Kenny Miller: Bazı Şanssızlıklar Yaşamasak Şampiyon Olabilirdik
Bursaspor‘un golcü futbolcusu Kenny Miller, Bursaspor‘u seçerken yeni bir yerde yeni bir meydan okuma olsun istediğini söyledi.
Bursaspor‘un golcü futbolcusu Kenny Miller, Bursaspor‘u seçerken yeni bir yerde yeni bir meydan okuma olsun istediğini söyledi.
Futbol Federasyonu tarafından çıkarılan TamSaha Dergisi‘ne açıklamalarda bulunan Miller, kendisine sorulan soruları şu cevapları verdi:
* Seni tanıyoruz ama klasik sorumuzla başlayalım. Futbola nasıl başladın? Özel bir hikâyesi var mı?
Çok özel değil. Futbol oynamaya 8 yaşındayken başladım. Mahalleden arkadaşlarım Edinburgh’da beni onların oynadığı takıma götürdü.
* Hutchison Vale BC mi?
Evet, doğru bravo! Oradaki dört yıl önemliydi. Futbolumun kökleri oraya dayanır çünkü. Sonra oynamaya devam ettim ve 16 yaşıma geldiğimde profesyonel olarak Hibernian’a geçtim. Sonrasını biliyorsunuz zaten.
* 16-20 yaş arası dahi korkusuzluğun ve gözüpekliğinle bilinirmişsin.
(Gülüyor) Evet aslında o dönemde ayakta kalabilmeniz, o zorlu A takımda yer alıp kendinizi göstermeniz ve cendere misali sizi devamlı sıkıştıran profesyonel futbolda sert olmanız, isteğiniz ve konsantrasyonunuz çok önemli. 18 yaşındayken Hibernian’da genç oyuncu olarak kendimi göstermeye çalıştığım dönemdi. O zaman da teknik direktörümüz Alex McLeish‘ti. Antrenmanlar keyifli ama sert geçerdi. Hatta o da futbolu bırakmış olmasına rağmen çift kalelere katılır, özellikle gençlerle ilgilenirdi. Bir gün yine o maçlardan birinde ben hücumda top almak isterken stoper oydu. Sizi çok sert savunur ve devamlı zorluk yaratır, genç oyuncu olarak ligde görebileceğini tüm o acımasız sertliğe hazırlamak için biraz “pis” oynardı. Ben de o bu pozisyonda beni tutarken “kazara” dirsekle çenesine vurdum. Ağzı kan içinde kaldı. Tabii ki mutlu değildi ve ben futbol hayatım orada bitti diye düşünürken, McLeish “İyi, iyi bu, bunlar hep iyi işaret evlât, güçlü ve pes etmeyen olmalısın, bu dirsek iyi işaret” diye sırtımı sıvazlayıp direncim ve yılmazlığım için kutladı. Sonra daha çok süre almaya başladım.
* Bu sezonun ilk yarısında Rangers’ta fırtına gibiydin. İlk 6 maçta 10 gol attın. Hatta iki kez hat-trick yaptın. İlk yarıyı da 22 golle tamamladın. İskoç Ligi‘nde hâlâ gol kralısın. Sonrasında seni bir anda Türkiye’de gördük. Kontrat problemlerin de vardı ama nasıl karar verdin, nasıl gelişti bu serüven?
Yurtdışında oynamak hayallerimden biriydi. Fırsat geldiğinde bunu değerlendirmek istiyordum. Devre arası yaklaşırken farklı ülkelerden birkaç teklif gelmişti. Hepsi iyi opsiyonlardı. Rangers‘la kontratım sezonun sonunda sona erecekti. Sözleşmeyi yenilemek için görüşme yapmaya da yanaşmıyorlardı. Aslında ben Rangers‘la sözleşmemi uzatmak istiyordum ama sezon sonu belirsizlik içinde, o dönemde anlaşamayıp saçma bir şekilde bavulumu toplayacağıma Ocak ayında gitmeye karar verdim. Bu kadar formdayken ve beni gerçekten isteyen kulüpler varken, kalıp sezonun ikinci yarısında belki de sakatlanıp bu şansı bu yaşa gelmişken kaybedeceğime, doğru zamanın bu olduğunu düşündüm. Sonuçta hayatta önünüze bazı fırsatlar gelir, seçim yapmanız şarttır. Çünkü o fırsatlar, şanslar hayatta ikinci kez karşınıza çıkmayabilir. Ben de bu gelen fırsatı değerlendirmenin doğru olacağı fikrine vardım. Özellikle sadece benim için değil, ailem için de.
* Para da motivasyonlar arasında önemli diyebilir miyiz?
Para tabii ki motivasyonlardan biri ancak daha önce de söylediğim gibi bu hikâyede temeli o oluşturmuyor. Çünkü ben bir hayali, bir isteği gerçekleştirmek istedim. Ada dışında bir yerde hep oynamak istiyordum. Ben hayatım boyunca hep futbol oynamak istedim. Ve bu sefer yeni bir yerde, yeni bir meydan okuma olsun istedim. Yeni bir şeyler denemek istedim hayatımda. Tabii ki ailen ve kendin için maddi açıdan en iyiyi ararsın. Ancak ben en nihayetinde bir döviz bürosu değilim. Para insanı mutlu etmeyebilir. Zaten hayatta sırf para için yaptığın seçimler insanı mutluluğa zor götürür. Beni her zaman mutlu eden futbol oynamaktır. Oynarken takım arkadaşlarınla beraber o takımı başarıya taşımak özellikle... Bursaspor’da da bunu yapmaya çalışıyorum.
* Bu sezona dair beklentilerin gerçekleşiyor mu?
Aslında bazı şanssızlıklar yaşamasak belki şampiyonluğa gidebilirdik ancak şimdi üçüncü olup Avrupa Ligi‘ne gitme şansımız var. Belki geçen sezondan daha düşük bir basamakta ligi tamamlayacağız. Ancak bu güçlü ligde sezon sonu hem de bu şartlarda gayet iyi bir sonuç olur. Umarım sezon sonunu böyle getiririz. Ben de attığım gollerle takıma yardımcı olabilirim.
* Bursaspor’a transfer olurken sonuçta bambaşka bir kültüre geçiş yapma durumundaydın. Tamamen Ada kültürüyle büyüyüp yoğrulmuş biri olarak bu kadar farklı bir kültüre alışma sürecin nasıl devam ediyor? Havası bile farklı Edinburgh ve Glasgow’dan?
Gerçi hava olarak son günler Edinburgh’u aratmıyor ancak genel olarak haklısın, oradaki sert soğuk burada daha ılık. Buraya geleli üç ay oldu. Türkiye gerçekten de çok farklı kültürü ve alışkanlıkları olan bir ülke. Her şey farklı, bir kere başta futbollar farklı, mantaliteler çok farklı, yemekler, yollar, müzik, hava, daha bir çok şey sayabilirim tabii ki. Mesela yemek konusunda adaptasyon sürecim çok çabuk oldu diyebilirim, çünkü burada yemekler çok leziz. Müzik konusunda da Power FM çok yardımcı oldu. Tabii İngilizce müzik yayını yapan diğer radyoları da dinliyorum. Aslında her şeyin bu kadar farklı olacağını tam kestirmemiştim gelirken, özellikle de ligde oynanan futbolun. Ancak başka bir yere gelip başarı için her şeye adapte olmaya çalışırsınız. Futbolla birlikte yemek, müzik, trafik gibi diğer her bileşene adapte olup, zorlukların üstesinden gelmeye çalışırsınız. Kabullenmek zorundasınız. Kolay olan hiçbir şey zaten sonunda size o kadar da keyif vermeyebilir. Ama dediğim gibi benim için her şeyin önünde futbola adapte olmak önemli, iyi oynayabilmek, yararlı olabilmek, yan etkenler onunla beraber bir şekilde gelir zaten. Şimdilik bu macera gayet iyi gidiyor.
* Genel performansını nasıl değerlendiriyorsun?
Son maçlarda özellikle daha iyi olduğumuzu ve benim de daha fazla katkı verebildiğimi düşünüyorum. Fenerbahçe maçında ne kadar güçlü olduğumuzu gösterdik. Ancak beraberlik aldığımız birkaç maçta sahadan galibiyetle ayrılsak durum farklı olabilirdi. Bence gösterdiğimiz performansın izdüşümü olan sonuçları aldığımızı söyleyemem. İyi futbolla kötü sonuçlar aldık. Umarım sezonun bundan sonrası, hem takım hem de benim adıma daha iyi gelişir.
* Buradaki futbolun farklı olduğundan bahsettin. İskoçya ve İngiltere Premier Liglerinde oynamış bir golcü olarak şimdi Süper Lig’desin. Ligler arasındaki futbol farkını, sistem farkını, sertlik, taktik ya da teknik olarak nasıl görüyorsun?
Türkiye Ligi fiziksel olarak daha fazla öne çıkıyor. Aslında bu kadar kısa sürede tüm farkları görebilmem kolay değil tabii. Ben İskoçya’da Rangers’ta oynuyordum ve sonuç olarak tüm takımlar bizi durdurmak için fiziksel mücadeleyi ve sertliği öne çıkarıyordu. Kendileri oynamaktansa daha çok bizi durdurmaya çalışarak oynuyorlardı. Burada da aynı şey geçerli. Belki bazen biraz daha fazlası. Diğer unsur ise oyunun temposu, hızı burada düşük, daha yavaş. Daha sabırlı pas yapılıyor, ama daha çok savunma ve orta saha oyuncuları arasında. Bu da biraz canlılığı öldürüyor. Bazen TV’de maç izliyorum ve çok durağan olduğunu görebiliyorum. Biraz daha dikey oynamak, mantalite olarak yaklaşılması gereken konulardan biri gibi sanki.
* Türkiye’de çocukların, genç futbolcu adaylarının eğitimi, yetiştirilmesi sırasında altyapı antrenörleri tarafından bazı yönlerden eksik ya da yanlış bir süreçten geçirildiği tartışma konusudur. İskoçya’da yetişirken aldığın eğitimle burada kısa sürede gördüklerini karşılaştırabilir misin?
Burada çok fazla altyapı sistemine ya da eğitim tarzına şahit olmadım ne yazık ki. Ancak İskoçya’da yetişirken, altyapı antrenörlerimiz oyunun her yönü konusunda ama özellikle de taktiksel zekâ, fiziksel gelişim, mental sağlamlık, top tekniği konularında ayrıntılı temeller eklemeye çalışırlardı. Açıkçası iyi temeller aldığımı söylemem lâzım. Hem Hibernian’da hem de diğer kulüplerde. 12-13 yaşlarında futbol temellerinin öğretilmesi önemliydi altyapıda. Barcelona bunun uç bir örneği mesela. Pas ve taktiksel uyum drilleri üzerine o kadar iyi çalışıyorlar ki, bu artık telepatik ve içgüdüsel bir hale gelmiş oluyor. İlk 11’de yer alan futbolculardan 9‘u kendi altyapı sistemlerinden çıkardıkları isimler zaten. Lâkin dünyada her takımın böyle işlevsel bir sistem kurması da kolay değil. Bu şekilde oynayabilmesi de...
* Celtic-Rangers rekabeti tüm dünyada olduğu Türkiye’den de ilgiyle takip edilen bir derbi. Mezhep ayrılığına dayanan kökenleriyle de farklı bir yerde duruyor. Bu iki takımda oynamak hiç kolay değilken sen iki kez değişiklik yaptın. Her iki kulübü de iyi tanıyorsun. Bu mezhep ve futbol kökenli rekabet için neler söyleyebilirsin?
İki kulüp de çok büyük tabii ki. Aralarındaki rekabetin kökeni ve düşmanlık seviyesi çok derinlere iniyor. Lâkin biz futbolcular istisnalar hariç her zaman bu tartışmaların uzağında kalmaya çalışırız. Bizim için önemli olan o takımlarla iyi futbol oynamak, maçları ve kupaları kazanmak. Futbolcular rekabetin mezhepsel ve diğer sosyal yanlarından uzak kalmaya çalışır. Sadece futbola ve kupalara odaklanırsın, çünkü sezon sonu geldiğinde kupa bilançosunda problem varsa bizde de problem olur.
* İki takımda da oynarken seyirciyle ya da başka türlü kötü bir olay yaşadın mı?
Bazen rekabet bağlamında kötü diyaloglar ya da ufak atışmalar olmuş olabilir ancak hiç ciddi, şiddetin olduğu ya da sert bir olay yaşamadım. İki takım taraftarları da çok özel taraftarlardır. İki kulüp arasında dolaylı da olsa transfer yapmış biri olarak zaman zaman tepki görmüş olabilirim. Sonuçta rekabetin boyutları çok büyük ancak soğukkanlılık hiçbir zaman kaybolmadı (gülüyor). Celtic’te oynadığım sezonda çok fazla şans bulduğumu söyleyemem. Rangers’a geldiğimde ise menajerimiz beni önceden tanıyan biriydi. Hem Rangers’ın hem de millî takımın teknik direktörü olarak daha fazla şans verdi. Bana çok büyük güven aşılayıp inandığını gösterdi ve kariyerimin en verimli dönemimi geçirmemde çok yardımcı oldu.
* Walter Smith?
Evet ta kendisi. Böylece önce Rangers’ta başlayan, sonra Celtic’e giden bir futbolcu olarak Rangers’a geri dönüşümde taraftarlardan doğabilecek homurdanmaları onun bana yarattığı güvenli ortamın içerisinde başarılı olarak çabucak bertaraf etmeyi başardım. Muhteşem bir 2.5 yıl geçirme şansım oldu. Kariyerimin şimdiye kadar geçirdiğim kuşkusuz en iyi dönemiydi. Rangers seyircisiyle de farklı bir bağ oluştu tabii ki. İki kupayı da İskoçya’da iki kez kazanma şansımız oldu ve unutulmaz anılar yaşadım.
* Celtic’te menajer Gordon Strachan ile problemler oldu mu? Özellikle onun rotasyon tarzıyla alâkalı o dönemde konuşulan çeşitli hikâyeler vardı.
Çalıştığım hiçbir teknik adamla ilgili kötü konuşmam. Hepsinin kendine göre bir oyun felsefesi ve bakış açısı vardır. Futbolcu olarak bunu kabullenip sizden ne isteniyorsa elinizden geldiğince yerine getirmelisiniz. Strachan da belli bir hücum rotasyonu ile oynuyordu ve buna göre kendinizi hep hazır tutmanız önemliydi. Benim için en önemli şey futbol oynayabilmek. Daha doğrusu o sahada yer alabilmek. Demin paradan konuşurken de aynı şeyi söylemeye çalıştım, ben hep oynamaya alışmış bir adamım. Eğer çok para kazanıp yedek oturmak mı, az para kazanıp sağlıklı ve formda olduğum sürece devamlı sahada olmak mı derseniz ikincisini tercih ederim. Ben sonuçta kenarda ponpon kız ya da taraftar değil, futbolcuyum. Her şeyin karşılığını vermek ve futbol oynamak için ordayım. Ama eğer ki yeterli performansı gösteremiyorsam, formda değilsem, önemli olan takımın başarısı olacağı için başkasının oynaması gerekir. Bu böyledir. O yüzden hep hazır olmak için her şeyi yaparım.
* Kariyerinde Walter Smith, Alex McLeish, Gordon Strachan, Glenn Hoddle, millî takımda da Craig Levine gibi çok farklı isimlerle çalıştın, çalışıyorsun. Bize bir karşılaştırma yapabilir misin? Sende bıraktıkları izler neler?
Her teknik adamın kendine özgü tarzı, yönetim şekli, futbola bakış açısı, belli ekolden gelmenin benzerliklerine rağmen farkları mevcuttur. Bazısı taktiksel olarak çok önemli bir yetkinliğe ve yönlendirmeye sahipken, diğeri inanç, motivasyon ve futbolcuyla birebir ilişki konusuna ehemmiyet verir. Mesela Walter Smith hem yıllarca millî takımda hem de Rangers’ta beraber çalışırken şahit olduğum üzere özellikle oyuncularıyla iyi ilişkileri, yakınlığı ve doğru iletişimi ile maksimum verimi alır. Benimle de böyle oldu. Benim hem fiziksel hem de zihinsel olarak hep hazır olmamı sağlayıp benden en iyi beni ortaya çıkarmamı sağladı. Mesela Glenn Hoddle çok iyi bir taktisyendi. Futbolcu olarak zaten bir efsaneydi, olağanüstü bir orta saha oyuncusuydu. Antrenmanda ondan pas almış olmak, bir efsaneyle aynı sahayı paylaşmak bile zaten sizi yeterince heyecanlandırıp şevklendirebiliyordu. Strachan, McLeish, Hoddle, Smith hepsinin kattıkları oldu, hepsi harika, fantastik menajerler oldu benim için. Craig Levine da millî takımda iyi işler yapıyor. Hepsi kaliteli.
* Ertuğrul Sağlam için neler diyeceksin?
Çok iyi bir teknik adam. Onunla da çok keyifli çalışıyoruz. Bir kere çok iyi bir taktisyen olduğunu söylemem lâzım. Devamlı zorlu antrenmanlarla kurgusal ve setler üzerinden çalışmalar yapıyoruz. Her maç için özel hazırlıkları oluyor. Bunu çok da iyi yapıyor. Hâlâ çok genç bir teknik adam, henüz 40’lı yaşlarının başında olduğunu unutmamak lâzım. Yapacağı, başarabileceği daha çok şey var önünde.
* 10 küsur yıl öncesinde senin mevkiinin Türkiye’deki en önemli isimlerinden biriydi?
Evet evet, biliyorum, çok iyi olduğunu da duydum, hatta sonra stopere geçip orda da başarılı olup en nihayetinde teknik direktör olduğunu da (gülüyor)... Ben stopere geçebileceğimi düşünmüyorum ama.
* Teknik direktörlük? Futbol hayatın bitince ne yapmayı planlıyorsun?
Evet kesinlikle, teknik direktörlük istediğim şey diyebilirim. Futbolcu olarak futbolu çok seviyorum, bayılıyorum, teknik adam olarak da devam etmek istiyorum. Mümkün olan en uzun süre futbolun içinde kalmak istiyorum. Sonuçta futbolcu olarak çok değerli teknik adamlarla çalıştım, onlardan aldıklarımı harmanlayıp, kendi edindiklerimle, görüş açımla destekleyip, bana özgü, benim stilimle ve tarzımla da sahaya ve saha dışına yansıtmaya çabalayacağım ilerde.
* Tekrar Türkiye’ye gelişine dönersek, istisnalar hariç, İskoçya’dan çok fazla futbolcu ya da menajerin Ada dışına gittiğini, giderse de çok başarılı olduğunu görmedik bugüne kadar. En son Aidan McGeady, Spartak Moskova’ya gitti. Ama genel geçer görüş İskoçların çok başarılı olamadığı yönündedir. Bu sende bir endişe ya da korku oluşturdu mu?
Anlattığım gibi bu bir şanstı, fırsattı ve değerlendirdim. Bunu yapmam gerektiğini ve doğru olduğunu düşündüm. Genellemelere fazla inanmam çünkü. Futbolda bazı genellemeler doğru olabilir, ancak bu olay daha bireye bağlı bir durum. Sadece yurtdışında herhangi bir kulübe gittiğinde ne olacağını kestirmek kolay değildir. Korku kelimesini kullanamam fakat bir ne olacağını bilememe duygusu daha çok hissediliyor. Sonuçta zamanlama çok önemli. Doğru zamanda, doğru ülkeye, doğru kulübe ve ortama gelmek… Torres şimdi mesela Chelsea ile gol atamıyor. Bu, onun kötü olduğunu göstermez. Bu tamamen artık o kulübe gittiğinde oluşacak kimyanın kıvamı ve özellikle zamanla alâkalı bir durum haline geliyor. Tecrübenizle ve kendi algılama gücünüzle sorunları ele almanız gerekir. Ama hiçbir zaman tam olarak ne olacağını kestiremezsiniz. Sonuçta hiçbirimiz kâhin değiliz.
* İki sezon önce Kocaelispor’a Maurice Ross gelmişti. Greame Souness da bir dönem teknik direktörlük yapmıştı. Onlarla konuştun mu Türkiye hakkında?
Evet Maurice’i tanıyorum Rangers’tan. Souness ise zaten herkesin malûmu. Özel olarak konuşmadım kimseyle ama Türkiye ve futbol işleyişi hakkında gelmeden önce bazı hikâyeler duymuştum. Yani buraya gelmeden önce, “Sakın gitme Türkiye’ye, işin güvenli değil, paranı ödemezler, şunu yapmazlar, bunu yapmazlar” diye birçok telkin de geldi.
* Gençlerbirliği ile problem yaşayan Michael Stewart hikâyesi gibi mi?
Evet evet. O hikaye onlardan biri. Çok iyi biliyorum olayı. Michael’ı da iyi tanıyorum. Ancak her transfer ya da her kulüp öyle olacak diye bir şey yok. Bursaspor’la öyle bir problem yaşamayacağımı biliyordum.
* Gelmeden önce Türkiye hakkında fikirlerin nelerdi? Şimdi bir değişiklik oldu mu?
Daha önce de söylediğim gibi Avrupa’nın belli yerlerinde dünyanın diğer bazı yerleri için ön yargılar olabilir. Ben hiçbir zaman öyle biri olmadım. Kimsenin düşüncesi benim için önemli değil. Benim için önemli olan, ne yaşıyorum ya da ne yaşayacağım, neleri tecrübe edeceğim. Şimdi ben de Türkiye’yi tecrübe ediyorum ve her şey harika gidiyor. Belki hoşlanmayacağım şeyler olacak ya da çok seveceğim... Bu arada önemli olan hep söylediğim gibi benim yaşamam, başkalarının sözleri değil. Tabii ki diğer konuların dışında paranın zamanında ödenmesi önemli. Futbolda da her meslekte olduğu gibi emeğin karşılığının zamanında ve doğru bir şekilde alınması mühimdir. Evet, farklı bir kültüre, farklı bir dile, farklı bir anlayışa sahip bir ülkeye geldim. Zaten hayat hep değişik durumları, olayları, yerleri tecrübe ederek daha da güzelleşmez mi? Ben de bu sefer bu tecrübeyi yaşıyorum. Hoşunuza gider kalırsınız, hoşunuza gitmez önce kabullenirsiniz, sonra doğru zaman geldiğinde de gidersiniz. Olay bundan ibarettir. Fazla kasmaya gerek yok, hayatı biraz akışına bırakmak her zaman önyargıların önünde yer almalıdır. Sizin keşfetmeniz daha güzeli.
* Bursaspor’a geldiğinden beri belki kısa bir zaman oldu ama kimlerle daha iyi anlaşıyorsun, takım kimyasını nasıl buluyorsun?
Yeni bir oyuncu olarak takıma geldiğinde bu iletişim çok önemli tabii ki. Bizim takımın atmosferi de çok iyi. Takımdaki herkes çok yardımcı ve sıcakkanlı, onu söylemem lâzım. Tabii ki karakterinin daha uyuştuğu insanlar olabilir, Milan (Stepanov), Ivan (Ergiç) , Pablo (Batalla) hepsi harika. Onlar geçiş sürecini kolaylaştırdı. Ama takımdaki kimseyi ayırt etmek istemem. Herkes bana karşı çok iyi.
* Takımda Jozy Altidore ve Sercan Yıldırım gibi genç golcüler var. Sen onların yanında bir tecrübe timsali olarak oynuyorsun. Onlarla diyalogun nasıl, nasihat veriyor musun arada?
Aslında takımda sistem olarak tek santrfor olarak daha çok oynadığımız için çok fazla partner rolünde oynama şansımız olmuyor saha içinde. Çok işbirliği yapamıyoruz. Az süreler beraber oynama şansımız oluyor. Ancak ikisi de çok yetenekli. Zaten Sercan’ı Şampiyonlar Ligi eşleşmesinden çok iyi tanıyordum. Çok iyi bir golcü, birçok takım onu Avrupa’da isteyebilir. Jozy de çok yetenekli bir isim. Geldiğinden beri sakatlıklarla biraz boğuştu, yeni yeni kendini buluyor. Çok daha fazla gelişeceklerine eminim.
* 17-21 yaş arası özellikle çok tehlikeli yaşlar olarak dikkat çeker. Üst yapıya geçebilen Arda Turan, Sercan Yıldırım gibi parlayan isimlerin de Türkiye’deki durumları tartışılır olup, problemler yaşayabiliyorlar ve yurtdışına transfer olmaları öneriliyor. Sen tecrübeli ve o safhaları atlatmış biri olarak bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
Burada önemli konu, futbolun size çok genç yaşlarda çok fazla şey veriyor ve vaat ediyor olması. Oradaki tehlike bu. Bu kadar çabuk bir yerlere ulaşmak, çok kolay taşınabilen bir yük olmayabiliyor. 17, 18, 19 yaşlarında gençler, “Evet ben futbolcu oldum artık, paraya da ulaştım, tamam her şey” diye düşünebiliyor. Bu doğru değil. Erken ulaştığın yerde kalmak için çok çalışmaya devam etmeli ve devamlılığı sağlayabilmek için kendini zihinsel olarak hep geliştirmelisin. "Ben oldum" dememek en önemli konu. Geldiğin seviyenin hep ötesine geçmeye, çıtayı hep yukarı koymaya çalışmak zorundasın. O yaşlar tehlikeli yaşlar, kalbinle aklını aynı potada buluşturmak kolay olmuyor tabii ki.
* Gece yaşamı, özel hayatına odaklanmalar, İstanbul gibi bir şehir çok etkili olabiliyor gençler üzerinde. Sen de Edinburgh’da geçirdin gençliğini, bu konuda ne söyleyebilirsin?
*Tüm zamanlarda en sevdiğin futbolcular, şu günlerde dünyada beğendiğin oyuncular kimler?
Gençken en sevdiğim futbolcuların başında Arsenalli Ian Wright gelirdi. Olağanüstü bir golcüydü. Benim idolümdü. Yine Alan Shearer, bana antrenörlük de yapmış olan Ally McCoist. Bu üçlü benim için çok önemli. Daha yakın zamanda ise Ronaldo. Gerçek Brezilyalı Ronaldo’dan bahsediyorum. Muazzam bir golcüydü. Günümüzde ise herkes gibi ben de bir Messi hayranıyım. Sanki dokunulmaz gibi. Yine diğer mevkilerden Xavi, Iniesta da harika oyuncular. Zaten Barcelona’yı izlemek mükemmel bir futbol keyfi. Müthiş bir telepatiyle paslaşıyorlar adeta. Onları takım olarak zaten bir bütün kabul etmek lâzım. Tek bir oyuncu gibi. Ama Messi çok farklı.
* Futbol dünyasında bir kutuplaşma var. Mourinho’nun Inter’i ve şimdilerde Real Madrid’i, (özellikle Barcelona’ya karşı oynadığı tarz) ve Barcelona’nın topa sahip olmaya yönelik, akıcı futbolu… Sen hangi taraftasın?
Her teknik direktörün kendine göre bir futbola bakış açısı ve sistemi söz konusu. Belli ekoller söz konusu ancak ayrıntılar önemli. Mourinho kesinlikle çok yetenekli, çok önemli bir teknik adam. Porto ve Inter‘le Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Kendine “Special One” diyen özel bir tarzı ve farklı bir kendini ifade ediş şekli var. Geçen yıl Barcelona’yı alt etmeyi başaran tek takım onunkiydi. Biz de Rangers’la Avrupa’da oynarken 4-5-1 şeklinde hücumda az adamla oynayıp, savunmada kırmaya çalışıyorduk bizden güçlü rakipleri. Maçları kazanmak, sonuç alabilmek için bu tip yöntemlere başvurmak durumundasın. Yoksa Barcelona gelip 5 golü 10 dakikada kalene atabilir. Savunma ve kontratak işbirliğini uygulamak önemli. Barcelona ise gelmiş geçmiş en güzel futbolu oynayan takımlardan biri, belki de en iyisi. Başka türlü bir futbol oynuyorlar. Milan’ın Sacchi zamanında oynadığı da bu kadar güzeldi mesela. Farklı mantaliteler her zaman iyidir. Saha içinde bu tip akıl oyunları ve hamleler, savunma ve hücum fark etmez felsefi açılımlar her zaman çıkış yolları yaratır. Sonuçta futbolun evrimi hâlâ sürüyor.
* Türkiye’deki favori oyuncuların kimler?
Arda Turan’ı gelmeden önce biliyordum ancak oynama şansım olmadı ona karşı. Ama çok yetenekli olduğunu biliyorum. Gerçekten de etkileyici bir futbolcu. Ancak Türkiye’de izleyip de en etkilendiğim isim kuşkusuz Fenerbahçeli Alex. Hayatımda gördüğüm en yüksek seviyedeki oyunculardan biri. Yaptığı her şeyi çok kolaymış gibi gösterip, işin ilginci takımı için her şeyi de kolaylaştırıyor. Pas yeteneği, top sürüşü, oyunu okuması, yönlendirmesi, golcülük yeteneği hepsi dünya çapında. Belki fiziksel mücadeleden, baskıdan bazen yılıyor gibi ancak Avrupa onu iyi değerlendirmediği, yönlendirmediği için pişman olmalı kesinlikle. Onun dışında Cenk Tosun çok yetenekli, Trabzonspor forveti Burak Yılmaz ise çok etkileyici bir oyuncu. Burak, modern bir golcünün gerektirdiği tüm özelliklere sahip.
* Türk Millî Takımı için neler diyeceksin?
Avusturya maçını izleme şansım oldu. Özellikle yurtdışında doğup büyüyen futbolcuların kattığı farklı bakış açısıyla beraber o temelden daha da çok beslenerek bir takım oluşturulmuş durumda. Türkiye kendi ülkesindeki futbolcuları neden aynı şekilde yetiştiremediğini sanırım sorgulamalı. Çok fazla inceleme şansım olmadı, çok fikir ortaya koyamayacağım ancak o futbolculardan mutlaka her anlamda ilham alınmalı. Lâkin zaten Türkiye güçlü bir futbol ülkesi. Daha da doğru temellere oturarak, daha da büyüyebilir. Çünkü potansiyel çok fazla.
* Graeme Souness için ve doğal olarak burada geçirdiği zaman hakkında ne diyeceksin?
Souness bizim için bir efsane tabii ki. Hem futbolcu olarak hem de teknik direktör olarak çok özel bir yerde. Bayrak olayını da hatırlıyorum. İskoçya’da herkes bilir ve hatırlar o olayı. Gerçekten ilginç bir olaydı. Ancak Souness hep cesur ve farklı olmuştur. Onu efsane yapan konulardan biri de bu.
Futbol Federasyonu tarafından çıkarılan TamSaha Dergisi‘ne açıklamalarda bulunan Miller, kendisine sorulan soruları şu cevapları verdi:
* Seni tanıyoruz ama klasik sorumuzla başlayalım. Futbola nasıl başladın? Özel bir hikâyesi var mı?
Çok özel değil. Futbol oynamaya 8 yaşındayken başladım. Mahalleden arkadaşlarım Edinburgh’da beni onların oynadığı takıma götürdü.
* Hutchison Vale BC mi?
Evet, doğru bravo! Oradaki dört yıl önemliydi. Futbolumun kökleri oraya dayanır çünkü. Sonra oynamaya devam ettim ve 16 yaşıma geldiğimde profesyonel olarak Hibernian’a geçtim. Sonrasını biliyorsunuz zaten.
* 16-20 yaş arası dahi korkusuzluğun ve gözüpekliğinle bilinirmişsin.
(Gülüyor) Evet aslında o dönemde ayakta kalabilmeniz, o zorlu A takımda yer alıp kendinizi göstermeniz ve cendere misali sizi devamlı sıkıştıran profesyonel futbolda sert olmanız, isteğiniz ve konsantrasyonunuz çok önemli. 18 yaşındayken Hibernian’da genç oyuncu olarak kendimi göstermeye çalıştığım dönemdi. O zaman da teknik direktörümüz Alex McLeish‘ti. Antrenmanlar keyifli ama sert geçerdi. Hatta o da futbolu bırakmış olmasına rağmen çift kalelere katılır, özellikle gençlerle ilgilenirdi. Bir gün yine o maçlardan birinde ben hücumda top almak isterken stoper oydu. Sizi çok sert savunur ve devamlı zorluk yaratır, genç oyuncu olarak ligde görebileceğini tüm o acımasız sertliğe hazırlamak için biraz “pis” oynardı. Ben de o bu pozisyonda beni tutarken “kazara” dirsekle çenesine vurdum. Ağzı kan içinde kaldı. Tabii ki mutlu değildi ve ben futbol hayatım orada bitti diye düşünürken, McLeish “İyi, iyi bu, bunlar hep iyi işaret evlât, güçlü ve pes etmeyen olmalısın, bu dirsek iyi işaret” diye sırtımı sıvazlayıp direncim ve yılmazlığım için kutladı. Sonra daha çok süre almaya başladım.
* Bu sezonun ilk yarısında Rangers’ta fırtına gibiydin. İlk 6 maçta 10 gol attın. Hatta iki kez hat-trick yaptın. İlk yarıyı da 22 golle tamamladın. İskoç Ligi‘nde hâlâ gol kralısın. Sonrasında seni bir anda Türkiye’de gördük. Kontrat problemlerin de vardı ama nasıl karar verdin, nasıl gelişti bu serüven?
Yurtdışında oynamak hayallerimden biriydi. Fırsat geldiğinde bunu değerlendirmek istiyordum. Devre arası yaklaşırken farklı ülkelerden birkaç teklif gelmişti. Hepsi iyi opsiyonlardı. Rangers‘la kontratım sezonun sonunda sona erecekti. Sözleşmeyi yenilemek için görüşme yapmaya da yanaşmıyorlardı. Aslında ben Rangers‘la sözleşmemi uzatmak istiyordum ama sezon sonu belirsizlik içinde, o dönemde anlaşamayıp saçma bir şekilde bavulumu toplayacağıma Ocak ayında gitmeye karar verdim. Bu kadar formdayken ve beni gerçekten isteyen kulüpler varken, kalıp sezonun ikinci yarısında belki de sakatlanıp bu şansı bu yaşa gelmişken kaybedeceğime, doğru zamanın bu olduğunu düşündüm. Sonuçta hayatta önünüze bazı fırsatlar gelir, seçim yapmanız şarttır. Çünkü o fırsatlar, şanslar hayatta ikinci kez karşınıza çıkmayabilir. Ben de bu gelen fırsatı değerlendirmenin doğru olacağı fikrine vardım. Özellikle sadece benim için değil, ailem için de.
* Para da motivasyonlar arasında önemli diyebilir miyiz?
Para tabii ki motivasyonlardan biri ancak daha önce de söylediğim gibi bu hikâyede temeli o oluşturmuyor. Çünkü ben bir hayali, bir isteği gerçekleştirmek istedim. Ada dışında bir yerde hep oynamak istiyordum. Ben hayatım boyunca hep futbol oynamak istedim. Ve bu sefer yeni bir yerde, yeni bir meydan okuma olsun istedim. Yeni bir şeyler denemek istedim hayatımda. Tabii ki ailen ve kendin için maddi açıdan en iyiyi ararsın. Ancak ben en nihayetinde bir döviz bürosu değilim. Para insanı mutlu etmeyebilir. Zaten hayatta sırf para için yaptığın seçimler insanı mutluluğa zor götürür. Beni her zaman mutlu eden futbol oynamaktır. Oynarken takım arkadaşlarınla beraber o takımı başarıya taşımak özellikle... Bursaspor’da da bunu yapmaya çalışıyorum.
* Bu sezona dair beklentilerin gerçekleşiyor mu?
Aslında bazı şanssızlıklar yaşamasak belki şampiyonluğa gidebilirdik ancak şimdi üçüncü olup Avrupa Ligi‘ne gitme şansımız var. Belki geçen sezondan daha düşük bir basamakta ligi tamamlayacağız. Ancak bu güçlü ligde sezon sonu hem de bu şartlarda gayet iyi bir sonuç olur. Umarım sezon sonunu böyle getiririz. Ben de attığım gollerle takıma yardımcı olabilirim.
* Bursaspor’a transfer olurken sonuçta bambaşka bir kültüre geçiş yapma durumundaydın. Tamamen Ada kültürüyle büyüyüp yoğrulmuş biri olarak bu kadar farklı bir kültüre alışma sürecin nasıl devam ediyor? Havası bile farklı Edinburgh ve Glasgow’dan?
Gerçi hava olarak son günler Edinburgh’u aratmıyor ancak genel olarak haklısın, oradaki sert soğuk burada daha ılık. Buraya geleli üç ay oldu. Türkiye gerçekten de çok farklı kültürü ve alışkanlıkları olan bir ülke. Her şey farklı, bir kere başta futbollar farklı, mantaliteler çok farklı, yemekler, yollar, müzik, hava, daha bir çok şey sayabilirim tabii ki. Mesela yemek konusunda adaptasyon sürecim çok çabuk oldu diyebilirim, çünkü burada yemekler çok leziz. Müzik konusunda da Power FM çok yardımcı oldu. Tabii İngilizce müzik yayını yapan diğer radyoları da dinliyorum. Aslında her şeyin bu kadar farklı olacağını tam kestirmemiştim gelirken, özellikle de ligde oynanan futbolun. Ancak başka bir yere gelip başarı için her şeye adapte olmaya çalışırsınız. Futbolla birlikte yemek, müzik, trafik gibi diğer her bileşene adapte olup, zorlukların üstesinden gelmeye çalışırsınız. Kabullenmek zorundasınız. Kolay olan hiçbir şey zaten sonunda size o kadar da keyif vermeyebilir. Ama dediğim gibi benim için her şeyin önünde futbola adapte olmak önemli, iyi oynayabilmek, yararlı olabilmek, yan etkenler onunla beraber bir şekilde gelir zaten. Şimdilik bu macera gayet iyi gidiyor.
* Genel performansını nasıl değerlendiriyorsun?
Son maçlarda özellikle daha iyi olduğumuzu ve benim de daha fazla katkı verebildiğimi düşünüyorum. Fenerbahçe maçında ne kadar güçlü olduğumuzu gösterdik. Ancak beraberlik aldığımız birkaç maçta sahadan galibiyetle ayrılsak durum farklı olabilirdi. Bence gösterdiğimiz performansın izdüşümü olan sonuçları aldığımızı söyleyemem. İyi futbolla kötü sonuçlar aldık. Umarım sezonun bundan sonrası, hem takım hem de benim adıma daha iyi gelişir.
* Buradaki futbolun farklı olduğundan bahsettin. İskoçya ve İngiltere Premier Liglerinde oynamış bir golcü olarak şimdi Süper Lig’desin. Ligler arasındaki futbol farkını, sistem farkını, sertlik, taktik ya da teknik olarak nasıl görüyorsun?
Türkiye Ligi fiziksel olarak daha fazla öne çıkıyor. Aslında bu kadar kısa sürede tüm farkları görebilmem kolay değil tabii. Ben İskoçya’da Rangers’ta oynuyordum ve sonuç olarak tüm takımlar bizi durdurmak için fiziksel mücadeleyi ve sertliği öne çıkarıyordu. Kendileri oynamaktansa daha çok bizi durdurmaya çalışarak oynuyorlardı. Burada da aynı şey geçerli. Belki bazen biraz daha fazlası. Diğer unsur ise oyunun temposu, hızı burada düşük, daha yavaş. Daha sabırlı pas yapılıyor, ama daha çok savunma ve orta saha oyuncuları arasında. Bu da biraz canlılığı öldürüyor. Bazen TV’de maç izliyorum ve çok durağan olduğunu görebiliyorum. Biraz daha dikey oynamak, mantalite olarak yaklaşılması gereken konulardan biri gibi sanki.
* Türkiye’de çocukların, genç futbolcu adaylarının eğitimi, yetiştirilmesi sırasında altyapı antrenörleri tarafından bazı yönlerden eksik ya da yanlış bir süreçten geçirildiği tartışma konusudur. İskoçya’da yetişirken aldığın eğitimle burada kısa sürede gördüklerini karşılaştırabilir misin?
Burada çok fazla altyapı sistemine ya da eğitim tarzına şahit olmadım ne yazık ki. Ancak İskoçya’da yetişirken, altyapı antrenörlerimiz oyunun her yönü konusunda ama özellikle de taktiksel zekâ, fiziksel gelişim, mental sağlamlık, top tekniği konularında ayrıntılı temeller eklemeye çalışırlardı. Açıkçası iyi temeller aldığımı söylemem lâzım. Hem Hibernian’da hem de diğer kulüplerde. 12-13 yaşlarında futbol temellerinin öğretilmesi önemliydi altyapıda. Barcelona bunun uç bir örneği mesela. Pas ve taktiksel uyum drilleri üzerine o kadar iyi çalışıyorlar ki, bu artık telepatik ve içgüdüsel bir hale gelmiş oluyor. İlk 11’de yer alan futbolculardan 9‘u kendi altyapı sistemlerinden çıkardıkları isimler zaten. Lâkin dünyada her takımın böyle işlevsel bir sistem kurması da kolay değil. Bu şekilde oynayabilmesi de...
* Celtic-Rangers rekabeti tüm dünyada olduğu Türkiye’den de ilgiyle takip edilen bir derbi. Mezhep ayrılığına dayanan kökenleriyle de farklı bir yerde duruyor. Bu iki takımda oynamak hiç kolay değilken sen iki kez değişiklik yaptın. Her iki kulübü de iyi tanıyorsun. Bu mezhep ve futbol kökenli rekabet için neler söyleyebilirsin?
İki kulüp de çok büyük tabii ki. Aralarındaki rekabetin kökeni ve düşmanlık seviyesi çok derinlere iniyor. Lâkin biz futbolcular istisnalar hariç her zaman bu tartışmaların uzağında kalmaya çalışırız. Bizim için önemli olan o takımlarla iyi futbol oynamak, maçları ve kupaları kazanmak. Futbolcular rekabetin mezhepsel ve diğer sosyal yanlarından uzak kalmaya çalışır. Sadece futbola ve kupalara odaklanırsın, çünkü sezon sonu geldiğinde kupa bilançosunda problem varsa bizde de problem olur.
* İki takımda da oynarken seyirciyle ya da başka türlü kötü bir olay yaşadın mı?
Bazen rekabet bağlamında kötü diyaloglar ya da ufak atışmalar olmuş olabilir ancak hiç ciddi, şiddetin olduğu ya da sert bir olay yaşamadım. İki takım taraftarları da çok özel taraftarlardır. İki kulüp arasında dolaylı da olsa transfer yapmış biri olarak zaman zaman tepki görmüş olabilirim. Sonuçta rekabetin boyutları çok büyük ancak soğukkanlılık hiçbir zaman kaybolmadı (gülüyor). Celtic’te oynadığım sezonda çok fazla şans bulduğumu söyleyemem. Rangers’a geldiğimde ise menajerimiz beni önceden tanıyan biriydi. Hem Rangers’ın hem de millî takımın teknik direktörü olarak daha fazla şans verdi. Bana çok büyük güven aşılayıp inandığını gösterdi ve kariyerimin en verimli dönemimi geçirmemde çok yardımcı oldu.
* Walter Smith?
Evet ta kendisi. Böylece önce Rangers’ta başlayan, sonra Celtic’e giden bir futbolcu olarak Rangers’a geri dönüşümde taraftarlardan doğabilecek homurdanmaları onun bana yarattığı güvenli ortamın içerisinde başarılı olarak çabucak bertaraf etmeyi başardım. Muhteşem bir 2.5 yıl geçirme şansım oldu. Kariyerimin şimdiye kadar geçirdiğim kuşkusuz en iyi dönemiydi. Rangers seyircisiyle de farklı bir bağ oluştu tabii ki. İki kupayı da İskoçya’da iki kez kazanma şansımız oldu ve unutulmaz anılar yaşadım.
* Celtic’te menajer Gordon Strachan ile problemler oldu mu? Özellikle onun rotasyon tarzıyla alâkalı o dönemde konuşulan çeşitli hikâyeler vardı.
Çalıştığım hiçbir teknik adamla ilgili kötü konuşmam. Hepsinin kendine göre bir oyun felsefesi ve bakış açısı vardır. Futbolcu olarak bunu kabullenip sizden ne isteniyorsa elinizden geldiğince yerine getirmelisiniz. Strachan da belli bir hücum rotasyonu ile oynuyordu ve buna göre kendinizi hep hazır tutmanız önemliydi. Benim için en önemli şey futbol oynayabilmek. Daha doğrusu o sahada yer alabilmek. Demin paradan konuşurken de aynı şeyi söylemeye çalıştım, ben hep oynamaya alışmış bir adamım. Eğer çok para kazanıp yedek oturmak mı, az para kazanıp sağlıklı ve formda olduğum sürece devamlı sahada olmak mı derseniz ikincisini tercih ederim. Ben sonuçta kenarda ponpon kız ya da taraftar değil, futbolcuyum. Her şeyin karşılığını vermek ve futbol oynamak için ordayım. Ama eğer ki yeterli performansı gösteremiyorsam, formda değilsem, önemli olan takımın başarısı olacağı için başkasının oynaması gerekir. Bu böyledir. O yüzden hep hazır olmak için her şeyi yaparım.
* Kariyerinde Walter Smith, Alex McLeish, Gordon Strachan, Glenn Hoddle, millî takımda da Craig Levine gibi çok farklı isimlerle çalıştın, çalışıyorsun. Bize bir karşılaştırma yapabilir misin? Sende bıraktıkları izler neler?
Her teknik adamın kendine özgü tarzı, yönetim şekli, futbola bakış açısı, belli ekolden gelmenin benzerliklerine rağmen farkları mevcuttur. Bazısı taktiksel olarak çok önemli bir yetkinliğe ve yönlendirmeye sahipken, diğeri inanç, motivasyon ve futbolcuyla birebir ilişki konusuna ehemmiyet verir. Mesela Walter Smith hem yıllarca millî takımda hem de Rangers’ta beraber çalışırken şahit olduğum üzere özellikle oyuncularıyla iyi ilişkileri, yakınlığı ve doğru iletişimi ile maksimum verimi alır. Benimle de böyle oldu. Benim hem fiziksel hem de zihinsel olarak hep hazır olmamı sağlayıp benden en iyi beni ortaya çıkarmamı sağladı. Mesela Glenn Hoddle çok iyi bir taktisyendi. Futbolcu olarak zaten bir efsaneydi, olağanüstü bir orta saha oyuncusuydu. Antrenmanda ondan pas almış olmak, bir efsaneyle aynı sahayı paylaşmak bile zaten sizi yeterince heyecanlandırıp şevklendirebiliyordu. Strachan, McLeish, Hoddle, Smith hepsinin kattıkları oldu, hepsi harika, fantastik menajerler oldu benim için. Craig Levine da millî takımda iyi işler yapıyor. Hepsi kaliteli.
* Ertuğrul Sağlam için neler diyeceksin?
Çok iyi bir teknik adam. Onunla da çok keyifli çalışıyoruz. Bir kere çok iyi bir taktisyen olduğunu söylemem lâzım. Devamlı zorlu antrenmanlarla kurgusal ve setler üzerinden çalışmalar yapıyoruz. Her maç için özel hazırlıkları oluyor. Bunu çok da iyi yapıyor. Hâlâ çok genç bir teknik adam, henüz 40’lı yaşlarının başında olduğunu unutmamak lâzım. Yapacağı, başarabileceği daha çok şey var önünde.
* 10 küsur yıl öncesinde senin mevkiinin Türkiye’deki en önemli isimlerinden biriydi?
Evet evet, biliyorum, çok iyi olduğunu da duydum, hatta sonra stopere geçip orda da başarılı olup en nihayetinde teknik direktör olduğunu da (gülüyor)... Ben stopere geçebileceğimi düşünmüyorum ama.
* Teknik direktörlük? Futbol hayatın bitince ne yapmayı planlıyorsun?
Evet kesinlikle, teknik direktörlük istediğim şey diyebilirim. Futbolcu olarak futbolu çok seviyorum, bayılıyorum, teknik adam olarak da devam etmek istiyorum. Mümkün olan en uzun süre futbolun içinde kalmak istiyorum. Sonuçta futbolcu olarak çok değerli teknik adamlarla çalıştım, onlardan aldıklarımı harmanlayıp, kendi edindiklerimle, görüş açımla destekleyip, bana özgü, benim stilimle ve tarzımla da sahaya ve saha dışına yansıtmaya çabalayacağım ilerde.
* Tekrar Türkiye’ye gelişine dönersek, istisnalar hariç, İskoçya’dan çok fazla futbolcu ya da menajerin Ada dışına gittiğini, giderse de çok başarılı olduğunu görmedik bugüne kadar. En son Aidan McGeady, Spartak Moskova’ya gitti. Ama genel geçer görüş İskoçların çok başarılı olamadığı yönündedir. Bu sende bir endişe ya da korku oluşturdu mu?
Anlattığım gibi bu bir şanstı, fırsattı ve değerlendirdim. Bunu yapmam gerektiğini ve doğru olduğunu düşündüm. Genellemelere fazla inanmam çünkü. Futbolda bazı genellemeler doğru olabilir, ancak bu olay daha bireye bağlı bir durum. Sadece yurtdışında herhangi bir kulübe gittiğinde ne olacağını kestirmek kolay değildir. Korku kelimesini kullanamam fakat bir ne olacağını bilememe duygusu daha çok hissediliyor. Sonuçta zamanlama çok önemli. Doğru zamanda, doğru ülkeye, doğru kulübe ve ortama gelmek… Torres şimdi mesela Chelsea ile gol atamıyor. Bu, onun kötü olduğunu göstermez. Bu tamamen artık o kulübe gittiğinde oluşacak kimyanın kıvamı ve özellikle zamanla alâkalı bir durum haline geliyor. Tecrübenizle ve kendi algılama gücünüzle sorunları ele almanız gerekir. Ama hiçbir zaman tam olarak ne olacağını kestiremezsiniz. Sonuçta hiçbirimiz kâhin değiliz.
* İki sezon önce Kocaelispor’a Maurice Ross gelmişti. Greame Souness da bir dönem teknik direktörlük yapmıştı. Onlarla konuştun mu Türkiye hakkında?
Evet Maurice’i tanıyorum Rangers’tan. Souness ise zaten herkesin malûmu. Özel olarak konuşmadım kimseyle ama Türkiye ve futbol işleyişi hakkında gelmeden önce bazı hikâyeler duymuştum. Yani buraya gelmeden önce, “Sakın gitme Türkiye’ye, işin güvenli değil, paranı ödemezler, şunu yapmazlar, bunu yapmazlar” diye birçok telkin de geldi.
* Gençlerbirliği ile problem yaşayan Michael Stewart hikâyesi gibi mi?
Evet evet. O hikaye onlardan biri. Çok iyi biliyorum olayı. Michael’ı da iyi tanıyorum. Ancak her transfer ya da her kulüp öyle olacak diye bir şey yok. Bursaspor’la öyle bir problem yaşamayacağımı biliyordum.
* Gelmeden önce Türkiye hakkında fikirlerin nelerdi? Şimdi bir değişiklik oldu mu?
Daha önce de söylediğim gibi Avrupa’nın belli yerlerinde dünyanın diğer bazı yerleri için ön yargılar olabilir. Ben hiçbir zaman öyle biri olmadım. Kimsenin düşüncesi benim için önemli değil. Benim için önemli olan, ne yaşıyorum ya da ne yaşayacağım, neleri tecrübe edeceğim. Şimdi ben de Türkiye’yi tecrübe ediyorum ve her şey harika gidiyor. Belki hoşlanmayacağım şeyler olacak ya da çok seveceğim... Bu arada önemli olan hep söylediğim gibi benim yaşamam, başkalarının sözleri değil. Tabii ki diğer konuların dışında paranın zamanında ödenmesi önemli. Futbolda da her meslekte olduğu gibi emeğin karşılığının zamanında ve doğru bir şekilde alınması mühimdir. Evet, farklı bir kültüre, farklı bir dile, farklı bir anlayışa sahip bir ülkeye geldim. Zaten hayat hep değişik durumları, olayları, yerleri tecrübe ederek daha da güzelleşmez mi? Ben de bu sefer bu tecrübeyi yaşıyorum. Hoşunuza gider kalırsınız, hoşunuza gitmez önce kabullenirsiniz, sonra doğru zaman geldiğinde de gidersiniz. Olay bundan ibarettir. Fazla kasmaya gerek yok, hayatı biraz akışına bırakmak her zaman önyargıların önünde yer almalıdır. Sizin keşfetmeniz daha güzeli.
* Bursaspor’a geldiğinden beri belki kısa bir zaman oldu ama kimlerle daha iyi anlaşıyorsun, takım kimyasını nasıl buluyorsun?
Yeni bir oyuncu olarak takıma geldiğinde bu iletişim çok önemli tabii ki. Bizim takımın atmosferi de çok iyi. Takımdaki herkes çok yardımcı ve sıcakkanlı, onu söylemem lâzım. Tabii ki karakterinin daha uyuştuğu insanlar olabilir, Milan (Stepanov), Ivan (Ergiç) , Pablo (Batalla) hepsi harika. Onlar geçiş sürecini kolaylaştırdı. Ama takımdaki kimseyi ayırt etmek istemem. Herkes bana karşı çok iyi.
* Takımda Jozy Altidore ve Sercan Yıldırım gibi genç golcüler var. Sen onların yanında bir tecrübe timsali olarak oynuyorsun. Onlarla diyalogun nasıl, nasihat veriyor musun arada?
Aslında takımda sistem olarak tek santrfor olarak daha çok oynadığımız için çok fazla partner rolünde oynama şansımız olmuyor saha içinde. Çok işbirliği yapamıyoruz. Az süreler beraber oynama şansımız oluyor. Ancak ikisi de çok yetenekli. Zaten Sercan’ı Şampiyonlar Ligi eşleşmesinden çok iyi tanıyordum. Çok iyi bir golcü, birçok takım onu Avrupa’da isteyebilir. Jozy de çok yetenekli bir isim. Geldiğinden beri sakatlıklarla biraz boğuştu, yeni yeni kendini buluyor. Çok daha fazla gelişeceklerine eminim.
* 17-21 yaş arası özellikle çok tehlikeli yaşlar olarak dikkat çeker. Üst yapıya geçebilen Arda Turan, Sercan Yıldırım gibi parlayan isimlerin de Türkiye’deki durumları tartışılır olup, problemler yaşayabiliyorlar ve yurtdışına transfer olmaları öneriliyor. Sen tecrübeli ve o safhaları atlatmış biri olarak bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
Burada önemli konu, futbolun size çok genç yaşlarda çok fazla şey veriyor ve vaat ediyor olması. Oradaki tehlike bu. Bu kadar çabuk bir yerlere ulaşmak, çok kolay taşınabilen bir yük olmayabiliyor. 17, 18, 19 yaşlarında gençler, “Evet ben futbolcu oldum artık, paraya da ulaştım, tamam her şey” diye düşünebiliyor. Bu doğru değil. Erken ulaştığın yerde kalmak için çok çalışmaya devam etmeli ve devamlılığı sağlayabilmek için kendini zihinsel olarak hep geliştirmelisin. "Ben oldum" dememek en önemli konu. Geldiğin seviyenin hep ötesine geçmeye, çıtayı hep yukarı koymaya çalışmak zorundasın. O yaşlar tehlikeli yaşlar, kalbinle aklını aynı potada buluşturmak kolay olmuyor tabii ki.
* Gece yaşamı, özel hayatına odaklanmalar, İstanbul gibi bir şehir çok etkili olabiliyor gençler üzerinde. Sen de Edinburgh’da geçirdin gençliğini, bu konuda ne söyleyebilirsin?
*Tüm zamanlarda en sevdiğin futbolcular, şu günlerde dünyada beğendiğin oyuncular kimler?
Gençken en sevdiğim futbolcuların başında Arsenalli Ian Wright gelirdi. Olağanüstü bir golcüydü. Benim idolümdü. Yine Alan Shearer, bana antrenörlük de yapmış olan Ally McCoist. Bu üçlü benim için çok önemli. Daha yakın zamanda ise Ronaldo. Gerçek Brezilyalı Ronaldo’dan bahsediyorum. Muazzam bir golcüydü. Günümüzde ise herkes gibi ben de bir Messi hayranıyım. Sanki dokunulmaz gibi. Yine diğer mevkilerden Xavi, Iniesta da harika oyuncular. Zaten Barcelona’yı izlemek mükemmel bir futbol keyfi. Müthiş bir telepatiyle paslaşıyorlar adeta. Onları takım olarak zaten bir bütün kabul etmek lâzım. Tek bir oyuncu gibi. Ama Messi çok farklı.
* Futbol dünyasında bir kutuplaşma var. Mourinho’nun Inter’i ve şimdilerde Real Madrid’i, (özellikle Barcelona’ya karşı oynadığı tarz) ve Barcelona’nın topa sahip olmaya yönelik, akıcı futbolu… Sen hangi taraftasın?
Her teknik direktörün kendine göre bir futbola bakış açısı ve sistemi söz konusu. Belli ekoller söz konusu ancak ayrıntılar önemli. Mourinho kesinlikle çok yetenekli, çok önemli bir teknik adam. Porto ve Inter‘le Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Kendine “Special One” diyen özel bir tarzı ve farklı bir kendini ifade ediş şekli var. Geçen yıl Barcelona’yı alt etmeyi başaran tek takım onunkiydi. Biz de Rangers’la Avrupa’da oynarken 4-5-1 şeklinde hücumda az adamla oynayıp, savunmada kırmaya çalışıyorduk bizden güçlü rakipleri. Maçları kazanmak, sonuç alabilmek için bu tip yöntemlere başvurmak durumundasın. Yoksa Barcelona gelip 5 golü 10 dakikada kalene atabilir. Savunma ve kontratak işbirliğini uygulamak önemli. Barcelona ise gelmiş geçmiş en güzel futbolu oynayan takımlardan biri, belki de en iyisi. Başka türlü bir futbol oynuyorlar. Milan’ın Sacchi zamanında oynadığı da bu kadar güzeldi mesela. Farklı mantaliteler her zaman iyidir. Saha içinde bu tip akıl oyunları ve hamleler, savunma ve hücum fark etmez felsefi açılımlar her zaman çıkış yolları yaratır. Sonuçta futbolun evrimi hâlâ sürüyor.
* Türkiye’deki favori oyuncuların kimler?
Arda Turan’ı gelmeden önce biliyordum ancak oynama şansım olmadı ona karşı. Ama çok yetenekli olduğunu biliyorum. Gerçekten de etkileyici bir futbolcu. Ancak Türkiye’de izleyip de en etkilendiğim isim kuşkusuz Fenerbahçeli Alex. Hayatımda gördüğüm en yüksek seviyedeki oyunculardan biri. Yaptığı her şeyi çok kolaymış gibi gösterip, işin ilginci takımı için her şeyi de kolaylaştırıyor. Pas yeteneği, top sürüşü, oyunu okuması, yönlendirmesi, golcülük yeteneği hepsi dünya çapında. Belki fiziksel mücadeleden, baskıdan bazen yılıyor gibi ancak Avrupa onu iyi değerlendirmediği, yönlendirmediği için pişman olmalı kesinlikle. Onun dışında Cenk Tosun çok yetenekli, Trabzonspor forveti Burak Yılmaz ise çok etkileyici bir oyuncu. Burak, modern bir golcünün gerektirdiği tüm özelliklere sahip.
* Türk Millî Takımı için neler diyeceksin?
Avusturya maçını izleme şansım oldu. Özellikle yurtdışında doğup büyüyen futbolcuların kattığı farklı bakış açısıyla beraber o temelden daha da çok beslenerek bir takım oluşturulmuş durumda. Türkiye kendi ülkesindeki futbolcuları neden aynı şekilde yetiştiremediğini sanırım sorgulamalı. Çok fazla inceleme şansım olmadı, çok fikir ortaya koyamayacağım ancak o futbolculardan mutlaka her anlamda ilham alınmalı. Lâkin zaten Türkiye güçlü bir futbol ülkesi. Daha da doğru temellere oturarak, daha da büyüyebilir. Çünkü potansiyel çok fazla.
* Graeme Souness için ve doğal olarak burada geçirdiği zaman hakkında ne diyeceksin?
Souness bizim için bir efsane tabii ki. Hem futbolcu olarak hem de teknik direktör olarak çok özel bir yerde. Bayrak olayını da hatırlıyorum. İskoçya’da herkes bilir ve hatırlar o olayı. Gerçekten ilginç bir olaydı. Ancak Souness hep cesur ve farklı olmuştur. Onu efsane yapan konulardan biri de bu.