızı kullanmanız zaman kaybına yol açabiliyor. Sizin de söylediğiniz gibi İspanya Ligi hem çok teknik hem de pas oranı çok yüksek. Ben de bu düzene adapte olmaya çalışıyorum. Her gün pas yüzdemi artırmak ve oyun kalitemi yükseltmek için çalışmalar yapmaya gayret ediyorum.
La Liga ile Süper Lig’deki oyun anlayışlarının farkı ortada. Ancak bu ligin farklarını sahada görmüş biri olarak senin bu konu hakkındaki yorumlarını alabilir miyiz?
Öncelikle bütün takımlar futbol oynamaya çalışıyor. Kimse “Defansif bir tertiple sahaya çıkalım” veya “Bugün kapanalım” gibi bir anlayış içerisinde değil. Oyun da çok fazla durmuyor. Sahadaki herkes yaptığı işten zevk almaya çalışıyor. Taraftarlar da eğlenmek için tribünlere geliyor, oyunculara hakaret etmek için değil. Türkiye’de de artık bu konuda bir ilerleme olduğunu ve bazı şeyleri aştığımızı düşünüyorum. Türkiye’de futbol oynamak biraz daha zor diyebilirim. Çünkü bizim ülkemizde oyun daha çok güce dayanıyor. Bizim ligimizde de oyun sık durmasa, herkes futbol oynamaya ve oyundan zevk almaya çalışsa iki ülke futbolu arasında fazla fark kalmaz.
Valencia’da saha içinde ve dışında en iyi anlaştığın oyuncular kim?
Saha içinde bütün takım arkadaşlarınızla iyi anlaşmak zorundasınız çünkü takım olmanın temel faktörü uyumdur. Uyumunuz ne denli yüksekse başarı da o kadar yüksek olur. Takımdaki bütün arkadaşlarımla aram çok iyi. Çoğunlukla akşamları yemeğe çıkıyoruz. Arada tenis oynuyoruz. Benim de artık golf oynamayı öğrenmemi istiyorlar. Bazen de golf oynuyoruz. Bu tür organizasyonlara takım halinde gittiğimiz de oluyor.
Golften zevk aldın mı peki?
İlk defa Valencia’da oynadım. Golf ve tenisin “court tennis” denilen türü İspanya’da oldukça popüler. Takım arkadaşlarım ikisini de inanılmaz iyi oynuyor. Başta onların içinde kendimi kötü hissetim ama yavaş yavaş deneyim kazanıyorum.
İspanya’daki günlerin nasıl geçiyor? Boş zamanlarında neler yapıyorsun? Türkiye’yi özlediğin oluyor mu?
Valencia orta büyüklükte, güzel bir sahil kenti. Kendi halinde, tatlı bir şehir diyebilirim. İdmanlardan sonra genelde bir saat kadar dinleniyorum, daha sonra yemeğimi yiyorum. Akşamları yemeğe çıkıyoruz. Yazın, kamp olmadığı zamanlarda denize gidiyoruz. Valencia’nın tarihi yerleri de çok meşhur. Ayrıca, dünyanın en iyi hayvanat bahçelerinden bir tanesi de bu kentte. İmkânımız el verdiği müddetçe gezmeye çalışıyoruz.
İki ülkede de önemli ve şampiyonluk hedefinde olan takımlarda forma giydin. Yani iki ülkede de şampiyonluk baskısını az çok yaşadın diyebiliriz. Sana göre iki ülke taraftarının takıma destek ve baskı açısından farkları neler?
Eğer bir yerde başarı beklentisi varsa, destek de en yüksek seviyede olmalı diye düşünüyorum. Türkiye’de büyük kulüplerde oynadığınız zaman, haliyle camianız ve taraftarlarınız sizden her sezonda başarı ve şampiyonluklar bekliyor. Bu anlamda baskı Türkiye’de daha fazla diyebilirim. Yurtdışında takımlar ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Bazen her şey yolunda gitmeyebiliyor. Bu durumda taraftarlar desteklerini esirgemiyor. Herhangi bir kötü yaklaşımları olmuyor. Türkiye’de bazen kimi insanlar bu tür tahriklere kapılabiliyor. Avrupa’da eğer sahada iyi mücadele etmenize rağmen maçı kazanamazsanız, taraftarlarınız sizi alkışlıyor. Örneğin, Villarreal-Valencia derbisi İspanya’da çok önemlidir. Biz maçı 5-0 kazandık ama Villarrealli taraftarlarla futbolcular iç içeydi. Bunun dışında, deplasman maçlarına gidiyorsunuz, rakip takımın taraftarları size hiçbir zaman hakaret veya küfür etmiyor. Hatta yanlarına çağırıp fotoğraf çektirmek istiyorlar. Ligin en son maçında Deportivo ile oynadık. Sonuç olarak, onlara ligde kalmaları için beraberlik bile yetiyordu. Ama biz maçı kazandık ve rakibimiz küme düştü. Maçtan sonra hiçbir sıkıntı yaşamadan stadyumdan ayrıldık. Ne bir kavga ne de gürültü oldu. Aksine, taraftarlar Deportivolu oyuncuları tek tek tribünlere çağırıp alkışladı.
Galatasaray‘da oynadığın yıllar futboluna neler kattı? Gerets, Kalli, Rijkaard, Skibbe ve Bülent Korkmaz gibi teknik direktörlerle çalıştın. En iyi performansını hangi hoca ile sergilediğini düşünüyorsun? Hangisinin senin gelişimine ne gibi katkısı oldu?
Bülent Hoca benim çocukluğumdan beri hep saygıyla ve çok severek izlediğim bir futbolcuydu. Çocukken hep onunla oynama hayali kurardım ve onun hırsını, sahadaki mücadelesini örnek alırdım. Galatasaray’da onunla çalışma şansını yakaladım. En başarılı dönemim ise Feldkamp zamanıydı. O sezon hocamız bitime beş hafta kala ayrılmıştı ve göreve Cevat Güler gelmişti. Daha sonra Cevat Hoca ile şampiyonluk geldi, biliyorsunuz. Bülent Hoca da benimle çok ilgilenirdi, üzerime çok düşerdi. Her zaman yaşadığı tecrübeleri bana aktarmaya çalışırdı. Benim için önemli olan hocalardan biri olarak onu sayabilirim.
Unai Emery oldukça genç bir hoca. Valencia onun en önemli deneyimi ve 3 sezondur bu takımda. Futbolculuk döneminde de hemen hemen senin oynadığın mevkide oynamıştı. Emery ile diyalogun nasıl? Kendi futbolculuk deneyimlerini seninle paylaşıyor mu?
Günümüz futbolunda tüm hocalar oyuncularına yardım ediyor ve eksiklerini gidermek için ellerinden geleni yapmaya çalışıyor. Benim de Emery ile hiçbir sorunum yok. Valencia’ya gittiğim günden beri benimle ilgileniyor. Eğer eksik bir yanımı görürse, onu geliştirmem gerektiğini açıkça söylüyor. Galatasaray’dayken kornerlerde ve duran toplarda hiç ileri çıkmazdım. Geride kalıp defanstaki organizasyonu sağlardım. Ama Valencia’ya gittiğimde, fiziğimden dolayı hocamız benim bu özelliğimi geliştirmem gerektiğini söyledi. Bu nedenle tüm yan top ve frikiklerde beni hücuma gönderdi. Hocamız, sezon sonunda bitecek sözleşmesini uzattı. Bunun da takım üzerinde olumlu bir etkisi olacağına inanıyorum, çünkü takımı çok iyi tanıyan bir kişi. Ben de böyle bir teknik adamla çalıştığım için mutluyum.
İSPANYA‘YI SEÇTİĞİM İÇİN ŞANSLIYIM
2007’de TamSaha’ya verdiğin röportajda "Galatasaraylı Mehmet Topal olarak anılmaya başladıktan sonra da Avrupa‘da oynamak amacındayım. Tercih olarak da İngiltere Ligi‘nde futbol oynamayı çok isterim" demiştin. Bu sözlerin yola çıkarak İspanya’da oynamaktan mutlu musun? Yoksa aklının bir köşesinde Premier Lig var mı hâlâ?
2008 Avrupa Şampiyonası’ndan sonra İngiltere’den birçok teklif aldım. Ancak Galatasaray o dönemde benim kalmamı istedi. Ben de bu karara saygı duydum ve mücadele azmimi hiç kaybetmedim. Her zaman en beğendiğim ligin İngiltere olduğunu, arkasından da İspanya’nın geldiğini söylemiştim. Çocukluğumdan beri İngiltere’de oynamayı hayal etmiştim ama şimdi İspanya’ya gitmek kısmet oldu. Burada oynanan futboldan daha fazla zevk alınıyor. İngiltere’de mücadele ön planda ve biraz daha sert bir futbol oynanıyor. Bu yüzden, İspanya seçimini yaptığım için şanslı olduğumu düşünüyorum.
Son yıllara İspanya’da Barcelona hegemonyası olduğunu görüyoruz. Onun peşinde de Real Madrid var. Şampiyonluk yarışı bu iki takımın arasında geçiyor sürekli. Valencia da Sevilla ve Villarreal ile birlikte bu iki takımın arkasında Şampiyonlar Ligi’ne katılabilme yarışı yapıyor. Ama gerek oyun, gerekse de puan olarak bu iki takımın oldukça gerisinde kalıyorlar. Geride bıraktığımız sezonda da bu duruma tanıklık etmiş bir oyuncu olarak bu farkı nasıl değerlendiriyorsun?
Barcelona’nın bu seviyeye gelmesinde Frank Rijkaard’ın çok büyük payı olduğunu düşünüyorum. Şu anda gördüğümüz ekibi aslında onun kurduğunu söyleyebilirim. Hem Barcelona hem de Real Madrid gerçekten çok büyük kulüpler. Bu sene biz Valencia olarak onlara şampiyonluk yolunda epeyce zorluk çıkardık. Ligin ilk beş haftasında lider olduk. Ancak iki takım da çok özel futbolculara sahip. Şahsen artık bazı şeylerin değişmesini çok istiyorum çünkü yıllardan beri ya Barcelona ya da Real Madrid şampiyon oluyor. İlerleyen yıllarda bu iki ekibin yarışına başka takımların katılacağına inanıyorum.
Rijkaard bu denli önemli bir işe imza atmışken, Galatasaray’ın başındayken neden başarıyı yakalayamadı sence?
Rijkaard gibi teknik adamlar Avrupa futbolundan geldikleri için daha sakin kafayla, biraz daha rahat hareket ediyor. Mesela takımı kampa almıyorlar. Ayrıca oyun felsefesini takıma benimsetmesi ve ekibi oluşturması için onlara Avrupa’da daha fazla zaman tanıyorlar. Türkiye’de maalesef bu olmuyor. Camia ve taraftarlar her şeyin bir anda olmasını, başarıların hemen gelmesini istiyor. Rijkaard da birçok kez daha zamana ihtiyacı olduğunu söylüyordu. İstediği bazı oyuncuların transfer edilememesi de kafasındaki oyun sistemini oturtmasını güçleştirdi. Ülkemizde futbol oynamanın da teknik adamlık yapmanın da çok zor olduğunu kabul etmeliyiz. Ben Rijkaard’ın istediği oyuncular alınsaydı ve kendisine daha fazla şans verilseydi başarılı olabilirdi diye düşünüyorum.
Valencia bu farkı kapatmak ve şampiyonluk yarışına ortak olmak için neler yapmalı gelecek sezonlarda? David Villa ve Silva takımdan ayrılmasına rağmen geçen sezona fırtına gibi bir başlangıç yaptınız ancak devamını getiremediniz...
İlk önce çok iyi bir takım kurmanız gerekiyor. Biz lige iyi bir başlangıç yapmıştık ancak hem Şampiyonlar Ligi hem de Kral Kupası ile birlikte haftada 2-3 maçın oynanması takımın performansını bir nebze düşürmüştü. İyi gittiğimiz dönemde üç futbolcumuzun yaşadığı sakatlıklar da bu düşüşü etkileyen bir faktördü. Ben şu anda ekibimizin gelecek sezon da şampiyonluğu kovalayacak kalitede olduğuna inanıyorum. Sezona girerken David Villa ve David Silva’nın transfer olmaları taraftarlarımızın kafasında soru işaretlerine neden olmuştu. Ama biz tüm endişeleri ortadan kaldırdık diye düşünüyorum. Başarılı olmak istiyorsanız bir aile gibi olmalısınız. Biz de bunu sağladık. Eğer bu kadroyu bozmazsak birkaç yıl içinde Barcelona ve Real Madrid ile şampiyonluk yarışı yaparız.
Üç kulvarda mücadele etmenin zorluklarından bahsettin. Sen de biliyorsun ki Türkiye’de oyuncular İspanya’daki kadar çok maça çıkmıyor. A Millî Takım Teknik Direktörü Guus Hiddink’e, “Türk futbolu nasıl gelişecek?” diye sorulduğunda, şartlardan bir tanesinin “daha fazla maç yapmak” olduğunu söylemişti. Sen bu görüşe katılıyor musun?
Kesinlikle katılıyorum. Çok doğru bir konuya değindiniz. Futbolumuzun ne kadar çok gelişmesini istiyorsak, maç tempolarını ve sayılarını o derece artırmalıyız. Biz İspanya’da Salı, Cumartesi, Pazartesi maç yapıyoruz. Hafta aralarında Şampiyonlar Ligi ve Kral Kupası karşılaşmalarına çıkıyoruz. Sezon başında iyi yüklemelerimiz oluyor ama sezon içerisinde de bu yüklemeleri maç oynayarak kazandığımızı düşünüyorum. Zaman zaman yorgunluklar veya performans düşüklükleri ister istemez oluyor ama çok maç oynadıkça daha iyi bir takım haline geliyorsunuz. Ayrıca daha da kuvvetli oluyorsunuz.
Mestalla Avrupa’nın en büyük ve atmosferi en yüksek statlarından biri. Bize biraz oradaki maç atmosferinden bahseder misin? Ali Sami Yen mi daha iyiydi yoksa Mestalla mı?
Ali Sami Yen, benim hayatımdaki en önemli statlardan bir tanesiydi. Çünkü 2. Lig’den Süper Lig’e geldiğim zaman ilk Galatasaray deneyimimi orada yaşadım. İnanılmaz bir atmosferi vardı. O günleri hâlâ unutamadım. Valencia’ya da ilk gittiğimde Mestalla beni çok etkilemişti. Saha aşağıda, tribünler biraz daha dikey kalıyor maçı izlerken. Seyircinin en ufak bir kıpırdanması ya da tezahüratı, saha içindeki futbolcuya hemen yansıyor. Bu da çok etkili oluyor.
Ali Sami Yen’in yıkılması için ne diyeceksin?
Ali Sami Yen Stadı, Galatasaray camiasının kalbinde ayrı bir yere sahipti. Orada dünya devleri dize geldi. O stadın atmosferi ve ruhu her zaman bambaşkaydı. Ama futbolda yenilikler olmalı, hatta bu bir zorunluluk. Eski takım arkadaşlarımla konuştuğumda, Türk Telekom Arena’da rakip takımı etkileyen, çok iyi bir atmosfer olduğunu söylüyorlar.
Hamit ve Nuri de artık İspanya‘da oynayacak. Onların Real Madrid‘e transferini nasıl değerlendiriyorsun?
İkisinin de transferine çok sevindim. Yurtdışında oynayan futbolcularımızın artması lâzım. Gerçi onlar zaten Avrupa’daydı ama şimdi çok daha iyi bir takıma gittiler. Türk futbolcusu dışarıda çok yanlış tanınıyor. İnşallah ikisi de çok başarılı olacaktır. Buna gönülden inanıyorum ve başarıları için iyi dileklerimi üzerlerinden eksik etmeyeceğim.
MİLLÎ TAKIM‘A ÇAĞRILMAYINCA ÇOK ÜZÜLDÜM
Uzun bir aradan sonra A Millî Takım’a dönmeyi başardın. Kadroya çağrılmadığın dönemde İspanya’da ne gibi bir ruh halindeydin?
Millî Takım’a çağrılmadığım zamanlarda çok üzüldüm. Ülkeme faydalı olmayı, elde edilecek başarıya katkı sağlamayı istiyordum. İspanya’da benim Millî Takım’da oynadığımı biliyorlar ve 2008 Avrupa Şampiyonası’ndan tanıyorlar. Takım arkadaşlarım, aday kadro açıklandığında ismim yer almayınca üzüntümü görüp beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Hocamız da performansımı artırmam için bu sıkıntıyı atlatmam gerektiğini, daha çok çalışıp önüme bakmak zorunda olduğumu söylüyordu. Ben de karakter olarak bu yapıya sahip olduğum için hep işime baktım. Çağrılıp çağrılmamak Millî Takım teknik heyetinin kararıdır. Ben, her Türk futbolcusu gibi Millî Takım’a gelebilmek için çalışmaya devam edeceğim.
Millî Takımımızın Euro 2012 yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsun?
Belçika maçında aldığımız beraberlik bize avantaj sağladı. Maçtan önce "Yenemiyorsak, yenilmeyeceğiz" demiştik. Şu anda iyi bir takıma sahip olduğumuzu biliyoruz. Bundan sonra kalan bütün maçlara galibiyet için çıkacağız.
Neden Türkiye hep beklenmedik maçlarda puan kaybediyor sence? 2010 Dünya Kupası elemelerinde Estonya, 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Azerbaycan maçları var… Rakibi küçümsüyor muyuz?
Millî Takım’da bulunduğum süreçten itibaren söyleyebilirim ki, kesinlikle böyle bir düşünce yok. Hiçbir zaman rakiplerimizi küçümsemedik. Zaten bunu yapmak son derece yanlış olur. Bazen saha içerisinde konsantrasyonumuzu kaybedebiliyoruz. Artık küçük takım, kolay takım gibi sınıflamaların ortadan kalktığını düşünüyorum. Her takım her takımı yenebiliyor. Maç günü faktörleri büyük önem taşıyor. Konsantrasyon, şans, galibiyeti isteme gibi… Biz ülke olarak bunun acısını çok çektik. Bu acılardan da dersler çıkardık ve önümüzdeki maçlarda tekrarının yaşanmaması için çalışacağız.
MESSİ İNANILMAZ BİR OYUNCU
Sana göre La Liga’nın en iyi oyuncusu ve en iyi orta saha oyuncusu kim?
En iyi oyuncu Messi diyeceğim ve klasik olacak ama o gerçekten inanılmaz. Allah ona çok özel bir yetenek vermiş. Başka sözlerle ifade etmeye çalışıyorum ama diğer türlüsü de ona haksızlık olur. En iyi orta saha oyuncusu da Barcelona’dan Xavi diyorum.
La Liga’da orta sahada en çok hangi takıma ve kime karşı oynamakta zorlandın geçen sezon?
Barcelona’ya karşı çok iyi maçlar çıkardık. Deplasmanda 1-0 öne geçtik ve 2-3 tane yüzde yüz gol pozisyonunu kaçırdık. Onları değerlendirsek oradan galibiyetle çıkabilirdik ama olmadı. Valencia’daki maçta üstünlüğümüz vardı ama bir yan toptan gol yedik. Real Madrid bizi çok zorlamıştı. Aslında bütün maçlar zor geçiyor. Hele de deplasman maçları. Ev sahibi takımlar hem tempo hem de stadyum atmosferiyle sizi hâkimiyeti altına alabiliyor.
Önce Dardanelspor‘dan gelip Galatasaray‘da parlayan ve ay - yıldızlı formayı kapan, ardından da Türk futbolcusu için kâbus gibi görünen bir sınırı aşıp İspanya‘nın en önemli takımlarından Valencia‘ya transfer olan Mehmet Topal, Nihat dışındaki bütün Türk oyuncuların neredeyse senesini doldurmadan geri döndüğü İspanya‘da, Valencia gibi büyük bir takımın banko isimleri arasına girmeyi başardı. Genç oyuncu, Türkiye ve İspanya‘daki futbol felsefelerini kıyaslarken, çok çarpıcı tespitlerde bulunuyor.
‘‘Eğer bir yola çıkarsam, sonunda başarıyı getirmeden o işi kesinlikle bırakmıyorum. Zaman zaman olumsuzluklar, büyük sıkıntılar yaşadık. Bunlar da hayatın içinde olan şeyler. Eşimin desteğiyle İspanya’daki ilk sezonumda zorlukları aştığımı düşünüyorum.‘‘ diyen Mehmet Topal, şöyle devam etti:
‘‘İspanya‘da bütün takımlar futbol oynamaya çalışıyor. Oyun çok fazla durmuyor. Sahadaki herkes yaptığı işten zevk almaya çalışıyor. Taraftarlar da eğlenmek için tribünlere geliyor, oyunculara hakaret etmek için değil.
Takımdaki bütün arkadaşlarımla aram çok iyi. Golf ve tenisin “court tennis” denilen türü İspanya’da oldukça popüler. Takım arkadaşlarım ikisini de inanılmaz iyi oynuyor. Ben de onlara uyum sağlamaya çalışıyorum.
Avrupa’da iyi mücadele etmenize rağmen kaybetseniz bile taraftarlarınız sizi alkışlıyor. Örneğin, Villarreal derbisini 5-0 kazandık ama Villarrealli taraftarlarla futbolcular iç içeydi. Deplasmanlarda hakaret işitmiyorsunuz. Tam aksine insanlar sizinle fotoğraf çektirmek istiyor.
Ligin son maçında Deportivo ile oynadık. Ligde kalmaları için beraberlik yetiyordu. Ama biz kazandık ve rakibimiz küme düştü. Maçtan sonra hiçbir sıkıntı yaşamadan stadyumdan ayrıldık. Ne bir kavga ne de gürültü oldu.
Barcelona’nın bu seviyeye gelmesinde Rijkaard’ın çok büyük payı var. Ama Türkiye‘de ona gereken zaman tanınmadı. İstediği bazı oyuncuların transfer edilememesi de kafasındaki oyun sistemini oturtmasını güçleştirdi. Ülkemizde futbol oynamanın da teknik adamlık yapmanın da çok zor olduğunu kabul etmeliyiz.
Türk futbolunun gelişmesini istiyorsak, maç tempolarını ve sayılarını artırmalıyız. İspanya’da Salı, Cumartesi, Pazartesi maç yapıyoruz. Hafta aralarında Şampiyonlar Ligi ve Kral Kupası karşılaşmalarına çıkıyoruz. Çok maç oynadıkça daha iyi bir takım haline geliyorsunuz.
Millî Takım’a çağrılmadığım zamanlarda çok üzüldüm. Takım arkadaşlarım beni teselli ediyor, hocam da önüme bakmam gerektiğini söylüyordu. Karakter olarak bu yapıya sahip olduğum için hep işime baktım.
En iyi oyuncu Messi diyeceğim ve klasik olacak ama o gerçekten inanılmaz. Allah ona çok özel bir yetenek vermiş. Başka sözlerle ifade etmeye çalışıyorum ama diğer türlüsü de ona haksızlık olur. En iyi orta saha oyuncusu da Barcelona’dan Xavi diyorum.‘‘
Futbol Federasyonu basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha dergisine konuşan Mehmet Topal‘ın röportajının ayrıntıları ise şöyle:
2010-11 sezonu senin için nasıl geçti İspanya’da? Adaptasyon sorunu yaşadın mı? Takım arkadaşlarının ve hocanın sana yaklaşımı nasıldı ilk başlarda?
Kendi açımdan çok iyi geçtiğini söyleyebilirim. İki ay süren bir sakatlık dönemi dışında hemen hemen tüm maçlarda forma giyme şansı buldum. Sezon başlamadan önceki hedefimiz şampiyonluk, bu olmazsa ligi ilk üç sıra içerisinde bitirmekti. Koyduğumuz hedefe ulaşmayı başardık. Bundan dolayı da mutluyuz. Valencia’ya gittiğim ilk iki ay çok zorluk çektiğimi söyleyebilirim. Fakat hem hocamız hem de takım arkadaşlarım bana çok yardımcı oldu. Hemen hemen her sıkıntımı çözmeye çalıştılar, benimle hep ilgilendiler. Yakaladığım başarıda onların da payı olduğunu düşünüyorum.
Geçmişte İspanya‘ya giden Nihat dışındaki Türk oyuncuların önemli bir bölümü ilk sezonlarını tamamlayamadan geri döndü, sense Valencia‘da oldukça başarılı bir sezonu tamamladın. Senin İspanya‘da tutunmanı sağlayan fark neydi? Sence diğer Türk oyuncular neden çok çabuk geri döndü?
Eşimin benim hayatımda önemli bir yeri var. Her konuda eşimin çok yardımını gördüm. Zorlandığımız konularda birbirimize hep destek oluruz. Benim yaşam felsefem ve karakterimde şu özellik vardır; eğer bir yola çıkarsam, sonunda başarıyı getirmeden o işi kesinlikle bırakmıyorum. Zaman zaman olumsuzluklar, büyük sıkıntılar yaşadık. Bunlar da hayatın içinde olan şeyler. Eşimin desteğiyle İspanya’daki ilk sezonumda zorlukları aştığımı düşünüyorum.
La Liga için dünyanın en teknik ve pas yapılan ligi diyebiliriz. Sen de iki ayağını da kullanabilen, oyunun iki yönünü de oynayabilen bir futbolcusun. Bu özelliklerinin işini kolaylaştırdığını düşünüyor musun bu ligde?
Evet, bu özelliklerimin büyük etkisi oldu. Futbola başladığım ilk dönemlerde, sadece sağ ayağımı kullanıyordum, sol ayağımı neredeyse hiç kullanmıyordum. Çanakkale Dardanelspor’da oynarken hocalarımla yaptığım bir görüşmeden sonra artık sol ayağımı da geliştirmem gerektiğini anladım. Kimse bana bir şey söylemeden bu hisse kapıldım. Bundan sonra da hep sol ayağımı güçlendirmeye yönelik çalışmalar yaptım. Futbolda bir oyuncunun her iki ayağını da kullanabilmesi şüphesiz büyük bir avantaj. Bazı pozisyonlarda pası solla vermeniz gerekirken, sağ ayağınızı kullanmanız zaman kaybına yol açabiliyor. Sizin de söylediğiniz gibi İspanya Ligi hem çok teknik hem de pas oranı çok yüksek. Ben de bu düzene adapte olmaya çalışıyorum. Her gün pas yüzdemi artırmak ve oyun kalitemi yükseltmek için çalışmalar yapmaya gayret ediyorum.
La Liga ile Süper Lig’deki oyun anlayışlarının farkı ortada. Ancak bu ligin farklarını sahada görmüş biri olarak senin bu konu hakkındaki yorumlarını alabilir miyiz?
Öncelikle bütün takımlar futbol oynamaya çalışıyor. Kimse “Defansif bir tertiple sahaya çıkalım” veya “Bugün kapanalım” gibi bir anlayış içerisinde değil. Oyun da çok fazla durmuyor. Sahadaki herkes yaptığı işten zevk almaya çalışıyor. Taraftarlar da eğlenmek için tribünlere geliyor, oyunculara hakaret etmek için değil. Türkiye’de de artık bu konuda bir ilerleme olduğunu ve bazı şeyleri aştığımızı düşünüyorum. Türkiye’de futbol oynamak biraz daha zor diyebilirim. Çünkü bizim ülkemizde oyun daha çok güce dayanıyor. Bizim ligimizde de oyun sık durmasa, herkes futbol oynamaya ve oyundan zevk almaya çalışsa iki ülke futbolu arasında fazla fark kalmaz.
Valencia’da saha içinde ve dışında en iyi anlaştığın oyuncular kim?
Saha içinde bütün takım arkadaşlarınızla iyi anlaşmak zorundasınız çünkü takım olmanın temel faktörü uyumdur. Uyumunuz ne denli yüksekse başarı da o kadar yüksek olur. Takımdaki bütün arkadaşlarımla aram çok iyi. Çoğunlukla akşamları yemeğe çıkıyoruz. Arada tenis oynuyoruz. Benim de artık golf oynamayı öğrenmemi istiyorlar. Bazen de golf oynuyoruz. Bu tür organizasyonlara takım halinde gittiğimiz de oluyor.
Golften zevk aldın mı peki?
İlk defa Valencia’da oynadım. Golf ve tenisin “court tennis” denilen türü İspanya’da oldukça popüler. Takım arkadaşlarım ikisini de inanılmaz iyi oynuyor. Başta onların içinde kendimi kötü hissetim ama yavaş yavaş deneyim kazanıyorum.
İspanya’daki günlerin nasıl geçiyor? Boş zamanlarında neler yapıyorsun? Türkiye’yi özlediğin oluyor mu?
Valencia orta büyüklükte, güzel bir sahil kenti. Kendi halinde, tatlı bir şehir diyebilirim. İdmanlardan sonra genelde bir saat kadar dinleniyorum, daha sonra yemeğimi yiyorum. Akşamları yemeğe çıkıyoruz. Yazın, kamp olmadığı zamanlarda denize gidiyoruz. Valencia’nın tarihi yerleri de çok meşhur. Ayrıca, dünyanın en iyi hayvanat bahçelerinden bir tanesi de bu kentte. İmkânımız el verdiği müddetçe gezmeye çalışıyoruz.
İki ülkede de önemli ve şampiyonluk hedefinde olan takımlarda forma giydin. Yani iki ülkede de şampiyonluk baskısını az çok yaşadın diyebiliriz. Sana göre iki ülke taraftarının takıma destek ve baskı açısından farkları neler?
Eğer bir yerde başarı beklentisi varsa, destek de en yüksek seviyede olmalı diye düşünüyorum. Türkiye’de büyük kulüplerde oynadığınız zaman, haliyle camianız ve taraftarlarınız sizden her sezonda başarı ve şampiyonluklar bekliyor. Bu anlamda baskı Türkiye’de daha fazla diyebilirim. Yurtdışında takımlar ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Bazen her şey yolunda gitmeyebiliyor. Bu durumda taraftarlar desteklerini esirgemiyor. Herhangi bir kötü yaklaşımları olmuyor. Türkiye’de bazen kimi insanlar bu tür tahriklere kapılabiliyor. Avrupa’da eğer sahada iyi mücadele etmenize rağmen maçı kazanamazsanız, taraftarlarınız sizi alkışlıyor. Örneğin, Villarreal-Valencia derbisi İspanya’da çok önemlidir. Biz maçı 5-0 kazandık ama Villarrealli taraftarlarla futbolcular iç içeydi. Bunun dışında, deplasman maçlarına gidiyorsunuz, rakip takımın taraftarları size hiçbir zaman hakaret veya küfür etmiyor. Hatta yanlarına çağırıp fotoğraf çektirmek istiyorlar. Ligin en son maçında Deportivo ile oynadık. Sonuç olarak, onlara ligde kalmaları için beraberlik bile yetiyordu. Ama biz maçı kazandık ve rakibimiz küme düştü. Maçtan sonra hiçbir sıkıntı yaşamadan stadyumdan ayrıldık. Ne bir kavga ne de gürültü oldu. Aksine, taraftarlar Deportivolu oyuncuları tek tek tribünlere çağırıp alkışladı.
Galatasaray‘da oynadığın yıllar futboluna neler kattı? Gerets, Kalli, Rijkaard, Skibbe ve Bülent Korkmaz gibi teknik direktörlerle çalıştın. En iyi performansını hangi hoca ile sergilediğini düşünüyorsun? Hangisinin senin gelişimine ne gibi katkısı oldu?
Bülent Hoca benim çocukluğumdan beri hep saygıyla ve çok severek izlediğim bir futbolcuydu. Çocukken hep onunla oynama hayali kurardım ve onun hırsını, sahadaki mücadelesini örnek alırdım. Galatasaray’da onunla çalışma şansını yakaladım. En başarılı dönemim ise Feldkamp zamanıydı. O sezon hocamız bitime beş hafta kala ayrılmıştı ve göreve Cevat Güler gelmişti. Daha sonra Cevat Hoca ile şampiyonluk geldi, biliyorsunuz. Bülent Hoca da benimle çok ilgilenirdi, üzerime çok düşerdi. Her zaman yaşadığı tecrübeleri bana aktarmaya çalışırdı. Benim için önemli olan hocalardan biri olarak onu sayabilirim.
Unai Emery oldukça genç bir hoca. Valencia onun en önemli deneyimi ve 3 sezondur bu takımda. Futbolculuk döneminde de hemen hemen senin oynadığın mevkide oynamıştı. Emery ile diyalogun nasıl? Kendi futbolculuk deneyimlerini seninle paylaşıyor mu?
Günümüz futbolunda tüm hocalar oyuncularına yardım ediyor ve eksiklerini gidermek için ellerinden geleni yapmaya çalışıyor. Benim de Emery ile hiçbir sorunum yok. Valencia’ya gittiğim günden beri benimle ilgileniyor. Eğer eksik bir yanımı görürse, onu geliştirmem gerektiğini açıkça söylüyor. Galatasaray’dayken kornerlerde ve duran toplarda hiç ileri çıkmazdım. Geride kalıp defanstaki organizasyonu sağlardım. Ama Valencia’ya gittiğimde, fiziğimden dolayı hocamız benim bu özelliğimi geliştirmem gerektiğini söyledi. Bu nedenle tüm yan top ve frikiklerde beni hücuma gönderdi. Hocamız, sezon sonunda bitecek sözleşmesini uzattı. Bunun da takım üzerinde olumlu bir etkisi olacağına inanıyorum, çünkü takımı çok iyi tanıyan bir kişi. Ben de böyle bir teknik adamla çalıştığım için mutluyum.
İSPANYA‘YI SEÇTİĞİM İÇİN ŞANSLIYIM
2007’de TamSaha’ya verdiğin röportajda "Galatasaraylı Mehmet Topal olarak anılmaya başladıktan sonra da Avrupa‘da oynamak amacındayım. Tercih olarak da İngiltere Ligi‘nde futbol oynamayı çok isterim" demiştin. Bu sözlerin yola çıkarak İspanya’da oynamaktan mutlu musun? Yoksa aklının bir köşesinde Premier Lig var mı hâlâ?
2008 Avrupa Şampiyonası’ndan sonra İngiltere’den birçok teklif aldım. Ancak Galatasaray o dönemde benim kalmamı istedi. Ben de bu karara saygı duydum ve mücadele azmimi hiç kaybetmedim. Her zaman en beğendiğim ligin İngiltere olduğunu, arkasından da İspanya’nın geldiğini söylemiştim. Çocukluğumdan beri İngiltere’de oynamayı hayal etmiştim ama şimdi İspanya’ya gitmek kısmet oldu. Burada oynanan futboldan daha fazla zevk alınıyor. İngiltere’de mücadele ön planda ve biraz daha sert bir futbol oynanıyor. Bu yüzden, İspanya seçimini yaptığım için şanslı olduğumu düşünüyorum.
Son yıllara İspanya’da Barcelona hegemonyası olduğunu görüyoruz. Onun peşinde de Real Madrid var. Şampiyonluk yarışı bu iki takımın arasında geçiyor sürekli. Valencia da Sevilla ve Villarreal ile birlikte bu iki takımın arkasında Şampiyonlar Ligi’ne katılabilme yarışı yapıyor. Ama gerek oyun, gerekse de puan olarak bu iki takımın oldukça gerisinde kalıyorlar. Geride bıraktığımız sezonda da bu duruma tanıklık etmiş bir oyuncu olarak bu farkı nasıl değerlendiriyorsun?
Barcelona’nın bu seviyeye gelmesinde Frank Rijkaard’ın çok büyük payı olduğunu düşünüyorum. Şu anda gördüğümüz ekibi aslında onun kurduğunu söyleyebilirim. Hem Barcelona hem de Real Madrid gerçekten çok büyük kulüpler. Bu sene biz Valencia olarak onlara şampiyonluk yolunda epeyce zorluk çıkardık. Ligin ilk beş haftasında lider olduk. Ancak iki takım da çok özel futbolculara sahip. Şahsen artık bazı şeylerin değişmesini çok istiyorum çünkü yıllardan beri ya Barcelona ya da Real Madrid şampiyon oluyor. İlerleyen yıllarda bu iki ekibin yarışına başka takımların katılacağına inanıyorum.
Rijkaard bu denli önemli bir işe imza atmışken, Galatasaray’ın başındayken neden başarıyı yakalayamadı sence?
Rijkaard gibi teknik adamlar Avrupa futbolundan geldikleri için daha sakin kafayla, biraz daha rahat hareket ediyor. Mesela takımı kampa almıyorlar. Ayrıca oyun felsefesini takıma benimsetmesi ve ekibi oluşturması için onlara Avrupa’da daha fazla zaman tanıyorlar. Türkiye’de maalesef bu olmuyor. Camia ve taraftarlar her şeyin bir anda olmasını, başarıların hemen gelmesini istiyor. Rijkaard da birçok kez daha zamana ihtiyacı olduğunu söylüyordu. İstediği bazı oyuncuların transfer edilememesi de kafasındaki oyun sistemini oturtmasını güçleştirdi. Ülkemizde futbol oynamanın da teknik adamlık yapmanın da çok zor olduğunu kabul etmeliyiz. Ben Rijkaard’ın istediği oyuncular alınsaydı ve kendisine daha fazla şans verilseydi başarılı olabilirdi diye düşünüyorum.
Valencia bu farkı kapatmak ve şampiyonluk yarışına ortak olmak için neler yapmalı gelecek sezonlarda? David Villa ve Silva takımdan ayrılmasına rağmen geçen sezona fırtına gibi bir başlangıç yaptınız ancak devamını getiremediniz...
İlk önce çok iyi bir takım kurmanız gerekiyor. Biz lige iyi bir başlangıç yapmıştık ancak hem Şampiyonlar Ligi hem de Kral Kupası ile birlikte haftada 2-3 maçın oynanması takımın performansını bir nebze düşürmüştü. İyi gittiğimiz dönemde üç futbolcumuzun yaşadığı sakatlıklar da bu düşüşü etkileyen bir faktördü. Ben şu anda ekibimizin gelecek sezon da şampiyonluğu kovalayacak kalitede olduğuna inanıyorum. Sezona girerken David Villa ve David Silva’nın transfer olmaları taraftarlarımızın kafasında soru işaretlerine neden olmuştu. Ama biz tüm endişeleri ortadan kaldırdık diye düşünüyorum. Başarılı olmak istiyorsanız bir aile gibi olmalısınız. Biz de bunu sağladık. Eğer bu kadroyu bozmazsak birkaç yıl içinde Barcelona ve Real Madrid ile şampiyonluk yarışı yaparız.
Üç kulvarda mücadele etmenin zorluklarından bahsettin. Sen de biliyorsun ki Türkiye’de oyuncular İspanya’daki kadar çok maça çıkmıyor. A Millî Takım Teknik Direktörü Guus Hiddink’e, “Türk futbolu nasıl gelişecek?” diye sorulduğunda, şartlardan bir tanesinin “daha fazla maç yapmak” olduğunu söylemişti. Sen bu görüşe katılıyor musun?
Kesinlikle katılıyorum. Çok doğru bir konuya değindiniz. Futbolumuzun ne kadar çok gelişmesini istiyorsak, maç tempolarını ve sayılarını o derece artırmalıyız. Biz İspanya’da Salı, Cumartesi, Pazartesi maç yapıyoruz. Hafta aralarında Şampiyonlar Ligi ve Kral Kupası karşılaşmalarına çıkıyoruz. Sezon başında iyi yüklemelerimiz oluyor ama sezon içerisinde de bu yüklemeleri maç oynayarak kazandığımızı düşünüyorum. Zaman zaman yorgunluklar veya performans düşüklükleri ister istemez oluyor ama çok maç oynadıkça daha iyi bir takım haline geliyorsunuz. Ayrıca daha da kuvvetli oluyorsunuz.
Mestalla Avrupa’nın en büyük ve atmosferi en yüksek statlarından biri. Bize biraz oradaki maç atmosferinden bahseder misin? Ali Sami Yen mi daha iyiydi yoksa Mestalla mı?
Ali Sami Yen, benim hayatımdaki en önemli statlardan bir tanesiydi. Çünkü 2. Lig’den Süper Lig’e geldiğim zaman ilk Galatasaray deneyimimi orada yaşadım. İnanılmaz bir atmosferi vardı. O günleri hâlâ unutamadım. Valencia’ya da ilk gittiğimde Mestalla beni çok etkilemişti. Saha aşağıda, tribünler biraz daha dikey kalıyor maçı izlerken. Seyircinin en ufak bir kıpırdanması ya da tezahüratı, saha içindeki futbolcuya hemen yansıyor. Bu da çok etkili oluyor.
Ali Sami Yen’in yıkılması için ne diyeceksin?
Ali Sami Yen Stadı, Galatasaray camiasının kalbinde ayrı bir yere sahipti. Orada dünya devleri dize geldi. O stadın atmosferi ve ruhu her zaman bambaşkaydı. Ama futbolda yenilikler olmalı, hatta bu bir zorunluluk. Eski takım arkadaşlarımla konuştuğumda, Türk Telekom Arena’da rakip takımı etkileyen, çok iyi bir atmosfer olduğunu söylüyorlar.
Hamit ve Nuri de artık İspanya‘da oynayacak. Onların Real Madrid‘e transferini nasıl değerlendiriyorsun?
İkisinin de transferine çok sevindim. Yurtdışında oynayan futbolcularımızın artması lâzım. Gerçi onlar zaten Avrupa’daydı ama şimdi çok daha iyi bir takıma gittiler. Türk futbolcusu dışarıda çok yanlış tanınıyor. İnşallah ikisi de çok başarılı olacaktır. Buna gönülden inanıyorum ve başarıları için iyi dileklerimi üzerlerinden eksik etmeyeceğim.
MİLLÎ TAKIM‘A ÇAĞRILMAYINCA ÇOK ÜZÜLDÜM
Uzun bir aradan sonra A Millî Takım’a dönmeyi başardın. Kadroya çağrılmadığın dönemde İspanya’da ne gibi bir ruh halindeydin?
Millî Takım’a çağrılmadığım zamanlarda çok üzüldüm. Ülkeme faydalı olmayı, elde edilecek başarıya katkı sağlamayı istiyordum. İspanya’da benim Millî Takım’da oynadığımı biliyorlar ve 2008 Avrupa Şampiyonası’ndan tanıyorlar. Takım arkadaşlarım, aday kadro açıklandığında ismim yer almayınca üzüntümü görüp beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Hocamız da performansımı artırmam için bu sıkıntıyı atlatmam gerektiğini, daha çok çalışıp önüme bakmak zorunda olduğumu söylüyordu. Ben de karakter olarak bu yapıya sahip olduğum için hep işime baktım. Çağrılıp çağrılmamak Millî Takım teknik heyetinin kararıdır. Ben, her Türk futbolcusu gibi Millî Takım’a gelebilmek için çalışmaya devam edeceğim.
Millî Takımımızın Euro 2012 yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsun?
Belçika maçında aldığımız beraberlik bize avantaj sağladı. Maçtan önce "Yenemiyorsak, yenilmeyeceğiz" demiştik. Şu anda iyi bir takıma sahip olduğumuzu biliyoruz. Bundan sonra kalan bütün maçlara galibiyet için çıkacağız.
Neden Türkiye hep beklenmedik maçlarda puan kaybediyor sence? 2010 Dünya Kupası elemelerinde Estonya, 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Azerbaycan maçları var… Rakibi küçümsüyor muyuz?
Millî Takım’da bulunduğum süreçten itibaren söyleyebilirim ki, kesinlikle böyle bir düşünce yok. Hiçbir zaman rakiplerimizi küçümsemedik. Zaten bunu yapmak son derece yanlış olur. Bazen saha içerisinde konsantrasyonumuzu kaybedebiliyoruz. Artık küçük takım, kolay takım gibi sınıflamaların ortadan kalktığını düşünüyorum. Her takım her takımı yenebiliyor. Maç günü faktörleri büyük önem taşıyor. Konsantrasyon, şans, galibiyeti isteme gibi… Biz ülke olarak bunun acısını çok çektik. Bu acılardan da dersler çıkardık ve önümüzdeki maçlarda tekrarının yaşanmaması için çalışacağız.
MESSİ İNANILMAZ BİR OYUNCU
Sana göre La Liga’nın en iyi oyuncusu ve en iyi orta saha oyuncusu kim?
En iyi oyuncu Messi diyeceğim ve klasik olacak ama o gerçekten inanılmaz. Allah ona çok özel bir yetenek vermiş. Başka sözlerle ifade etmeye çalışıyorum ama diğer türlüsü de ona haksızlık olur. En iyi orta saha oyuncusu da Barcelona’dan Xavi diyorum.
La Liga’da orta sahada en çok hangi takıma ve kime karşı oynamakta zorlandın geçen sezon?
Barcelona’ya karşı çok iyi maçlar çıkardık. Deplasmanda 1-0 öne geçtik ve 2-3 tane yüzde yüz gol pozisyonunu kaçırdık. Onları değerlendirsek oradan galibiyetle çıkabilirdik ama olmadı. Valencia’daki maçta üstünlüğümüz vardı ama bir yan toptan gol yedik. Real Madrid bizi çok zorlamıştı. Aslında bütün maçlar zor geçiyor. Hele de deplasman maçları. Ev sahibi takımlar hem tempo hem de stadyum atmosferiyle sizi hâkimiyeti altına alabiliyor.