Selçuk Kaya; Çizgideki Bayraklı Duayen

Hakem ve yardımcı hakem kadrosunun yaşı en büyük üyesi olarak ön plana çıkan 43 yaşında ve 12 yıldır Süper Lig‘de bayrak sallayan Selçuk Kaya, çizgideki duayen olarak isimlendiriliyor.

Hakem ve yardımcı hakem kadrosunun yaşı en büyük üyesi olarak ön plana çıkan 43 yaşında ve 12 yıldır Süper Lig‘de bayrak sallayan Selçuk Kaya, çizgideki duayen olarak isimlendiriliyor.

Bugüne kadar pek çok derbide ve bir kupa finalinde görev yapan, 2003‘te "yılın yardımcı hakemi" ödülünü alan Kaya, hakemler arasında "efsane" lakabıyla anılıyor.

İnce ofsayt pozisyonlarında "topun sesini duyan adam" olarak da adlandırılan Kaya, yıllarca askeri bandoda klarnet çaldığını öğrenince sesler konusundaki hassasiyetini anlamak da mümkün. Ama o bu konuyu "gönlünü sahaya vermek"le açıklıyor.

Futbol Federasyonu basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha Dergisi‘ne konuşan Selçuk Kaya, ‘‘Eskişehirspor altyapısında yetişmiştim. Hocam Hatay Sarkanak, ikinci hocam ise Zafer Tüzün‘ün babası Serhat Tüzün‘dü. Zafer ağabeyle Eskişehir Bentspor‘da birlikte oynadık. O sol açık, bense sağ bektim. 14-16 yaş Genç Millî Takımı‘na da çağrıldım.‘‘ diyerek şöyle devam etti:

‘‘Ankara‘ya Mızıka Okulu‘na gidince de futbol aşkım bitmedi. Karagücü‘nde oynadım. Sağ bek, stoper ve orta saha oyuncusu olarak görev yaptım. İki ayağını da kullanan, çok iyi frikik atan bir oyuncuydum. Ege Ordu Takımı‘nda da oynadım.

Ankara‘da ilk çıktığım maçta 2-3 oyuncuyu atmak zorunda kaldım, 61. dakikada da maçı tatil ettim. Karakolda bitti yani maç. "Herhalde hakemlik hayatım bitti" derken, il hakemi olduğum dönemde 3. Lig maçına gittim.

Bütün gençlere hakem olmalarını öneriyorum. Kural kitabında hakem için "karar verir", yardımcı hakem için ise "işaret eder" der. Elbette karar vermek, işaret etmekten daha iyidir. Onun için ben de bütün genç arkadaşlara öncelikle hakem olmalarını tavsiye ediyorum.

Sahada babam gelse tanımam. Çünkü ben de o tozun, çamurun, tekmenin içinden geldim. Hak yemek çok kötü bir şey. İstemeyerek hatalar yapıyoruz elbette. Ama bilinçli hata yapmayı Allah nasip etmesin, kursağımdan da haram lokma geçirmesin.

Antrenman yapmayı seviyorum ve kendimi şarj etmesini biliyorum. Önemli olan badireleri atlatabilmek. Bazen kendimi dağlara vururum, bazen yürürüm. İnsan kendisiyle dalga geçmeyi de kendini eleştirmeyi de bilmeli. Ben böyle bir insanım.

Bir orkestra şefinin orkestradaki her aletin sesini ayrı ayrı duyabilmesi ve çıkan yanlış bir sesi hissetmesi gibi ben de ofsayt pozisyonunda topun sesini duyabiliyorum. Duymak isteyen duyar. Gönlünüzü, ruhunuzu oraya verirseniz duyarsınız.‘‘

İşte yardımcı hakem Selçuk Kaya‘nın TamSaha Dergisi‘ndeki röportajının detayları:

Hakem ve yardımcı hakem kadrosunun en yaşlı üyesi olan Selçuk Kaya‘yı daha yakından tanımak istiyoruz. Futbolla ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?

12 Mayıs 1968‘de Eskişehir‘de doğdum. 7 yaşından beri futbolun içindeyim. İlk, orta ve lise tahsilimin bir bölümünü Eskişehir‘de tamamladım. Eskişehirspor altyapısında yetişmiştim, hocam Hatay Sarkanak, ikinci hocam ise Zafer Tüzün‘ün babası Serhat Tüzün‘dü. Zafer ağabeyle Eskişehir Bentspor‘da birlikte oynadık. O sol açık, bense sağ bektim. 14-16 yaş Genç Millî Takımı‘na da çağrıldım. Hocamız Teoman Yamanlar‘dı. İzmir‘deki kampa katıldım ve Bulgaristan‘a, Romanya‘ya karşı özel maçlarda oynadım.

Sonra neden futbola devam etmediniz?

Otoriter bir babam vardı ve benim askeri lisede okumamı istedi. Bunun üzerine Ankara‘ya Mızıka Okulu‘na gittim ama içimdeki futbol aşkı bitmedi. Okulda bir takım kurdum. Antrenmana gelen amatör takımlarla maç yapar, hepsini yenerdik. O dönemden itibaren futbolun teknik ve taktik yönlerine çok meraklıydım. Allah rahmet eylesin, Hatay Hocam bize bu konuları çok iyi öğretmişti. Ankara amatör kümede Karagücü‘nde oynadım. Sağ bek, stoper ve orta saha oyuncusu olarak görev yaptım. İki ayağını da kullanan, çok iyi frikik atan bir oyuncuydum. Ege Ordu Takımı‘nda da oynadım. Ama tabii askeri okulda okuyunca profesyonel olma şansım olmadı.

Peki, hakemlikle nasıl tanıştınız?

Hakem Erdal Güleç, o dönemde üsteğmendi ve okulda benim beden eğitimi öğretmenimdi. Balıkesir‘deki birlikte de bir arada olduk. Bana, "Futbol oynamanın sonu yok, gel hakem ol, bu işi iyi yaparsın" dedi. 1992‘de Necmi Temizel Hocamızın başında olduğu kursa Aytekin Durmaz‘la birlikte katıldım. Hakemliğe de böyle başladım. Balıkesir‘den sonra tayinim Ankara‘ya, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı‘na çıktı. Askeri bandoda klarnet çalıyor, protokol subaylığı yapıyordum. Tabii orada siyaset, spor ve sanat dünyasıyla teşrik-i mesainiz oluyor. Ankara‘ya geldiğimden bu yana 2 ay geçmiş ama ben maç alamamıştım. İl Hakem Kurulu‘na gittim ve "Bana neden maç vermiyorsunuz?" diye sordum. Özgüveni olan bir insanım ve lâfın nereye gideceğini düşünmeden doğru bildiğimi söylerim. O dönemde MHK‘nın Atama Kurulu‘ndaki Talat Tokat‘la tanıştım. Sonuçta bana amatör kümede bir maç verdiler.

İLK MAÇIM YARIDA KALDI AMA...

Nasıl geçti Ankara‘daki o ilk maçınız?

19 Mayıs Stadı‘nda maç almak Wembley‘de maç almak gibidir Ankara hakemleri için. O maçta 2-3 oyuncuyu atmak zorunda kaldım, 61. dakikada da maçı tatil ettim. Karakolda bitti yani maç. Kendimi sorguluyorum ama bir hata bulamıyorum. Talat Hoca beni Salı günü çağırdı ve "Evladım ne oldu maç?" diye sordu. Ben de olup biteni anlattım. Kendi kendime, "Maçı yarıda bıraktım, bu işi beceremedim, herhalde hakemliğim bitti" diye düşünüyorum.

Ertesi hafta maç bülteninde de ismimi göremedim. Fakat akşam saat 10‘da ev telefonum çaldı. İsminin Abdullah Ayar olduğunu söyleyen bir hakem, "Selçuk Bey, hafta sonu beraberiz" dedi. Ben de saf saf, "Bültene baktım, ismimi göremedim, acaba başkasının yerine mi gidiyorum?" cevabını verdim. Buna karşılık, "Cumartesi günü saat 10‘da AŞTİ‘nin önünde buluşacağız, yanına tıraş takımlarını, pijamalarını da al" deyince, "Siz karıştırıyorsunuz galiba, ben il hakemiyim" diye bir çıkış daha yaptım. Bunun üzerine, "Selçuk Bey, MHK sizi 3. Lig maçına atamış" dedi. Bunun imkansız olduğunu, çünkü profesyonel bir maça il hakeminin çıkamayacağını biliyorum.

Ne yaptınız peki?

Gecenin o ilerlemiş saatinde Talat Hocaya telefon açtım, "Beni birisi aradı, galiba dalga geçiyor" dedim. Talat Hoca, "Evladım ben seni o maça atadım" cevabını verince elim, ayağım titremeye başladı. O gece uyuyamadım. Maç da Gölcük-Kilimli Belediyespor maçı. Statta Gölcükspor‘un Başkanı yanımıza gelip, "Selçuk Kaya kim?" diye sordu. Haydaa, yeni bir sürpriz daha. "Benim" diye kendimi tanıttım. Başkan, "Hocam, eski bir hakem bize bir faks çekti, sizin il hakemi olduğunuzu, profesyonel bir maçta il hakeminin görevlendirilemeyeceğini ve bu maça çıkmayabileceğimizi bildirdi" dedi. Ben de "Konuyu gözlemcimize danışın" dedim. Gözlemci, "MHK istediği maça istediği hakemi verme hakkına sahiptir. İsterseniz maça çıkmayabilirsiniz ama sonucuna katlanırsınız" deyince müsabaka oynandı.

Sonuç ne oldu?

Gölcükspor‘un iki kritik ofsayt pozisyonunda bayrak kaldırdım ve takım yenildi. Seyirci de isyan etti ve ellerine ne geçtiyse sahaya attı. "Eyvah" dedim yine, "Bu sefer gerçekten hakemlik hayatım sona erdi. İki maça çıktım, ikisinde de olay var." Gözlemci yanıma geldi, "Sen kaç senelik hakemsin?" diye sordu. "İki senelik hakemim" cevabını verince, "Yahu sanki 40 yıllık hakem gibisin" dedi. Notum da çok yüksek geldi. Ankara‘ya dönüp antrenmana çıktığımızda Talat Hoca yine yanıma geldi ve olayları anlatmamı istedi. Amatör maçların bülteninde yine ismimi göremedim. Sonra yine bir telefon aldım ve profesyonel maça atandığımı öğrendim. İşte Ankara‘da böyle başladım hakemliğe. Hakemlik açısından Balıkesir bir okul, Ankara ise üniversiteydi benim için.

GENÇLERE HAKEMLİĞİ TAVSİYE EDİYORUM

Yola hakem olmak için çıktınız ama yardımcı hakem oldunuz. Bunun nedeni neydi?

Ben bütün gençlere hakem olmalarını öneriyorum. Kural kitabında hakem için "karar verir", yardımcı hakem için ise "işaret eder" der. Elbette karar vermek, işaret etmekten daha iyidir. Onun için ben de bütün genç arkadaşlara öncelikle hakem olmalarını tavsiye ediyorum. Ben de yola hakem olarak çıktım. Ankara‘da 1997-98 sezonunda C Klasmanı‘na yükselmiş ve yavaş yavaş maç almaya başlamıştım. Sonra tayinim Diyarbakır‘a çıktı. Hakkari‘de, Cizre‘de, Yüksekova‘da, Genç‘te, Doğubeyazıt‘ta cirit attım, kimsenin cesaret edip de veremeyeceği kararları vererek piştim. O maçlar öyle temiz geçti ki, ne beklendiği gibi kırmızı kartlar yağdı ne de olaylar çıktı.

Hakemlik iyi gidiyormuş yani...

Evet. Fakat bir gün Diyarbakır‘da birlikte görev yaptığımız İsmet Arzuman, "Selçuk, yardımcı hakem olarak Süper Lig maçına gelmek ister misin? Bir hafta benimle Süper Lig‘e gelirsin, bir hafta 3. Lig‘de düdük çalarsın" dedi. Süper Lig her hakemin en büyük hayalidir. Ben de kabul ettim. Süper Lig‘de ilk gittiğim maç 1999‘da Adanaspor-Gençlerbirliği maçıdır. Oğuz Çetin o dönemde Adanaspor‘un kaptanıydı. Kurs hocam Necmi Temizel o maçta gözlemcimdi. Yardımcı hakemliğe böyle başladım. Bu arada dönemin MHK‘sı yardımcı hakem kadrosu kurmaya karar verdi. İsmet Arzuman beni arayıp yardımcı hakem kadrosuna alındığımı bildirdi. Oysa böyle bir talepte bulunmamıştım. Bölge sorumlumuz Bülent Yavuz‘u arayıp böyle bir talebimin olmadığını bildirdim ama, "Biz böyle uygun gördük" cevabını aldım. Açıkçası üzüldüm. Hedefim düdük çalmaktı çünkü. Rahatsızlığımı ve bu kadroda görev yapmak istemediğimi bildirdim ama klasmanlar açıklandığında ismim yardımcı hakem kadrosundaydı. Bu arada 2 ay maç alamadım. Bir seminerde Bülent Hoca bana "Hâlâ ısrarcı mısın?" diye sordu. "İstemiyorum ama nasip böyleyse yapacak bir şey yok" dedim. İşte böyle yardımcı hakem oldum ben.

Yıllardır Süper Lig’de maça çıkıyorsunuz ve bu noktaya gelmek için yüzlerce yardımcı hakemin arasından sıyrıldınız. O halde sizi diğerlerinden ayıran özellikleriniz olmalı değil mi?

Bir defa insanın kendisini ifade edebilmesi çok önemli. Kişiliğim, karakterim, hal ve hareketlerim, davranışlarımla insanlara bir şey verebilmişim ki, onca MHK gelip geçmesine rağmen ben bu kadroda kalabildim. Benim yaşam tarzımda doğruluk, dürüstlük ve çalışma azmi vardır. Sahada babam gelse tanımam. Çünkü ben de o tozun, çamurun, tekmenin içinden geldim. Hak yemek çok kötü bir şey. İstemeyerek hatalar yapıyoruz elbette. Ama bilinçli hata yapmayı Allah nasip etmesin, kursağımdan da haram lokma geçirmesin. Bir de bu işte başarılı ve istikrarlı olduğuma inanıyorum.

Bu çizginizi korumak için neler yapıyorsunuz?

Antrenman yapmayı seviyorum ve kendimi şarj etmesini biliyorum. Çünkü hayat bu, hakemlik, iş ya da aile hayatınızda bazen sarsıntılar yaşayabilirsiniz. Önemli olan badireleri atlatabilmek. Ben kendimi otomatik olarak şarj ederim. Bazen kendimi dağlara vururum, bazen yürürüm. Mental olarak kafamı boşaltırım. Askeri lisede aldığım psikolojik harp derslerinin de bunda etkisi var. İnsan kendisiyle dalga geçmeyi de kendini eleştirmeyi de bilmeli. Ben böyle bir insanım. Krizi iyi yönetebilirim.

Asker hakemlerin Genelkurmay kararıyla çekilmesi üzerine sizin de askerlikten ayrıldığınız söyleniyor, bu doğru mu?

Hayır hayır, öyle denk geldiği için bu şekilde düşünülüyor ama askerlikten ayrılma sebebim farklıydı. Diyarbakır‘dan Kayseri‘ye tayin olmuş ve iki sene çalışmıştım. İki sene sonra bir yazı geldi, "Birliğiniz lağvedildi, bir dilekçe yazıp başka bir yere tayininizi isteyin" diye. "Dalga mı geçiyorlar?" diye düşündüm ve tepki koymak için askerlikten ayrıldım. Bu davranışın bana değer verilmediğinin göstergesi olduğunu düşündüm. Çünkü size hiçbir şey soran yok. Ortada harp yok, darp yok, durup dururken bu ne tayini? Ben onuruna düşkün bir insanım ve "Saygı görmediğim yerde durmam" deyip askerlikten ayrıldım.

Şimdi yeni bir işiniz var değil mi?

Devlet memurlarının 6 ay sonra yeniden memuriyete müracaat etme hakkı var. Karşıma cazip bir iş geldi; Yükseköğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu. İşin içinde gençler de var... Genel Müdür Hasan Albayrak‘la tanıştım. Baktım şeker gibi bir adam ve bana da değer veriyor. "Tam bana uygun bir iş" diye düşündüm ve başvurumu yaptım. Tayinim Balıkesir‘e çıktı, şimdi orada yaşıyorum.

Başlangıçta bir idolünüz var mıydı?

Kimileri Collina‘yı, bazıları Merk‘i, Busacca‘yı idol görüyor. Bence bu yanlış. Çünkü her hakemin inişi var, çıkışı var. İşte, Dünya Kupası‘nda da hakemlerin yaptığı hataları gördük. Bence isimler değil de kavramlar örnek alınmalı. Hakemlikte örnek alınması gereken mefhum da istikrardır. En istikrarlı çizgide kim yürüyorsa, o idol olmalı. İsimlerin üzerinde durmamak gerek. Hakemlik öyle bir şey ki, kuralları bileceksiniz, o kurallara çok iyi yorum getireceksiniz, sosyal yaşantınız ve iş hayatınız düzenli olacak, antrenmanı seveceksiniz ve aksatmadan yapacaksınız, sağlıklı, dinç olacaksınız. Bunları topyekun bir araya getirirseniz istikrarlı bir hakem olabilirsiniz.

İyi bir yardımcı hakemin istikrar dışındaki ayırt edici özellikleri nelerdir?

Yardımcı hakemin birinci vazifesi hakemine yardımcı olmak, üzerindeki yükü azaltmaktır. Ne olduğunu anlayamadığı, idrak edemediği zor bir pozisyonda yardım götürebilmektir. Tabii bu da bir meleke işi. Benim avantajım hem geçmişte futbol oynamış hem de 3. Lig‘de çok sayıda zor maça çıkmış olmak. Dolayısıyla hem pozisyonun ne olduğunu hem de hakemin o pozisyonda yardımcısından ne istediğini gayet iyi anlayabiliyorum. Bir orkestra şefinin orkestradaki her aletin sesini ayrı ayrı duyabilmesi ve çıkan yanlış bir sesi hissetmesi gibi ben de ofsayt pozisyonunda topun sesini duyabiliyorum. Hani biz Musa Çözen‘in kameralarıyla yarışıyoruz ve bazen, "Hakeme bak, bu pozisyonda ofsaytı nasıl da yakalamış" diyorlar ya, ben önce topa, sonra adama bakmadığım, topun sesini duyabildiğim için o pozisyondaki ofsaytı tespit edebiliyorum.



REKLAM PANOLARI İŞİMİZİ ZORLAŞTIRIYOR

Burası ilginç. Bazı hakemler topun sesinin duyulamayacağını söylüyor.

Duymak isteyen duyar. Siz gönlünüzü, ruhunuzu oraya verirseniz duyarsınız. Ben kesinlikle duyuyorum. Ama burada yardımcı hakemin işini zorlaştıran başka bir olaydan söz edeyim. Saha kenarında sürekli dönen reklam panoları bazen topu görmemizi zorlaştırıyor. Kamerada rahatlıkla görülebilen topu yardımcı hakem göremeyebiliyor. Yardımcı hakemliğin bir başka zorluğu da oyuna müdahale ettiği pozisyonların tartışmaya açık olmaması. Hakem kararlarında, mesela penaltıda, elle oynamada, faullerde yorum farkları olabilir ama bir top taca veya auta ya çıkmıştır ya çıkmamıştır. Veya bir oyuncu ya ofsayttır ya da değildir. Bu da yardımcı hakemin işini zorlaştıran bir durum.

Bazen yardımcı hakem yüzde yüz emin olduğu bir konuda hakemi uyarır ancak hakem farklı bir karar verir. Böyle durumlarda konsantrasyonunuz bozulmaz mı?

Bence yardımcı hakem olayı o noktaya getirmemeli. Eğer iş o noktaya geliyorsa ortada bir problem var demektir. O zaman ortaya çıkan tablo hakem-yardımcı hakem işbirliğinde bir eksikliği gösterir. Seyircinin de futbolcunun da hakemlere güveni sarsılır. Yardımcı hakem, hakemin yönetim tarzını, onun ne istediğini bilmeli ve yardımını ona göre yapmalı.

Yardımcı hakemliğin zorluklarından birisi de çizgide, tribünlerin hemen önünde maç yönetmek. Orada her türlü baskıya ve tribünlerden atılan yabancı maddelere açık bir pozisyondasınız. Bu zorluklarla baş edebilmek için neler yapmak gerekiyor?

Öncelikle cesaretli olacaksınız. Verdiğiniz kararın arkasında duracaksınız. Seyirciye öyle bir vücut dili vereceksiniz ki, sizi yıldıramayacaklarını anlayacaklar. Dik duracaksınız. Omuzlarınız çöktüğü anda iş bitmiştir. Alt liglerden edindiğim tecrübeyle geldiğim için bunlar beni etkilemiyor. Tribünden kocaman taşların atıldığı maçları da yaşadım ve gördüm ki, kimse ölmüyor! O nedenle doğru bildiğimi cesaretle yapabiliyorum.

Hakemlerin bir başka sıkıntısı kulüpler tarafından "istenmeyen adam" ilân edilmek galiba. Kulüp sizin de içinde bulunduğunuz trionun yönettiği bir kaç maçı kaybederse, kararlarınızın doğru ya da yanlış olduğuna bakmadan sizi istenmeyen adam ilân edebiliyor.

Sizin vasıtanızla başımdan geçen bir olaya açıklık getireyim. Bir kulüp, söylediğiniz gibi beni istenmeyen adam ilân etti. Bir gazeteci de o kulübün benim çıktığım maçlarda kaybettiği puanları liste halinde verdi. O gazeteci ağabeyimi aradım ve "Beni tanıyor musunuz?" dedim. "Hakemlikten tanıyorum" cevabını verdi. "Peki yazdıklarınızın doğru olduğuna inanıyor musunuz?" dedim, "Ben gazeteciyim, o maçlar da benim yazdığım gibi sonuçlandı" dedi. "Ben o maçlara gittim, bu doğru ama bir müsabakada iki yardımcı hakem var. Eğer o maçlarda sözü edilen yanlışları ben yaptıysam hakemliği bırakırım. Eğer tersi olursa siz gazeteciliği bırakır mısınız?" dedim, "Tamam" cevabını verdi. Sonra MHK beni çağırdı ve o maçlar tek tek incelendi. Sözü edilen hataların hiç biri benim görev yaptığım yarı sahada gerçekleşmemiş. O maçlarda gözlemcilerimden de hep yüksek notlar almışım. Ama ne yazık ki bir kere ne yazıldıysa öyle gidiyor, hiç kimse işin doğrusunun ne olduğunu araştırma zahmetine katlanmıyor.

Hiç, "Bırakıp gideyim" dediğiniz, sizi çok üzen, rahatsız eden bir dönem veya olay var mı kariyerinizde?

Ben en çok öküzün altında buzağı aranmasına kızıyorum. Hakemlere "Acaba?" bakışlarına üzülüyorum. Halbuki herkesin bir şerefi, namusu var, ailesi, iş yaşantısı var. İspatı olmayan konularda "çamur at izi kalsın" politikalarını çok çirkin buluyorum.

UİLENBERG TÜRK HAKEMLİĞİNİN LOBİSİ

Uilenberg‘in Türk hakemliğine neler kattığını düşünüyorsunuz?

Yıllardan beri, "Türk hakemliği neden Avrupa‘da yok" denilirdi. Uilenberg, Türk hakemliğinin Avrupa‘daki lobisi. Bakın Cüneyt Çakır hangi noktalara geldi. Ardından Bülent Yıldırım, Hüseyin Göçek, Halis Özkahya geliyor. Bu grubun en büyük şansı Uilenberg‘dir. Allah hepsinin yolunu açık etsin. Hepsini iftiharla seyrediyoruz. Ben tüm ekiplerin başarısının devamını diliyorum ve bu arkadaşların, "Neden Avrupa‘da Türk hakemi yok" diyenlere en güzel cevabı vereceklerine inanıyorum.

Hakemliğin ve işinizin dışında nelerle ilgileniyorsunuz?

Mazbut bir hayat tarzım ve 16 yaşında bir kızım var. Küçük şeylerden mutlu olmasını biliyorum. Balıkesir‘de mutlu bir hayat sürüyorum. Sık sık Eskişehir‘deki ailemi ziyaret etmeye gidiyorum. Benim için lüks bir lokantada yemek yemektense, işçi arkadaşımla domates, soğan, ekmek yemek çok daha keyif vericidir. Balıkesir Kredi ve Yurtlar Kurumu‘nda yönetici olarak görev yapıyorum ve oradaki öğrencilere evlerindeki rahatlığa yakın bir ortam hazırlamak için çalışıyorum. Bu da beni ayrıca mutlu ediyor.