Sivassporlu Korcan: Türkiye‘de Yerli Kalecileri Eğitecek Hoca Sayısı Çok Az
Sivasspor‘un genç kalecisi Korcan Çelikay, Türkiye‘de yerli kalecilere değer verilmemesini alt yapıdan başladığını belirterek, "Çünkü kalecileri eğitecek hoca sayısı çok az. Genelde eskiden kalecilik yapmış bir hoca, kendi zamanındaki bilgi ve deneyimlerini aktarmaya çalışıyor. Ama artık oynanan futbol eskisinden çok farklı." diye konuştu.
Sivasspor‘un genç kalecisi Korcan Çelikay, Türkiye‘de yerli kalecilere değer verilmemesini alt yapıdan başladığını belirterek, "Çünkü kalecileri eğitecek hoca sayısı çok az. Genelde eskiden kalecilik yapmış bir hoca, kendi zamanındaki bilgi ve deneyimlerini aktarmaya çalışıyor. Ama artık oynanan futbol eskisinden çok farklı." diye konuştu.
Futbol Federasyonu tarafından çıkarılan Tam Saha Dergisi‘ne açıklamalarda bulunan Korcan, kendisine sorulan soruları şu cevapları verdi:
* Korcan Çelikay kimdir ve futbola nasıl başlamıştır?
31 Aralık 1987 Safranbolu doğumluyum. Yaklaşık 13 sene önce yani ben 11 yaşındayken babamın işleri nedeniyle İstanbul’a geldik. Küçükken aklımda futbol oynamak gibi bir düşünce yoktu hiç. O dönemler Karabükspor altyapısında futbol kariyerine başlayan abim futbolu çok seviyor ve oynuyordu. İstanbul’a gelince Galatasaray’ın seçmelerine katıldı ve kazandı. Orada 2 sene oynadıktan sonra ayrıldı. Bu arada Galatasaray’dayken abimi izleyen Güngörenspor‘un amatör takımı hocası Mehmet Kaya onu çok beğenmiş ve "Seni yetiştirip 2 sene sonra Galatasaray’a para karşılığında geri vereyim" demiş. Abim Güngörenspor’un altyapısında oynamaya başladı ve bu arada iki aile arasında bir dostluk oluştu. Ben de bu dönemde antrenmanlara abimi izlemeye gidiyordum. Ailecek uzun boylu olduğumuzdan ben de yaşıtlarımdan uzundum. Mehmet Hoca bir gün "Gel seni de kaleci yapalım" dedi. O ana kadar aklımda, hayatımda futbol hiç yoktu, olmamıştı. Bunun üzerine 12-13 yaşlarındayken antrenmanlara çıkmaya başladım. İlk gün antrenmana üzerimde t-shirt, altımda şortla gitmiştim. O zaman tabii kalecilik de aklımda hiç yoktu. Kıyafetlerimi görünce Mehmet Hoca ‘’Bu ne hal, yarın kaleci eşofmanı ve eldiveni giy, öyle gel’’ dedi. O gün bugündür kaleciliğe başladım. Mehmet Hocanın da sağ olsun bu dönemde üzerimde emeği çoktu.
* Hiç beklemediğin bir anda kendini üç direk arasında bulduğunu söyledin. Peki, Beşiktaş’a transferine kadar olan süreci de bizlerle paylaşır mısın?
5 sene boyunca Güngörenspor’un minik takımından A takımına kadar bütün yaş gruplarında oynadım. Benim oynadığım dönemde hemen her sene Türkiye genelinde şampiyonluğumuz vardı. Bu sezonların birinde genç takımla şampiyonluk yaşarken beni takip eden İstanbulspor’un o dönemki altyapı antrenörü Ufuk İskender "Bize gel" dedi. Böylece 2004-2005 sezonunun başında İstanbulspor’a transferim gerçekleşti. İstanbulspor’da PAF takımda antrenmanlara başladım. 1987 doğumluydum ama hocalarım bana 84-85’lilerin oynadığı PAF takımda şans veriyordu. Sezonun büyük bölümünde ilk on birde forma giydim. Ligin ikinci yarısında da A takımla antrenmanlara çıkmaya başladım. O sezon Beşiktaşlı eski kaleci Adem İbrahimoğlu‘nun oğlu Görkem abi de takımın yedek kalecilerinden biriydi. Adem İbrahimoğlu hem oğlunu hem de bizi izlemek için İstanbulspor’un A ve PAF takım maçlarına geliyordu. Beni de takip etme şansı buluyordu doğal olarak. Adem Hoca o dönem Beşiktaş’ın başında bulunan Rıza Çalımbay’ın ekibindeydi. Sezon sonuna doğru bana gelip, "Seni Beşiktaş’ta görmek istiyoruz" dedi. 2005’in yazında Beşiktaş’a transferim gerçekleşti. Adem Hocanın da Mehmet Hoca gibi üzerimde çok emeği vardır.
* Beşiktaş’taki ilk yılların nasıl geçti?
Beşiktaş’a ilk geldiğim sene PAF takımında dönem dönem forma şansı buldum. 2005-2006 sezonun sonlarına doğru Tigana döneminde A takıma yükselmeyi başardım. Ertesi sezon da Cordoba’nın yerine gelen Runje ve Murat Şahin’den sonra takımın üçüncü kalecisi oldum. Bu dönemde PAF takımda maçlara çıkmaya devam ediyordum tabii. Sezon sonuna doğru bir antrenmanda Murat abinin çapraz bağları koptu. Bunun üzerine 28. haftadaki Sakaryaspor maçına Runje’nin yedeği olarak çıktım. Bu benim profesyonel futbolculuk kariyerimde kadroya girdiğim ilk maçtı. Bu maçın sonunda tatsız olaylar yaşanmıştı ve Runje ceza almıştı. Dolayısıyla bir hafta sonraki Antalyaspor maçında oynayamayacaktı. Murat abi de sakattı ve takım o sezon şampiyonluğa oynuyordu. Antalyaspor gibi kritik bir virajda hayatımda ilk kez A takım kalesini koruyacaktım. Tayfur Hoca da maça iyi hazırlanmam konusunda beni uyardı. Bu konuşmadan 20 dakika sonra çift kale maç başladı. Delgado öne çıktığımı görüp kaleye vurdu, ben de kontrpiyede kaldım ve durdum. O anda "Çat" diye bir ses duydum, yere düştüm ve kaldım. Sağ diz çapraz bağlarım kopmuş. Böylelikle bu fırsatı çok şanssız bir şekilde kaçırmış oldum. Sonrasında ameliyat, tedavi süreci derken 5 ay geçti tabii.
* Bahsettiğin maç 2006-2007 sezonunda Murat Şahin’in sakat sakat çıkarak harika kurtarışlar yaptığı Antalyaspor maçıydı değil mi?
Evet. Murat abi bandajlar, sargılarla çıkmıştı maça. 1-0 kazanmıştık ve önde olduğumuz sıralarda, çapraz bağları kopuk olmasına rağmen mükemmel kurtarışlar yaparak 3 puanı alıp şampiyonluk yarışına devam etmemizi sağlamıştı Murat abi. Bu arada sakatlığım süresince her anımın benimle aynı sakatlığı yaşayan Murat abiyle geçtiğini söyleyebilirim. Tüm tedavi sürecini beraber yaşadık. O sırada da kendisiyle abi-kardeş gibiydik.
* Sakatlığından sonra istediğin geri dönüşü yapabildin mi?
2007-2008 sezonunun başında teknik direktörlüğe Ertuğrul Sağlam gelmişti. Ben de hemen hemen sakatlıktan kurtulmuştum. Bu arada tedavi süresince bana çok yardımcı olan doktorlarımız ve fizyoterapistlerimiz Cem, Murat ve Türker hocalara da çok teşekkür etmek isterim. Yeni sezonda takıma yeni kaleciler alınmıştı. Rüştü abi, Hakan Arıkan ve şu anda Buca’da oynayan Atilla kiralık olarak takıma dâhil olmuştu. Murat abi ve benimle beraber takımda 5 kaleci vardı. Bu nedenle Tepecik Belediyespor’a kiralık verildim. 12-13 maçta kaleyi koruyarak tecrübe kazandım. 2008-2009 sezonunun başında Beşiktaş’a döndüm. Murat abi Gaziantepspor‘a, Atilla da Bucaspor‘a gitmişti ve yeniden üçüncü kaleci olmuştum. Ertuğrul Hoca sezon içinde takımdan ayrıldıktan sonra Mustafa Denizli başımıza geçti ve ertesi sezonun bitimine kadar takımı çalıştırdı. Bu 2 senelik periyotta maç eksiğim çok fazlaydı. Ne PAF takıma inip kaleyi koruyabiliyor, ne de A takımda oynayabiliyordum. Zaten Mustafa Hoca döneminde şampiyonluğa oynadığımız için de bana böyle bir şans verilmesini beklemiyordum. O yüzden başka bir takıma gitmek istiyordum. Ancak Mustafa Hoca kalmam gerektiğini, sezon içinde bana ihtiyacı olabileceğini söyledi.
* Beşiktaş formasıyla sahaya çıktığın ilk maçlardan bahseder misin?
Bir Bursa maçında yedektim. Devre arasına yakın Rüştü abi sakatlandı ve oyuna girdim. 3-2 yenilmemize rağmen o maç benim açımdan iyi geçmişti diyebilirim. Rüştü ve Hakan ağabeylerin sakatlıkları devam edince bir sonraki Manisaspor kupa mücadelesinde de ben görev aldım. İlk kez Beşiktaş’ın kalesinde ilk 11’de sahaya çıkıyordum. Tabii ki büyük heyecan vardı o yüzden. O maçta büyük bir hata yaptım. Bana gelen topa vurdum, top Sivok’a çarptı ve Manisasporluların önünde kaldı. O golle de maçı 2-1 kaybettik. Belki de hiçbir kalecinin ilk maçında böyle bir şanssızlık yaşadığı görülmemiştir. Ancak kader deyip dersimi de alarak bu konuyu orada kapattım.
* Türkiye’de kaleciler ilk maçlarında hatalı gol yedikleri zaman yerden yere vuruluyor. Benzer bir örnek de 2009’da vefat eden Robert Enke’nin başına Fenerbahçe‘de gelmişti. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun, hatalı yediğin gol sonrası eleştiriler seni nasıl etkilemişti?
Bu durumdan etkilenmek ya da etkilenmemek kişiye bağlı. Çok etkilenir, kendinizi içten içe parçalar ve çok üzersiniz bunun kimseye bir faydası olmaz. Zararı size olur sadece. Ama bu olayı sindirip, bir ders çıkarıp, oldu ve bitti gözüyle bakarsanız çok şey kazanırsınız. Ben de özellikle Manisa maçından sonra böyle yapmaya çalıştım. Ama maç sonunda takım arkadaşlarım, Zafer ve Tayfur Hocalar beni teselli ettiler. Onların da desteği, böyle davranmam konusunda çok etkiliydi. Diğer sorunuza gelince, Türkiye’de krediniz varsa hata yapabilme lüksünüz vardır bana göre. Mesela Bursaspor’da oynayan Ivankov. Uzun süredir Türkiye’de oynuyor. Dolayısıyla da belirli bir krediye sahip. Onun ciddi bir hatası çok da konuşulmaz. "Bu hafta formsuzdu" denir, kapatılır konu. Ancak genç bir kaleciyseniz ve ilk kez çıktığınız maçta benim gibi ciddi bir hata yaparsanız, hemen "Bu da kaleci mi?", "Kim koydu bu adamı kaleye?" gibi bir sürü ağır lâfa maruz kalırsınız. Ama bilmezler ki, ben ya da başka bir kaleci oraya gelene kadar neler yaşamış, ne gibi zorluklar çekmiş! Dediğim gibi, kredi meselesi bu durum. Bol bol maça çıktıkça ve taraftar sizi tanıdıkça, "Bu hafta hata yaptı, olabilir" diyor. Örneğin Rüştü abi de zaman zaman hata yapmıştır. Ama o Rüştü Reçber’dir. Buralara da kolay gelmemiştir. Bana göre de Türkiye’nin hâlâ en iyi kalecisi ve şu anki tüm kalecilerin hocasıdır. O yüzden kredi konusunda bir problemi yoktur.
* Beşiktaş’ta Cordoba, Rüştü gibi iki usta ama farklı tarzda kaleciyle tanıştın. İkisinin de tarzları çok ayrı aslında. İki farklı tarzda kaleciyle çalışmak sana ne kattı?
Beşiktaş’a geldiğim zamanlar Cordoba’yla ilk çıktığım antrenmanda takımlar 5’e 5 maç yapıyordu. Bir ara mola oldu. Biz de soğumayalım diye çalışmaya devam ettik o arada. Hani Cordoba’nın meşhur bir degajı vardı ya. Tek eliyle topu çıkarırken, yan yatarak vurur ve istediği yere atardı. Mola sırasında da kaleye şut çekerek o vuruşu çalışıyordu. Ben de yapmaya çalıştım ama attığım toplar hep auta gitti. O ise her vuruşunda gol yaptı. "Sol köşeye atacağım" diyordu, sol üstten ağlarla buluşuyordu top. "Sağdan yukarı" diyordu, sağ üstten kaleye giriyordu top. Gerçekten inanılmazdı. Rüştü abiyi ise antrenmanda izleseniz bile yeter. Ama tabii asıl önemli olan sadece izlemek değil, izlerken ders çıkarmak. Bu da size bağlı ancak. İnsanlar birçok şeyi size anlatsa bile anladığınız kadarını uygulayabilirsiniz. Bu yüzden bana göre Rüştü abiyi izlemek bir derstir. Bana hep sorarlar, "Örnek aldığın bir kaleci var mı?" diye. Bana göre insan sadece bir kişiyi örnek alamaz. Mesela Cordoba’nın tekniği ön plandadır, Rüştü abinin de çabukluğu ve takım arkadaşlarına sevgisi. Siz de onların bu ön planda olan yönlerini örnek alırsınız.
* İlk kez bu sezon Diyarbakırspor’da düzenli olarak forma şansı buldun. Bu nasıl oldu ve neleri değiştirdi sende eskiye göre?
Geçtiğimiz sezon sonunda Beşiktaş’la sözleşmem bitmişti. Kulübün gündeminde başka transferler olduğu için benimle çok ilgileri olmamıştı. Açıkta kalmıştım yani. Bunun üzerine "Yetiştirme bedeli konusunda yardımcı olun, ben de başka bir ekip bulayım" dedim kulübe. Bu teklifim kabul edildi ve takım aramaya başladım. Bank Asya 1. Lig’in bana uygun olduğunu, burada oynayarak maç tecrübesi kazanabileceğimi düşündüm. Ama bu ligden beni isteyen bir takım bile çıkmadı o zaman. Çünkü hiç forma şansı bulamamış, oynadığım tek maçta da çok hatalı bir gol yemişim. Niye istesinler ki? Bank Asya takımlarından ses çıkmayınca Eyüpspor‘la görüştüm ve prensipte anlaştım. Sadece oynamak ve kendimi göstermek istiyordum. Eyüpspor beni Beşiktaş’tan istedi. Ancak bu noktada Beşiktaş kulübü bana yeniden imza attıracağını ve Eyüpspor’a 1 seneliğine kiralık olarak göndereceğini söyledi. Bu durum benim için hem sevindirici hem de üzücü oldu. Sevindim, çünkü her şeye rağmen Beşiktaş’tan kopmayacaktım. Üzüldüm, çünkü kiralık bir kaleciyi hiçbir kulüp kolay kolay istemez. Ama bu düşüncemin aksine Eyüpspor antrenörü Cihat Hoca beni nasıl olsa alacaklarını, kampa gelip hemen çalışmalara başlamamı istediğini söyledi. Bunun üzerine Bolu’daki kampa katıldım. 10. gün sonunda hazır ve yeterli olmadığımı söyleyip benimle yollarını ayırmaya karar verdiler. Daha imza atmadığım için de ayrılmam kolay oldu. Transferin bitmesine 2 hafta kalmıştı. 2 gün sonra Diyarbakırspor’dan bir telefon geldi. Teknik Direktör Suat Kaya ve kaleci antrenörü İsmail Demirbaş beni takımlarında görmek istediklerini söylediler. Bunun üzerine Diyarbakır’a gittim ben de. Üçüncü maçta kaleyi devraldım. 12-13 maç düzenli olarak forma şansı buldum. Oynadıkça geliştim, geliştikçe de iyi bir performans koydum ortaya. Böylece devre arasına çok formda girdim.
* Yaklaşık 6 sene önce yine bir Rıza Çalımbay döneminde Beşiktaş’ın yolunu tutmuştun. O transfer hayatını değiştirmişti adeta. Şimdi de yine Rıza Hocanın çalıştırdığı bir takımla ilk kez Süper Lig’de bu kadar fazla maça çıktın ve sükse yaptın.
Devre arasında beni isteyen bir-iki Süper Lig takımının yanı sıra, 3-4 tane de Bank Asya 1. Lig takımı vardı. Diyarbakırspor’la sözleşmemi feshedip beni isteyen bu takımların birinde oynamayı kafama koymuştum. Bu sırada Sivasspor çıktı bir anda ortaya. Karşıyaka’ya giden Akın Vardar’ın yerine yeni bir kaleciye ihtiyaçları vardı. Bu transferde Başkanımız Mecnun Odyakmaz’ın emeği büyük. Önce beni satın almak istedi, ama bu gerçekleşmeyince kiralık olarak takıma kazandırdı. Sonra bahsettiğiniz gibi Rıza Hoca ve ekibi de oradaydı. Onların bana duyduğu güven yeterdi zaten. " Korcan’ı istiyoruz" demeleri bile benim için büyük bir şeydi. Sivasspor‘a geldiğimde, ilk yarıda takımın kalesini koruyan Ramoviç sakattı. Sakatlığı nüksedince de sözleşmesini askıya almak durumunda kaldı kulüp. Ben ve Alişan takımda iki kaleci olarak kaldık. Rıza Hoca ikinci yarının ilk maçı olan Galatasaray deplasmanında bana şans vermişti kalede. Daha sonra yabancı kaleci Lubos da takıma dâhil oldu.
* Birkaç sene önce Beşiktaş’ta fırsat eline geçmişken antrenmanda sakatlanıp hüsran yaşamıştın. Ancak bu sezon başka bir kalecinin sakatlığı senin kaleye geçmene vesile oldu.
Aynen öyle. Tamamen kısmet. Zamanında ben sakatlandım oynayamadım, bu sefer de başkasının sakatlığı benim oynamama neden oldu. Tabii ki hiçbir zaman düşünmem birinin sakatlığı yüzünden oynamayı ama kader işte. Sivasspor’daki ilk maçım, Türk Telekom Arena’nın da ilk resmi maçıydı. Aynı zamanda da Süper Lig kariyerimde ilk on birde çıktığım ilk maçtı bu mücadele. Beşiktaş’ta iki kupa maçına ilk on birde çıkmıştım. Galatasaray karşısında yenilmemize rağmen performansım beğenildi. İşler iyi gitti ve teknik ekip kalede benimle devam etmeye karar verdi. Benim için performans bakımından her şey iyiye gidiyordu ancak takım olarak özellikle son dakikalarda yediğimiz gollerle hak etmediğimiz mağlubiyetler aldık. Bu dönemde Sivasspor düşme potasında olduğu için doğal olarak stres yaşıyordu. Benim için de böyle gergin bir ortamda Süper Lig kariyerine başlamak zor oldu açıkçası. Ama oynadıkça her şey daha da iyiye gitti. Şimdi her geçen maç daha iyi performans gösterdiğimi düşünüyorum ve takım da düşme potasından kurtuluyor.
* "Kalecilikte özgüven çok önemli" derler. Senin de konuşma tarzından kendine güvenen bir insan olduğun anlaşılıyor. Özgüvenin saha içinde kaleciye sağladığı artıları anlatır mısın?
Öncelikle herhangi bir insan için de çok önemlidir özgüven. Ama tabii ki saha içindeki bir kaleci için daha da önemli bir hale geliyor. Çünkü kaleci aslında liderdir. Bulunduğu mevkide kalecinin kendisinden başka bir alternatifi yoktur. O yüzden yeri geldiğinde takımı yönetir bir kaleci. Çünkü kaleci hiçbir arkadaşının bulunmadığı bir açıdan, en geriden görür olup biteni. Bu yüzden oyun anında hatasını gördüğü bir arkadaşını her zaman uyarmak zorundadır. Sürekli konuşması gerekir. Bu da belirli bir özgüven gerektirir tabii ki. Özgüveni olmayan bir kalecinin yapabileceği iş değildir bu.
* Rüştü dışında takip ettiğin bir kaleci var mı?
Petr Cech gibi kaleciler kolay yetişmiyor. O da her kaleci gibi dönem dönem hatalı gol yiyor ama onun istikrarını yakalamak hiç de kolay değil. O ve onun gibi kalecilerin de bunu başarmak için aştığı zorluklar hiç küçümsenemez. Cech’in dışında Van Der Sar’ı da takip etmeye çalışıyorum. Ayrıca artık genç kaleciler de erken yaşlarda takımlarının kalesini devralabiliyor. Bu durum bizim onlardan örnek almayacağımız anlamına gelmiyor. Genç kalecileri de yakından takip ediyorum. Mesela Manuel Neuer. Gerçekten çok iyi bir kaleci. Almanya’da zaten bu gelenek senelerdir var. Kaleci Almanlardan çıkar.
* Bu geleneğin Almanya’da sürmesinin bir nedeni de Bundesliga’da bir dönem yabancı kaleci oynatma yasağı olmasıydı. Bu yüzden takımlar altyapılarındaki kalecilere yöneldi. Şimdi de bir-iki istisna dışında Almanya’da yabancı kaleci yok. Bundan yola çıkarak özellikle genç Türk kalecilere değer verilmediğini düşünüyor musun ülkemizde?
Türkiye’de yerli kalecilere değer verilmemesi altyapıdan başlıyor aslında. Çünkü kalecileri eğitecek hoca sayısı çok az. Genelde eskiden kalecilik yapmış bir hoca, kendi zamanındaki bilgi ve deneyimlerini o kaleciye aktarmaya çalışıyor. Ama artık oynanan futbol eskisinden çok farklı. Artık top, saha, kale, oyun stili, taktik, kısacası her şey değişti. Buna da uyum sağlayamayan antrenör maalesef kaleci eğitemiyor. Yani yeniliğe açık olması lâzım bir kaleci antrenörünün ki, yetiştirdiği kaleciye bir şeyler verebilsin.
Mesela 12-13 yaşlarında bir kaleci futbola başladığında onu sağa-sola atlatıp zıplatırlar. Ama şimdilerde öyle bir şey yok aslında. Çünkü zaten 15-16 yaşına kadar gelişim çağında oluyor kaleci. Bu dönemde bir kaleciye kuvvet ya da çabukluk çalıştıramazsınız. Ona vereceğiniz tekniktir bana göre. Kalecinin altyapısı budur. El tekniği, ayak tekniği, topu tutma gibi… Küçükken amatör takımdaki hocam bilinçli mi yapıyordu bilmiyordum ama bana topu veriyor "Git duvarda tek başına çalış" diyordu. Sürekli topu duvara vurduruyordum. Bana çok sıkıcı geliyordu bu. Ama şimdi bunun çok faydasını görüyorum. Bahsettiğim teknik anlamda eğitim de buna benzer şeyler işte. O yüzden öncelikle altyapıdan doğru çalıştırılarak değer verilmeli kalecilere.
* Son olarak hedeflerini öğrenebilir miyiz senden? Sivasspor’da gösterdiğin performansla A2 Millî Takımı‘na seçilmeyi başardın. Sezon sonunda da Beşiktaş’a giden yol açık gibi gözüküyor sana.
Bu sezon performansımı yükselttim. İnsanlar, hocalarım güven duymaya başladı bana. Ama bu güven oynayarak oluşuyor. Maç eksikliğini gidere gidere ortaya çıkıyor. Millî Takım, her oyuncu gibi benim de en büyük hedeflerimden biri. Düzenli olarak oynamaya devam ettiğim sürece zamanla A Millî Takım‘a da yükseleceğimi düşünüyorum. Bunun için de elimden geleni yapmaya devam edeceğim.
Beşiktaş’a gelince, şu an takımın başında bulunan Tayfur Hoca zaten antrenör olduğu dönemlerde bana destek oluyor ve benimle ilgileniyordu. O yüzden ben de yeni sezonda Beşiktaş’a dönüp kaleye geçmek isterim tabii ki. Bunun için de sürekli oynamam lâzım. Çünkü maç tecrübesi olmadan bir kalecinin başarılı olması imkansız. Ama Sivasspor’un da yeri ayrı benim için. Onların başarısı için de sonuna kadar ter dökeceğim.
Futbol Federasyonu tarafından çıkarılan Tam Saha Dergisi‘ne açıklamalarda bulunan Korcan, kendisine sorulan soruları şu cevapları verdi:
* Korcan Çelikay kimdir ve futbola nasıl başlamıştır?
31 Aralık 1987 Safranbolu doğumluyum. Yaklaşık 13 sene önce yani ben 11 yaşındayken babamın işleri nedeniyle İstanbul’a geldik. Küçükken aklımda futbol oynamak gibi bir düşünce yoktu hiç. O dönemler Karabükspor altyapısında futbol kariyerine başlayan abim futbolu çok seviyor ve oynuyordu. İstanbul’a gelince Galatasaray’ın seçmelerine katıldı ve kazandı. Orada 2 sene oynadıktan sonra ayrıldı. Bu arada Galatasaray’dayken abimi izleyen Güngörenspor‘un amatör takımı hocası Mehmet Kaya onu çok beğenmiş ve "Seni yetiştirip 2 sene sonra Galatasaray’a para karşılığında geri vereyim" demiş. Abim Güngörenspor’un altyapısında oynamaya başladı ve bu arada iki aile arasında bir dostluk oluştu. Ben de bu dönemde antrenmanlara abimi izlemeye gidiyordum. Ailecek uzun boylu olduğumuzdan ben de yaşıtlarımdan uzundum. Mehmet Hoca bir gün "Gel seni de kaleci yapalım" dedi. O ana kadar aklımda, hayatımda futbol hiç yoktu, olmamıştı. Bunun üzerine 12-13 yaşlarındayken antrenmanlara çıkmaya başladım. İlk gün antrenmana üzerimde t-shirt, altımda şortla gitmiştim. O zaman tabii kalecilik de aklımda hiç yoktu. Kıyafetlerimi görünce Mehmet Hoca ‘’Bu ne hal, yarın kaleci eşofmanı ve eldiveni giy, öyle gel’’ dedi. O gün bugündür kaleciliğe başladım. Mehmet Hocanın da sağ olsun bu dönemde üzerimde emeği çoktu.
* Hiç beklemediğin bir anda kendini üç direk arasında bulduğunu söyledin. Peki, Beşiktaş’a transferine kadar olan süreci de bizlerle paylaşır mısın?
5 sene boyunca Güngörenspor’un minik takımından A takımına kadar bütün yaş gruplarında oynadım. Benim oynadığım dönemde hemen her sene Türkiye genelinde şampiyonluğumuz vardı. Bu sezonların birinde genç takımla şampiyonluk yaşarken beni takip eden İstanbulspor’un o dönemki altyapı antrenörü Ufuk İskender "Bize gel" dedi. Böylece 2004-2005 sezonunun başında İstanbulspor’a transferim gerçekleşti. İstanbulspor’da PAF takımda antrenmanlara başladım. 1987 doğumluydum ama hocalarım bana 84-85’lilerin oynadığı PAF takımda şans veriyordu. Sezonun büyük bölümünde ilk on birde forma giydim. Ligin ikinci yarısında da A takımla antrenmanlara çıkmaya başladım. O sezon Beşiktaşlı eski kaleci Adem İbrahimoğlu‘nun oğlu Görkem abi de takımın yedek kalecilerinden biriydi. Adem İbrahimoğlu hem oğlunu hem de bizi izlemek için İstanbulspor’un A ve PAF takım maçlarına geliyordu. Beni de takip etme şansı buluyordu doğal olarak. Adem Hoca o dönem Beşiktaş’ın başında bulunan Rıza Çalımbay’ın ekibindeydi. Sezon sonuna doğru bana gelip, "Seni Beşiktaş’ta görmek istiyoruz" dedi. 2005’in yazında Beşiktaş’a transferim gerçekleşti. Adem Hocanın da Mehmet Hoca gibi üzerimde çok emeği vardır.
* Beşiktaş’taki ilk yılların nasıl geçti?
Beşiktaş’a ilk geldiğim sene PAF takımında dönem dönem forma şansı buldum. 2005-2006 sezonun sonlarına doğru Tigana döneminde A takıma yükselmeyi başardım. Ertesi sezon da Cordoba’nın yerine gelen Runje ve Murat Şahin’den sonra takımın üçüncü kalecisi oldum. Bu dönemde PAF takımda maçlara çıkmaya devam ediyordum tabii. Sezon sonuna doğru bir antrenmanda Murat abinin çapraz bağları koptu. Bunun üzerine 28. haftadaki Sakaryaspor maçına Runje’nin yedeği olarak çıktım. Bu benim profesyonel futbolculuk kariyerimde kadroya girdiğim ilk maçtı. Bu maçın sonunda tatsız olaylar yaşanmıştı ve Runje ceza almıştı. Dolayısıyla bir hafta sonraki Antalyaspor maçında oynayamayacaktı. Murat abi de sakattı ve takım o sezon şampiyonluğa oynuyordu. Antalyaspor gibi kritik bir virajda hayatımda ilk kez A takım kalesini koruyacaktım. Tayfur Hoca da maça iyi hazırlanmam konusunda beni uyardı. Bu konuşmadan 20 dakika sonra çift kale maç başladı. Delgado öne çıktığımı görüp kaleye vurdu, ben de kontrpiyede kaldım ve durdum. O anda "Çat" diye bir ses duydum, yere düştüm ve kaldım. Sağ diz çapraz bağlarım kopmuş. Böylelikle bu fırsatı çok şanssız bir şekilde kaçırmış oldum. Sonrasında ameliyat, tedavi süreci derken 5 ay geçti tabii.
* Bahsettiğin maç 2006-2007 sezonunda Murat Şahin’in sakat sakat çıkarak harika kurtarışlar yaptığı Antalyaspor maçıydı değil mi?
Evet. Murat abi bandajlar, sargılarla çıkmıştı maça. 1-0 kazanmıştık ve önde olduğumuz sıralarda, çapraz bağları kopuk olmasına rağmen mükemmel kurtarışlar yaparak 3 puanı alıp şampiyonluk yarışına devam etmemizi sağlamıştı Murat abi. Bu arada sakatlığım süresince her anımın benimle aynı sakatlığı yaşayan Murat abiyle geçtiğini söyleyebilirim. Tüm tedavi sürecini beraber yaşadık. O sırada da kendisiyle abi-kardeş gibiydik.
* Sakatlığından sonra istediğin geri dönüşü yapabildin mi?
2007-2008 sezonunun başında teknik direktörlüğe Ertuğrul Sağlam gelmişti. Ben de hemen hemen sakatlıktan kurtulmuştum. Bu arada tedavi süresince bana çok yardımcı olan doktorlarımız ve fizyoterapistlerimiz Cem, Murat ve Türker hocalara da çok teşekkür etmek isterim. Yeni sezonda takıma yeni kaleciler alınmıştı. Rüştü abi, Hakan Arıkan ve şu anda Buca’da oynayan Atilla kiralık olarak takıma dâhil olmuştu. Murat abi ve benimle beraber takımda 5 kaleci vardı. Bu nedenle Tepecik Belediyespor’a kiralık verildim. 12-13 maçta kaleyi koruyarak tecrübe kazandım. 2008-2009 sezonunun başında Beşiktaş’a döndüm. Murat abi Gaziantepspor‘a, Atilla da Bucaspor‘a gitmişti ve yeniden üçüncü kaleci olmuştum. Ertuğrul Hoca sezon içinde takımdan ayrıldıktan sonra Mustafa Denizli başımıza geçti ve ertesi sezonun bitimine kadar takımı çalıştırdı. Bu 2 senelik periyotta maç eksiğim çok fazlaydı. Ne PAF takıma inip kaleyi koruyabiliyor, ne de A takımda oynayabiliyordum. Zaten Mustafa Hoca döneminde şampiyonluğa oynadığımız için de bana böyle bir şans verilmesini beklemiyordum. O yüzden başka bir takıma gitmek istiyordum. Ancak Mustafa Hoca kalmam gerektiğini, sezon içinde bana ihtiyacı olabileceğini söyledi.
* Beşiktaş formasıyla sahaya çıktığın ilk maçlardan bahseder misin?
Bir Bursa maçında yedektim. Devre arasına yakın Rüştü abi sakatlandı ve oyuna girdim. 3-2 yenilmemize rağmen o maç benim açımdan iyi geçmişti diyebilirim. Rüştü ve Hakan ağabeylerin sakatlıkları devam edince bir sonraki Manisaspor kupa mücadelesinde de ben görev aldım. İlk kez Beşiktaş’ın kalesinde ilk 11’de sahaya çıkıyordum. Tabii ki büyük heyecan vardı o yüzden. O maçta büyük bir hata yaptım. Bana gelen topa vurdum, top Sivok’a çarptı ve Manisasporluların önünde kaldı. O golle de maçı 2-1 kaybettik. Belki de hiçbir kalecinin ilk maçında böyle bir şanssızlık yaşadığı görülmemiştir. Ancak kader deyip dersimi de alarak bu konuyu orada kapattım.
* Türkiye’de kaleciler ilk maçlarında hatalı gol yedikleri zaman yerden yere vuruluyor. Benzer bir örnek de 2009’da vefat eden Robert Enke’nin başına Fenerbahçe‘de gelmişti. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun, hatalı yediğin gol sonrası eleştiriler seni nasıl etkilemişti?
Bu durumdan etkilenmek ya da etkilenmemek kişiye bağlı. Çok etkilenir, kendinizi içten içe parçalar ve çok üzersiniz bunun kimseye bir faydası olmaz. Zararı size olur sadece. Ama bu olayı sindirip, bir ders çıkarıp, oldu ve bitti gözüyle bakarsanız çok şey kazanırsınız. Ben de özellikle Manisa maçından sonra böyle yapmaya çalıştım. Ama maç sonunda takım arkadaşlarım, Zafer ve Tayfur Hocalar beni teselli ettiler. Onların da desteği, böyle davranmam konusunda çok etkiliydi. Diğer sorunuza gelince, Türkiye’de krediniz varsa hata yapabilme lüksünüz vardır bana göre. Mesela Bursaspor’da oynayan Ivankov. Uzun süredir Türkiye’de oynuyor. Dolayısıyla da belirli bir krediye sahip. Onun ciddi bir hatası çok da konuşulmaz. "Bu hafta formsuzdu" denir, kapatılır konu. Ancak genç bir kaleciyseniz ve ilk kez çıktığınız maçta benim gibi ciddi bir hata yaparsanız, hemen "Bu da kaleci mi?", "Kim koydu bu adamı kaleye?" gibi bir sürü ağır lâfa maruz kalırsınız. Ama bilmezler ki, ben ya da başka bir kaleci oraya gelene kadar neler yaşamış, ne gibi zorluklar çekmiş! Dediğim gibi, kredi meselesi bu durum. Bol bol maça çıktıkça ve taraftar sizi tanıdıkça, "Bu hafta hata yaptı, olabilir" diyor. Örneğin Rüştü abi de zaman zaman hata yapmıştır. Ama o Rüştü Reçber’dir. Buralara da kolay gelmemiştir. Bana göre de Türkiye’nin hâlâ en iyi kalecisi ve şu anki tüm kalecilerin hocasıdır. O yüzden kredi konusunda bir problemi yoktur.
* Beşiktaş’ta Cordoba, Rüştü gibi iki usta ama farklı tarzda kaleciyle tanıştın. İkisinin de tarzları çok ayrı aslında. İki farklı tarzda kaleciyle çalışmak sana ne kattı?
Beşiktaş’a geldiğim zamanlar Cordoba’yla ilk çıktığım antrenmanda takımlar 5’e 5 maç yapıyordu. Bir ara mola oldu. Biz de soğumayalım diye çalışmaya devam ettik o arada. Hani Cordoba’nın meşhur bir degajı vardı ya. Tek eliyle topu çıkarırken, yan yatarak vurur ve istediği yere atardı. Mola sırasında da kaleye şut çekerek o vuruşu çalışıyordu. Ben de yapmaya çalıştım ama attığım toplar hep auta gitti. O ise her vuruşunda gol yaptı. "Sol köşeye atacağım" diyordu, sol üstten ağlarla buluşuyordu top. "Sağdan yukarı" diyordu, sağ üstten kaleye giriyordu top. Gerçekten inanılmazdı. Rüştü abiyi ise antrenmanda izleseniz bile yeter. Ama tabii asıl önemli olan sadece izlemek değil, izlerken ders çıkarmak. Bu da size bağlı ancak. İnsanlar birçok şeyi size anlatsa bile anladığınız kadarını uygulayabilirsiniz. Bu yüzden bana göre Rüştü abiyi izlemek bir derstir. Bana hep sorarlar, "Örnek aldığın bir kaleci var mı?" diye. Bana göre insan sadece bir kişiyi örnek alamaz. Mesela Cordoba’nın tekniği ön plandadır, Rüştü abinin de çabukluğu ve takım arkadaşlarına sevgisi. Siz de onların bu ön planda olan yönlerini örnek alırsınız.
* İlk kez bu sezon Diyarbakırspor’da düzenli olarak forma şansı buldun. Bu nasıl oldu ve neleri değiştirdi sende eskiye göre?
Geçtiğimiz sezon sonunda Beşiktaş’la sözleşmem bitmişti. Kulübün gündeminde başka transferler olduğu için benimle çok ilgileri olmamıştı. Açıkta kalmıştım yani. Bunun üzerine "Yetiştirme bedeli konusunda yardımcı olun, ben de başka bir ekip bulayım" dedim kulübe. Bu teklifim kabul edildi ve takım aramaya başladım. Bank Asya 1. Lig’in bana uygun olduğunu, burada oynayarak maç tecrübesi kazanabileceğimi düşündüm. Ama bu ligden beni isteyen bir takım bile çıkmadı o zaman. Çünkü hiç forma şansı bulamamış, oynadığım tek maçta da çok hatalı bir gol yemişim. Niye istesinler ki? Bank Asya takımlarından ses çıkmayınca Eyüpspor‘la görüştüm ve prensipte anlaştım. Sadece oynamak ve kendimi göstermek istiyordum. Eyüpspor beni Beşiktaş’tan istedi. Ancak bu noktada Beşiktaş kulübü bana yeniden imza attıracağını ve Eyüpspor’a 1 seneliğine kiralık olarak göndereceğini söyledi. Bu durum benim için hem sevindirici hem de üzücü oldu. Sevindim, çünkü her şeye rağmen Beşiktaş’tan kopmayacaktım. Üzüldüm, çünkü kiralık bir kaleciyi hiçbir kulüp kolay kolay istemez. Ama bu düşüncemin aksine Eyüpspor antrenörü Cihat Hoca beni nasıl olsa alacaklarını, kampa gelip hemen çalışmalara başlamamı istediğini söyledi. Bunun üzerine Bolu’daki kampa katıldım. 10. gün sonunda hazır ve yeterli olmadığımı söyleyip benimle yollarını ayırmaya karar verdiler. Daha imza atmadığım için de ayrılmam kolay oldu. Transferin bitmesine 2 hafta kalmıştı. 2 gün sonra Diyarbakırspor’dan bir telefon geldi. Teknik Direktör Suat Kaya ve kaleci antrenörü İsmail Demirbaş beni takımlarında görmek istediklerini söylediler. Bunun üzerine Diyarbakır’a gittim ben de. Üçüncü maçta kaleyi devraldım. 12-13 maç düzenli olarak forma şansı buldum. Oynadıkça geliştim, geliştikçe de iyi bir performans koydum ortaya. Böylece devre arasına çok formda girdim.
* Yaklaşık 6 sene önce yine bir Rıza Çalımbay döneminde Beşiktaş’ın yolunu tutmuştun. O transfer hayatını değiştirmişti adeta. Şimdi de yine Rıza Hocanın çalıştırdığı bir takımla ilk kez Süper Lig’de bu kadar fazla maça çıktın ve sükse yaptın.
Devre arasında beni isteyen bir-iki Süper Lig takımının yanı sıra, 3-4 tane de Bank Asya 1. Lig takımı vardı. Diyarbakırspor’la sözleşmemi feshedip beni isteyen bu takımların birinde oynamayı kafama koymuştum. Bu sırada Sivasspor çıktı bir anda ortaya. Karşıyaka’ya giden Akın Vardar’ın yerine yeni bir kaleciye ihtiyaçları vardı. Bu transferde Başkanımız Mecnun Odyakmaz’ın emeği büyük. Önce beni satın almak istedi, ama bu gerçekleşmeyince kiralık olarak takıma kazandırdı. Sonra bahsettiğiniz gibi Rıza Hoca ve ekibi de oradaydı. Onların bana duyduğu güven yeterdi zaten. " Korcan’ı istiyoruz" demeleri bile benim için büyük bir şeydi. Sivasspor‘a geldiğimde, ilk yarıda takımın kalesini koruyan Ramoviç sakattı. Sakatlığı nüksedince de sözleşmesini askıya almak durumunda kaldı kulüp. Ben ve Alişan takımda iki kaleci olarak kaldık. Rıza Hoca ikinci yarının ilk maçı olan Galatasaray deplasmanında bana şans vermişti kalede. Daha sonra yabancı kaleci Lubos da takıma dâhil oldu.
* Birkaç sene önce Beşiktaş’ta fırsat eline geçmişken antrenmanda sakatlanıp hüsran yaşamıştın. Ancak bu sezon başka bir kalecinin sakatlığı senin kaleye geçmene vesile oldu.
Aynen öyle. Tamamen kısmet. Zamanında ben sakatlandım oynayamadım, bu sefer de başkasının sakatlığı benim oynamama neden oldu. Tabii ki hiçbir zaman düşünmem birinin sakatlığı yüzünden oynamayı ama kader işte. Sivasspor’daki ilk maçım, Türk Telekom Arena’nın da ilk resmi maçıydı. Aynı zamanda da Süper Lig kariyerimde ilk on birde çıktığım ilk maçtı bu mücadele. Beşiktaş’ta iki kupa maçına ilk on birde çıkmıştım. Galatasaray karşısında yenilmemize rağmen performansım beğenildi. İşler iyi gitti ve teknik ekip kalede benimle devam etmeye karar verdi. Benim için performans bakımından her şey iyiye gidiyordu ancak takım olarak özellikle son dakikalarda yediğimiz gollerle hak etmediğimiz mağlubiyetler aldık. Bu dönemde Sivasspor düşme potasında olduğu için doğal olarak stres yaşıyordu. Benim için de böyle gergin bir ortamda Süper Lig kariyerine başlamak zor oldu açıkçası. Ama oynadıkça her şey daha da iyiye gitti. Şimdi her geçen maç daha iyi performans gösterdiğimi düşünüyorum ve takım da düşme potasından kurtuluyor.
* "Kalecilikte özgüven çok önemli" derler. Senin de konuşma tarzından kendine güvenen bir insan olduğun anlaşılıyor. Özgüvenin saha içinde kaleciye sağladığı artıları anlatır mısın?
Öncelikle herhangi bir insan için de çok önemlidir özgüven. Ama tabii ki saha içindeki bir kaleci için daha da önemli bir hale geliyor. Çünkü kaleci aslında liderdir. Bulunduğu mevkide kalecinin kendisinden başka bir alternatifi yoktur. O yüzden yeri geldiğinde takımı yönetir bir kaleci. Çünkü kaleci hiçbir arkadaşının bulunmadığı bir açıdan, en geriden görür olup biteni. Bu yüzden oyun anında hatasını gördüğü bir arkadaşını her zaman uyarmak zorundadır. Sürekli konuşması gerekir. Bu da belirli bir özgüven gerektirir tabii ki. Özgüveni olmayan bir kalecinin yapabileceği iş değildir bu.
* Rüştü dışında takip ettiğin bir kaleci var mı?
Petr Cech gibi kaleciler kolay yetişmiyor. O da her kaleci gibi dönem dönem hatalı gol yiyor ama onun istikrarını yakalamak hiç de kolay değil. O ve onun gibi kalecilerin de bunu başarmak için aştığı zorluklar hiç küçümsenemez. Cech’in dışında Van Der Sar’ı da takip etmeye çalışıyorum. Ayrıca artık genç kaleciler de erken yaşlarda takımlarının kalesini devralabiliyor. Bu durum bizim onlardan örnek almayacağımız anlamına gelmiyor. Genç kalecileri de yakından takip ediyorum. Mesela Manuel Neuer. Gerçekten çok iyi bir kaleci. Almanya’da zaten bu gelenek senelerdir var. Kaleci Almanlardan çıkar.
* Bu geleneğin Almanya’da sürmesinin bir nedeni de Bundesliga’da bir dönem yabancı kaleci oynatma yasağı olmasıydı. Bu yüzden takımlar altyapılarındaki kalecilere yöneldi. Şimdi de bir-iki istisna dışında Almanya’da yabancı kaleci yok. Bundan yola çıkarak özellikle genç Türk kalecilere değer verilmediğini düşünüyor musun ülkemizde?
Türkiye’de yerli kalecilere değer verilmemesi altyapıdan başlıyor aslında. Çünkü kalecileri eğitecek hoca sayısı çok az. Genelde eskiden kalecilik yapmış bir hoca, kendi zamanındaki bilgi ve deneyimlerini o kaleciye aktarmaya çalışıyor. Ama artık oynanan futbol eskisinden çok farklı. Artık top, saha, kale, oyun stili, taktik, kısacası her şey değişti. Buna da uyum sağlayamayan antrenör maalesef kaleci eğitemiyor. Yani yeniliğe açık olması lâzım bir kaleci antrenörünün ki, yetiştirdiği kaleciye bir şeyler verebilsin.
Mesela 12-13 yaşlarında bir kaleci futbola başladığında onu sağa-sola atlatıp zıplatırlar. Ama şimdilerde öyle bir şey yok aslında. Çünkü zaten 15-16 yaşına kadar gelişim çağında oluyor kaleci. Bu dönemde bir kaleciye kuvvet ya da çabukluk çalıştıramazsınız. Ona vereceğiniz tekniktir bana göre. Kalecinin altyapısı budur. El tekniği, ayak tekniği, topu tutma gibi… Küçükken amatör takımdaki hocam bilinçli mi yapıyordu bilmiyordum ama bana topu veriyor "Git duvarda tek başına çalış" diyordu. Sürekli topu duvara vurduruyordum. Bana çok sıkıcı geliyordu bu. Ama şimdi bunun çok faydasını görüyorum. Bahsettiğim teknik anlamda eğitim de buna benzer şeyler işte. O yüzden öncelikle altyapıdan doğru çalıştırılarak değer verilmeli kalecilere.
* Son olarak hedeflerini öğrenebilir miyiz senden? Sivasspor’da gösterdiğin performansla A2 Millî Takımı‘na seçilmeyi başardın. Sezon sonunda da Beşiktaş’a giden yol açık gibi gözüküyor sana.
Bu sezon performansımı yükselttim. İnsanlar, hocalarım güven duymaya başladı bana. Ama bu güven oynayarak oluşuyor. Maç eksikliğini gidere gidere ortaya çıkıyor. Millî Takım, her oyuncu gibi benim de en büyük hedeflerimden biri. Düzenli olarak oynamaya devam ettiğim sürece zamanla A Millî Takım‘a da yükseleceğimi düşünüyorum. Bunun için de elimden geleni yapmaya devam edeceğim.
Beşiktaş’a gelince, şu an takımın başında bulunan Tayfur Hoca zaten antrenör olduğu dönemlerde bana destek oluyor ve benimle ilgileniyordu. O yüzden ben de yeni sezonda Beşiktaş’a dönüp kaleye geçmek isterim tabii ki. Bunun için de sürekli oynamam lâzım. Çünkü maç tecrübesi olmadan bir kalecinin başarılı olması imkansız. Ama Sivasspor’un da yeri ayrı benim için. Onların başarısı için de sonuna kadar ter dökeceğim.