Arda Turan: 4-4-2'yi Milli Takım'da öğrendim
Türkiye Futbol Federasyonu'nun aylık dergisi Tam Saha'ya röportaj veren Arda Turan, çarpıcı açıklamalarda bulundu. "4-4-2'yi Milli Takım'da öğrendim" diyen Arda, genç oyuncuların yaşadığı dramı çarpıcı bir şekilde ifade etti. Arda, NTV Spor'da yayınlanan "Yenilsen de yensen de"yi de takip ettiğini sözlerine ekledi
O Türk futbolunun parlayan yıldızı… Galatasaray'ın 23 yaşındaki kaptanı… Milli Takımımızın gözbebeği… Ama dertli mi dertli. Türkiye'de genç oyuncuların yaşadığı dramı öylesine çarpıcı cümlelerle dile getiriyor ki, ağzı açık dinlememek elde değil. Türk futbolunun, ancak herkesin işini iyi yapması halinde düzeleceğini vurgularken, hakemlerden yöneticilere, medyadan spor yorumcularına söyleyecek çok sözü var. İşte Arda Turan'ın Tam Saha'dan Mazlum Uluç'a verdiği röportaj.
Milli Takım gemisi yeni bir kaptanla yeni bir hedefe yelken açıyor. Ancak bu konuyu konuşmadan önce derin bir hayal kırıklığıyla biten 2010 Dünya Kupası yolculuğumuzdan söz edelim. Nerelerde yanlış yaptığımızı ortaya koyarsak bu muhasebe 2012 hedefine yürürken yolumuzu aydınlatabilir diye düşünüyorum.
Samimiyetle söylüyorum, ilk defa az üzüldüm. Gerçekten oyun anlamında her şeyi yaptığımızı düşünüyorum. Dönüp maçlara baktığımda, hepsinde rakiplerimizden daha iyi oynadık. Ama biz duran toptan gol yiyoruz. 90 dakikanın 85 dakikasında iyi oynadığımız bir maçı 5 dakikalık konsantrasyon eksikliği nedeniyle kaybediyoruz. Bu bizim klasik yapımız. Estonya'da berabere kaldığımız maç var; o maç aynı şekilde oynansın bir daha asla o sonuçla bitmez. Deplasmanda İspanya'ya kaybettiğimiz maç var. Bir kişi İspanya'nın nasıl bir takım olduğunu göremiyor ve bizim o gün oynadığımız futbolu eleştiriyorsa, ben gerçekten o kişinin futboldan anlamadığını düşünürüm. Çünkü o gün pozisyonuna sadık, iyi oynayan hatta İspanya'dan daha etkili pozisyonlar bulan bir takım görüntüsündeydik. Ancak 1-0 öne geçtikten sonra Bernabeu'nun atmosferini kullanıp kazandılar. Ama Ali Sami Yen'de onları mahvettik. 3-0 bitebilecek maçı 2-1 kaybettik. Neden? 1-1'i korumayı düşünmedik. Eğer 1-1'i korusaydık o 1 puan bizi ikinci yapmaya yeterdi. Ama onu düşünmedik. Çünkü Türk insanın ve Türk medyasının üç günlük maç aralarındaki baskısı bizi etkiliyor. Sadece kazanmayı istiyorsunuz. Aslında ben artık kendi oynadığım maçlar için hep mantıklı skoru düşünüyorum. Dünyanın en büyük takımında da oynasam, o gün için beraberlik yetiyorsa ben o avantajı kullanırım. Artık bu mantalitedeyim. İspanya'ya saldırdık da ne oldu? O gün 1 puan alsaydık bugün belki Dünya Kupası finalistlerinden birisi olacaktık.
Takım olarak da mı böyle düşünüyorsunuz artık?
Takım olarak da olgunlaştığımızı düşünüyorum. Çünkü aynı oyuncularla 4-5 yıldır birlikte oynuyoruz. Buraya geldiğimde 18-19 yaşındaydım, her milli maç bizi olgunlaşmaya götürdü. Oyun anlamında, performans anlamında iyi işler yaptık. Ama Dünya Kupası'na gidememek hayal kırıklığı tabii ki.
2010'a gidememek, o futbol karnavalının içinde yer alamamak Türk futboluna ve kişisel olarak oyuncuların kariyere neler kaybettirdi sence?
Çok büyük şeyler kaybettik. Dünya Kupası'na gitmek çok önemli bir şeydi. Orada Avrupa Şampiyonası'ndan daha büyük bir başarı elde edebilirdik. Çünkü Avrupa Şampiyonası'nda hep üst düzey Avrupa takımlarıyla oynuyorsunuz. Dünya Kupası'nda ise nispeten daha zayıf takımlar var. İyi konsantre olduğumuzda bu takımın iyi yerlere gidebilecek potansiyeli var. Çünkü bu takım cesaretli oyunculardan kurulu. Bu çok farklı bir şey. Cesaretli, iyi mantaliteye sahip, kazanmak isteyen, kimseden korkmayan oyunculardan oluşan bir takımız. Futbolcular da kariyer olarak çok şey kaybetti. Dünya Kupası gerçekten bir karnaval. Bütün dünyanın gözü orada olacak. Hem Türk futbolunu hem de kendimizi tanıtmak için büyük bir fırsattı. Bir Avrupa Şampiyonası bizi bireysel olarak ne kadar ileriye taşıdı. Dünya Kupası'nda bir o kadar daha ileriye gidebilirdik.
BU ÜLKEDE BİZE İNANMAYANLAR VAR
Peki, 2010'u hangi duygularla izleyeceksin?
Elemelerin hemen hemen her maçında oynamış birisi olarak vicdanım rahat. Futbol keyfi almak için televizyonun karşısına geçeceğim. Çünkü ben ve arkadaşlarım elimizden gelen her şeyi yaptık. Ama şu yönden çok üzgünüm, bu ülkedeki herkes bizim Dünya Kupası'na gitmemizi istemiyordu. Bunu söyleyince şimdi "Arda çok konuşuyor" diyecekler.
"Herkes Dünya Kupası'na gitmemizi istemiyordu" derken bunu hangi anlamda söylüyorsun?
Yani en azından herkesin bu inancı taşımadığını söylüyorum. İyi takım olmadığımızı söyleyenler var. Bosna-Hersek ülke olarak bizden daha fazla inanmıştı. Bizim insanlarımızın bir kısmı ise Avrupa Şampiyonası'nda yarı final oynamış takımlarına inanmıyordu.
Bu neden kaynaklanıyor sence?
Bizim insanımızın karakteristik yapısı bu. Avrupa üçüncülüğü bu ülke insanları için başarı değil. Her zaman Avrupa üçüncüsü oluyoruz ya!
2010'da olmama hali 2012 elemeleri için ekstra bir itici güç olur mu?
Tabii ki olur. Bir turnuva kaçırdık, bir daha kaçırmak istemeyiz. Bence güzel de bir kura çektik. Bir de rakiplerle oynayacağımız maçlarda deplasman havası yaşamayacağız. İyi konsantre olursak, iyi motivasyon sağlarsak bu gruptan mutlaka çıkarız.
Gruba genel bir bakış atarsak Almanya ile çekişecekmişiz gibi görünüyor. Ancak Dünya Kupası elemelerinde de İspanya-Türkiye gibi bir tablo varken aradan bizim yerimize Bosna-Hersek çıktı.
Artık futbolda biz ve o yok. Çünkü herkes pozisyonuna sadık bir oyun oynuyor. Bu nedenle çok iyi takımların bile bulduğu pozisyonların sayısı 6-7'yi geçmiyor. Bunları da kaçırdığınız zaman oyun dengede gidiyor. İşte biz Estonya'da, Bosna'da kaçırdık, içerideki İspanya maçında kaçırdık. Futbol 90 dakika boyunca çok iyi konsantre olmanız gereken bir oyun haline geldi. Evet, Almanya'nın ve bizim bir avantajımız var. Ama kesinlikle günümüz futbolunda favori diye bir şey yok.
Peki, ne yapmak gerekiyor o zaman?
Her maçı ayrı bir final gibi görmek ve onun gereklerini yerine getirmek, 90 dakikaya odaklanmak, yoğunlaşmak gerekiyor. Çünkü 90 dakika çok iyi savaşıyorsunuz ama bir duran toptaki konsantrasyon kaybınız bütün emeklerinizi boşa çıkarıyor. İspanya'daki maçta bunu yaşadık. Bir duran topta Pique gelip vurdu ve iş bitti.
ALMANYA ELŞLEŞMESİ AVANTAJ
Yine de takımlara tek tek bakarsak, en ciddi rakibimiz Almanya olarak görülüyor. Bir kere büyük turnuvaların tümüne katılma ve hatta katılmanın ötesinde şampiyon olma alışkanlıkları var. Bir yandan bizim Milli Takımlarımızdaki oyuncuların önemli bir bölümünü de onlar yetiştiriyor. Almanya eşleşmemizi nasıl değerlendiriyorsun?
İspanya, İngiltere veya İtalya eşleşmesine göre Almanya eşleşmesi bence çok daha iyi. Almanya kaliteli bir takım ama son oynadığımız Avrupa Şampiyonası yarı finalinde onlardan daha iyi futbol oynayabildiğimizi de gösterdik. Şansları eşit iki maç oynayacağız. Bence Almanya eşleşmesi dezavantaj değil avantaj.
Grubun bir başka takımı Belçika ile Euro 2008 elemelerinde birlikteydik ve iki maçta da yenemedik.
Bence İstanbul'daki maçta kazanabilecek kadar üstün futbol oynadık. Rövanşta ise zaten her şey bitmişti ve maçın havası yoktu. Ama bu sefer öyle olmayacak. Tamam, Advocaat'la yeni bir yapılanmaya girdiler, yurtdışında iyi takımlarda oynayan oyuncuları var ama ne olursa olsun bizim kadar kaliteli bir takım değiller.
Avusturya hakkında neler düşünüyorsun? Onlar da 2008 finallerine umulanın üzerinde futbol oynamışlardı.
Başta da dediğim gibi hepsi zor maç olacak. Ama iyi hazırlanırsak sorun yaşamayız. Aslınla bakarsanız Azerbaycan maçı da Kazakistan maçı da zor olacak. Çünkü artık her takım en azından savunma yapmasını biliyor.
Takımın başında artık Hiddink olacak. Uzun süren yeni teknik direktör arayışlarında senin içinden neler geçti? Hiddink'in gelişini nasıl yorumluyorsun?
Ben o süreçte de ne düşündüğümü söylemiştim. Her zaman Türk hocadan yana oldum. Fikrimi söylediğimde "Bu Arda'nın haddine değil" dediler. Hayatında futbol oynamamış insanlar bu konuda fikir beyan ediyorsa, bu onlardan çok benim haddimedir. Ben bu Milli Takım'ın futbolcusuyum ve bu ülkenin Milli Takımı'nın başına geçecek teknik direktörün uyruğu hakkında söz söylemem kadar doğal bir şey olamaz. Steven Gerard ile Frank Lampard çıkıyor ve İngiliz Milli Takımı'nın başına kimin geçmesi gerektiğiyle ilgili isim söylüyor. Ben söyleyince "Arda'nın haddine değil" oluyor. Benim haddime değilse, hiç kimsenin haddine değil. Ben fikrimi söyledim, "Türk hoca olmasından yanayım" dedim. Çünkü duygular da önemli. Ama Hiddink kararına da saygı duyuyorum. Sonuçta Hiddink çok iyi bir hoca, kariyeri ortada. Umarım Milli Takımımıza çok faydalı olur.
"Duygular önemli" dedin. Gerçekten de Türk oyuncusunun duygusal bir yapısı var. Dolayısıyla aynı dili konuştuğu teknik adamla en azından motivasyon açısından daha sağlıklı bir ilişki kurabildiği söylenir. Şimdi Hiddink'le neler yaşanacak?
Gerçekten de Türk insanının duyguları her zaman önde gelir. Evet, profesyoneliz ama kimse kimseyi kandırmasın, bizim duygularımız her zaman ön plandadır. Ben de o yüzden Türk antrenör demiştim. Ama şimdi de bizi çok yakından tanıyan Oğuz Hoca var.
Bir de Gerets örneği var önümüzde. Onun döneminde para pul almadan kendi kendini motive eden bir futbolcu topluluğu şampiyon oldu Galatasaray'da.
Doğru. Bu da çarpıcı bir örnek. Zaten her şey oyuncuda biter ve oyuncular kendi kendini motive etmesini bilir. Ama Gerets döneminde de Erdal Keser vardı, bizi iyi tanıyan Stumpf vardı. Bir de Gerets farklı yapıda bir teknik direktördü. Belçikalıydı ama bizim karakterimize yakın bir insandı. Duygusal, savaşmayı seven, takımına hırsını aşılayabilen ve zorluklarla boğuşmayı bilen bir antrenördü Gerets. Dilerim Hiddink'le de aynı havayı yakalayabiliriz.
Hiddink'in şöyle bir avantajı da olabilir. Çok farklı ülkelerin takımlarını çalıştırdı ve başarı sağladı. Yani kendi dilini konuşmayan insanlarla anlaşmasını da bilen birisi. Dolayısıyla burada da bu özelliğini avantaja çevirebilir.
Doğru, olabilir tabii. Hiddink çok büyük bir hoca ve kariyeri asla tartışılmayacak bir teknik adam. Mutlaka katkıları olacaktır.
Hiddink bir sistem adamı. Türk oyuncusunun ise Rijkaard'ın da söylediği gibi bir oyun disiplini ve taktik uyum sorunu var. Oyuncularımız yetenekli ama daha çok doğaçlama oynamayı seviyor. Bu durum sence yeni dönemde nasıl bir tablo ortaya çıkartır?
Milli Takım'da bunları aştık artık. Herkes pozisyonu biliyor ve herkes sisteme uymanın bilincinde. Sol kanatta oynayan bir adam sağ kanada gidip pres yapamayacağını biliyor artık. Futbol oynamayı öğreniyoruz yavaş yavaş (gülüyor).
Yıllardır bir Türk futbol modelinin oluşturulmasından söz ediliyor ancak ortada henüz böyle bir model olduğu söylenemez. Sence bizim oyuncu yapımıza göre Türk futbol modelinin oyun anlayışı nasıl olmalı?
Türk futbol modelinden söz edilecekse her zaman oynamayı düşünen bir takım olmalıyız. Çünkü biz savunma yapmayı çok iyi beceremiyoruz. Biz topa sahip olarak savunma yapmalıyız. Hep oynayan ve hücum eden bir takım olmalıyız.
BÜTÜN SUÇ GENÇ OYUNCULARDA MI?
Türkiye'de genç oyuncuların üzerinde beklentilerin oluşturduğu bir baskı var ve sen bu baskı çemberini kırarak ufkunu açanlardan birisin. Ama her oyuncu için aynı şey söz konusu değil. Genç oyunculara yüklenen sorumluluğun ağırlığı hakkında neler söyleyebilirsin?
Daha bugün yeni bir röportaj okudum. İsim vermeyeceğim ama bir altyapı sorumlusu, kendi altyapısında oynayan oyuncuyu eleştiriyor. 40 maç yenilmeyen bir Genç Milli Takımımız vardı. 1987 grubunda inanılmaz oyunculara sahiptik. Cafer Can, Mülayim, Uğur Uçar, Serdar Özkan, Gürhan Gürsoy, İlhan Parlak, Ergün ve içinde daha birçok oyuncunun bulunduğu 40 maç yenilmeyen o takıma bakıyorsunuz, bugün sadece 2-3 tanesi oynuyor, sadece 1-2 tanesi ilk on birde yer alabiliyor. Böyle bir yerde bütün suç çocuklarda mı?
Sorun nerede peki?
Sorun çocukların kişisel gelişimini sağlayamamakta. Onlara yardımcı olamamakta. O psikolojik dönemde, destekle beraber çıkmalarını sağlayamıyorlar. O çocuklar okullarında çok üst düzey eğitim görmüyorlar ki. Aile durumları da çok iyi olamayabiliyor. Biz İngiltere'de, Hollanda'da, Fransa'daki gibi büyümüyoruz ki. Dertlerle, sıkıntılarla büyüyoruz. Bu çocuklara yardım etmezseniz, kötü oynama fırsatı vermezseniz bu çocuklar çıkamaz. Fabregas Arsenal'deki ilk döneminde her maçında iyi mi oynamıştı? Açsın maç kasetlerini baksınlar. Bu çocuklara 10 maç versinler, eminim ki hepsi büyük takımların tümünde oynayacak kalitede.
Sen nasıl başardın?
Bunun birkaç sebebi var. Ailem ve yaşadığım tecrübeler çok önemli. Ama bir de Marcel Desailly'nin "kaptan" kitabını okumuştum. Bir genç oyuncunun yaşadığı bütün sıkıntıları anlatıyordu. O kitap beni bir çıkış noktasına itmişti. Her futbolcunun böyle zorluklar yaşadığını ve bu zorlukları yenenlerin çıkış yapabileceğini öğrenmiştim. Tabii bir de Fatih Terim'in, Hagi'nin, Manisaspor'da Ersun Yanal'ın katkıları var. Geri dönüşümde Gerets'in şans vermesi ve benim o şansı ilk seferinde iyi kullanmam var. Belki o ilk şansı iyi kullanamasaydım ben de bugün olmayacaktım. Bu ülkede çocuklar böyle kayboluyor işte. Ama sorarsanız hep hocalarımız haklı. Hepsine saygım sonsuz ama öyle bir şey yok. Çok yetenekli çocuklar göz göre göre gidiyor. Kaç tanesi çocuklara özel antrenman yaptırmış? Kaç tanesi çocuklara mental bir antrenman yaptırmış? Kaç tanesi çocuklar için bir psikolog getirmiş? Kaç tanesi tahtada 1 saat boyunca pozisyonunu, oyununu anlatmış?
Bunların hiçbiri yok mu yani altyapılarda?
Yok tabii. Kim, çocuğu alıp 4-4-2'de nerede, nasıl durulur, top ceza sahasına yaklaştığında defans oyuncusu alandan adama geçer, çünkü golü adam atar diye öğretmiş? Bana hiç kimse 4-4-2'yi anlatmadı. "Oradan oraya, buradan buraya kayacaksın" dediler sadece. Ama 4-4-2 sadece böyle bir şey değil ki. Alanı nerede kapatırsın, alandan adama nerede geçersin, mesafeleri nerede daraltırsın, nerede oyunu açarsın? Üç kişiyi geçip de orta yapabilirsiniz, hiç kimseyi geçmeden de orta yapabilirsiniz. Ama ben bunları yeni öğreniyorum. Bunları öğretmedilerse benim suçum ne? Ben bunları A Milli Takım'da öğrendim. Fransız çocuklar, Benzema'lar, Hatem Ben Arfa'lar bunları 15 yaşında biliyordu, ben şimdi öğreniyorum. E bana öğretmiyorlarsa suç kimde? Sonra beni onlarla kıyaslıyorlar. Beni onlarla niye kıyaslıyorsunuz ki? Benim kendi ülkemde giydiğim cekete kızıyorlar. Neymiş, özel hayatımı göz önünde yaşıyormuşum. Ben göz önünde yaşamıyorum. Üç günde bir maç oynuyorum, haftada bir kez yemeğe gidiyorum. Oraya 35 tane kamera geliyor. Kusura bakmasınlar ama 35 kamera oraya geliyor diye haftada bir kez gittiğim yemekten kaçamam yani. Giydiğim ceketi eleştireceklerse eleştirsinler. Umurumda değil. 18-19 yaşındaki çocuğun hiçbir şeyine izin vermiyorsun, sadece eleştiriyorsun. Çocuk güzel kızla gezemiyor, iyi arabaya binemiyor, kaliteli yemek yiyemiyor, psikoloğunu tutmuyorsun, iyi antrenman vermiyorsun, sonra çocuk büyük futbolcu olsun diye bekliyorsun. Olamayınca da suçluyorsun. Ben bunu kabul etmiyorum. İsteyen bana "Çok bilmişsin" desin. Peki, o çocukları oynatan nasıl oynatıyor? Fatih Hoca kimleri oynattı. Ersun Yanal, Yılmaz Vural, Tolunay Kafkas, Ertuğrul Sağlam, Abdullah Avcı, Samet Aybaba, Thomas Doll nasıl oynatıyor? Zaten artık o hocaların zamanı. Gençleri oynatanlar fark oluşturuyor. Herkes bu hocaların takımlarından bahsediyor. Çünkü bu genç çocuklar oynamak istiyor ve fırsatını bulduklarında da ellerinden gelenin en iyisini yapıyor. Ben bunlara kafamı takıp düşünsem eriyip giderim.
Baskı altındaki genç oyuncu sosyal hayata katılmak ve kendini kişisel olarak geliştirmek konusunda böylesine sağlıksız bir ortamda ne yapabilir?
Asıl mesele bu zaten. Çocuklar sosyal hayatlarını geliştirmedikleri için kendilerini sahaya da yansıtamıyor. Çünkü özgüvenleri eksik kalıyor. Sanat önemli, dizi oyuncuları önemli ama futbolcular bu halkın en önemli figürleri. Çünkü bu ülkede herkes futbol konuşuyor, futbolla yaşıyor. Bu derece önemli bir aktivitenin figürü olan 17-18 yaşındaki oyuncular sinemaya gitmeli, kız arkadaşıyla gezmeli, izin gününde gece hayatına da gitmeli. Ha, çok alkol alıyorsa uyarırsınız. Eğer oyuncu yaşayamazsa olmaz. Ben senede 50 maç oynuyorsam insanlar buna saygı duymalı. İyi oynamış, kötü oynamış önemli değil. 50 maç sahaya çıkmak dile kolay. Demek ki ben futbola aşığım, Galatasaray'a çok aşığım. Birinin bunu anlayamaması için kör olması lâzım. Arkadaşlarım doğum günümle ilgili bir DVD hazırlamış, annemin de görüşlerini almışlar. Annem "Yani" diyor, geveliyor, "Oğlum Galatasaray'ı çok seviyor" diyor, düşünüyor, "Ya her şeyi Galatasaray oğlumun" diyor. Annem bunu anlatmak istiyor. Yani ben böyle bir adamsam, futbola âşıksam, kıyafetimi çek koy, ama saatlerce programında eleştirme. Bu çocuğun annesine, babasına, kız arkadaşına lâf söyleme. Bu çocuk da insan. Ben insanların ailesiyle, kız arkadaşlarıyla ilgili konuşuyor muyum?
HERKES İŞİNİ İYİ YAPSA HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLUR
Bunları yapanlar, "Biz bu futbolcuları rahat bıraksak da işlerini daha rahat yapsalar, futbolumuz da bir adım daha ileriye gitse" diye düşünmüyor mudur sence?
Olur mu? O zaman reyting alamazlar. Sonra herkes "Türk futbolu nereye gidiyor?" diyor. Oysa herkes kendi işini iyi yapsa futbolumuz çok daha iyi yerlerde olacak. Mesela herkes hakemlere yükleniyor. Oysa hakemlerimiz bugün çok daha iyi maç yönetiyor. Onlardan çok memnunum. Tabii ki takım kaptanıyım ve tepki veriyorum ama durup baktığımda hakemlerin büyük bir gelişme gösterdiğini görüyorum. Herkes kendine bakıp düzetmeye çalışsa çok daha güzel olacak. Bir şey söyleyeyim mi, Kayserispor'la berabere kaldık, zemin de kötü ama Kayseri'de oynamak çok hoşuma gidiyor. Yöneticilerimiz, başkanlarımız 18 tane şöyle stat yapsalar da baksak futbolumuz nasıl ileri gidiyor.
Kadir Has Stadı'nda oynamak gerçekten de farklı mı?
Olmaz olur mu? Seyircinin bir "Oooo" diye bağırması bile hoşuna gidiyor insanın. Soyunma odaları harika… Bir de zeminini düzeltseler o güzelim stadın. Gerekirse 6 ay maç oynatmasınlar ama zemini düzelsin. O stadı Kayseri'ye kim yaptıysa Allah ondan razı olsun. Bursa'nın böyle bir stadı olsa ne güzel olur. O zaman Bursa'dan hiç bir takım çıkamaz.
Eğer 2016 Avrupa Şampiyonası adaylığımız kabul edilirse birbirinden güzel 6 stadımız daha olacak.
Her şehre böyle statlar lâzım. Futbolcu iyi statta iyi futbol oynar. Avrupa Şampiyonası finallerinde 10 kere oynayayım, hepsinde iyi oynarım. Top güzel, zemin güzel, atmosfer güzel, kendimi de kuvvetli hissediyorsam neden kötü oynayayım? Bu anlamda Türkiye'nin 2016 adaylığı gerçekten çok önemli ve eğer kazanırsak Türk futbolun büyük bir aşama gerçekleştirir.
Herkesin işini yapması gerektiğinden söz ettin. Statlar konusunda topu yöneticilere attın. Futbolumuzun gelişmesi için başka kimler mesleğini iyi yapmalı?
Futbolu da iyi yorumlayan insanlara ihtiyaç var. Rıdvan Dilmen iyi yorumluyor mesela. Futbolu çok iyi bildiğini hissediyorsunuz. Onu arayıp konuşuyorum. Hakan Şükür de iyi yorum yapıyor, onunla da konuşuyorum. Zeki Çol, Ömer Üründül de iyi yorumluyor. Futbolcunun psikolojisinden anlıyorlar. Ben onların hiç kimsenin kıyafetine bir şey söylediğini duymadım, hep futbolu yorumladılar. Bir Banu Yelkovan, bir Kanat Atkaya iyi yorum yapıyor. Onları izlediğinizde ya da okuduğunuzda farklı bakış açıları yakalayabiliyorsunuz. Birileri ülke futboluna katkı yapacaksa böyle yapmalı. NTV'de "Yenilsen de yensen de" diye bir program var, taraftarlar katılıyor. Ama oraya gelen taraftarlar da çok bilinçli. Onları dinlemek de hoşuma gidiyor.
Takımlarımızın uluslararası alanda belli bir noktaya kadar gelip orada tıkandığını görüyoruz. Bu tıkanma sence nereden kaynaklanıyor?
Dediğim gibi, 90 dakika iyi oynuyorsunuz ama bir anlık konsantrasyon hatasından golü yiyorsunuz. Mesela Atletico Madrid maçında taçtan gol yedik. Siz istediğiniz kadar penaltımızı vermediler diye feryat edin. Adamlar taçtan, kornerden gol yemiyor. Siz böyle gol yerseniz elenirsiniz. Ben inanıyorum ki Uğur Uçar çok iyi bir defansif oyuncu, Sabri Sarıoğlu, Gökhan Gönül, Hakan Balta da öyle… Caner'i sol bek oynatamıyoruz. Bu kadar müthiş bir sol ayağı sol bek oynatamıyoruz. Neden? Çünkü bilgi eksikliği var. Caner'in nasıl bir kumaşı var biliyor musunuz? Topa nasıl vuruyor biliyor musunuz? Her topa vurduğunda 5 dakika onu seyrediyorum. Ama nasıl oynayacağını bilememek gibi bir sorunu var. Bunu en başta da kendim için söylüyorum. Bu konuda Ayhan Akman çok iyi bir örnektir.
Evet, biliyorum. Onunla yaptığımız röportajda "Ben futbol oynamayı Lucescu döneminde öğrendim" demişti.
Ayhan Akman gerçekten iyi futbolcudur, kumaşı bellidir. Ama futbolu belli bir aşamadan sonra oynaya oynaya öğrenmiştir. Şimdi de bize öğretiyor. Emre Aşık nasıl oynuyor zannediyorsunuz? Futbolu biliyor, pozisyon alıyor, hamleyi ne zaman yapacağının farkında. Tecrübeli yani. Tecrübe, oyunu bilmek aslında. Türkiye'de oyunu ancak oynayana oynaya öğrenebiliyorsunuz. Avrupa'daki oyuncu bu bilgiyi temelden alıyor.
SAÇLARIMIZA AKLAR DÜŞTÜ
Avrupa'nın üst düzey takımlarındaki oyuncular yılda ortalama 60-70 maç oynarken, bu sayı ülkemizde 40-50 maçla sınırlı. Bu maç eksikliği bizim biraz daha geride kalmamızda bir etken midir sence?
Oradaki psikolojik şartlarla buradaki arasında dağlar kadar fark var. Sen burada bir maç kaybettiğin zaman 15 gün sokağa çıkamıyorsun. Oradaki oyuncu kaybettiği maçın ardından stadın barında bir şeyler içiyor. Bakın Sabri'nin saçlarına kaç tane beyaz var. Daha 24-25 yaşında. Benim de saçlarımda aklar oluşmaya başladı. Bunlar hayatın gerçekleri. Kafamıza takmıyoruz diye bir şey yok. Sokağa bu gerçeklerle çıkıyoruz. Evet, çok para kazanıyoruz. Peki, Chelsea'deki adam çok para kazanmıyor mu, onlar da şöhretli değil mi?
Asıl sormak istediğim, onların daha fazla maç yapıyor olmasının, karşı karşıya geldiğimizde bizim açımızdan bir dezavantaja dönüp dönüşmediği.
Onların şöyle bir avantajı var, biz senede 10 tane üst düzey maç oynuyoruz, onlar o düzeyde 50 maça çıkıyor. Tabii bu da onlara bir avantaj getiriyor.
Milli Takımımız bütün maçlarını evinde oynayacak deniliyor. Peki, sen evdeki maçlarda yeterince tribün desteği sağlandığını düşünüyor musun? Hele bazı maçlarda tribünleri coşturabilmek için stat hoparlöründen yapılan anonsların bile yetersiz kaldığını hatırlarsak… Milli Takım taraftarlığı konusunda bir sıkıntı var mı?
Yapsınlar bir Milli Takım stadı, her maçımızı orada oynayalım.
MİLLİ TAKIM STADI OLSUN
Atatürk Olimpiyat Stadı olabilir mi?
Yok, yok. O statta rakibinize baskı kuramazsınız. Futbolcu açısından keyifli bir stat değil. Mesela Şükrü Saracoğlu Stadı Milli Takım stadı olarak belirlensin, her maçımızı orada oynayalım.
Galatasaray kaptanı olarak bunu söyleyebilmen çok güzel.
E tabii… Orada oynayalım, 50-60 bin seyirciyle rakibin üzerinde bir baskı kuralım. Ya da İnönü Stadı'nı seçsinler, bütün maçlarımızı orada oynayalım. Şimdi Aslantepe projesi tamamlanıyor; orayı seçsinler. Yani rakibin üzerinde baskı kurulabilecek bir stat seçilsin ve bütün maçlarımızı orada oynayalım.
Hep aynı statta oynamanın getirdiği bir avantaj var mıdır?
Olmaz mı? Ali Sami Yen'de kendimi evimdeki yatak odasından daha rahat hissediyorum. Ali Sami Yen'deyken bana dünyanın en iyi futbolcusuyum gibi geliyor. Sanki güllerin üzerinde yürüyormuş gibi hissediyorum. Geçenlerde bir takımın yönetici "Ali Sami Yen kokuyor" demişti. Ben kazan dairesinin o kokusunu bile seviyorum. Her maç öncesi orada çay içmek benim için bir zevk. Yani alıştığınız stadın atmosferi çok önemli.
Futbol artık gerçek bir endüstri haline dönüştü. Yayın gelirleri, sponsorlar derken inanılmaz paralar dönüyor. Bu durum oyunun ruhuna nasıl yansıyor?
Para, oyunun ruhunu etkilemez. Ben gazozuna da oynasam aynı şekilde oynarım. İdman maçında bile kendimi yerlere atıyorum, kaybetmeyeyim diye. Hayatım boyunca oynarken primi düşünmedim. Çok büyük primlerin verileceği maçlar da oynadım ama parayı aklıma bile getirmedim. Oyuncuların yüzde 90'ı da böyledir. Futbolcu sadece oynayıp kazanmayı düşünür. Ben de hep parayı değil kariyeri düşündüm. Kariyer zaten size parayı da getirir.
GALATASARAY KAPTANLIĞI EN BÜYÜK ONURUM
Galatasaray kaptanlığını Türkiye için oldukça erken bir yaşta aldın. Sorumluğunun artması da seni bir vites daha yukarı taşımış görünüyor. Bu konuda ne söyleyeceksin?
Mourinho'nun çok güzel bir sözü var, "Bana baskı var mı diye soruyorlar, baskı evine ekmeye götürmeye çalışan insanların üzerinde olur" diyor. Evet, benim üzerimde baskı var ama ben bu baskıdan keyif alıyorum. Bir de şöyle bir şey var. Galatasaray taraftarı bazen bana homurdanıyor. En fazla gücüme giden de bu oluyor. Çünkü ben iyi de oynasam kötü de oynasam daima mücadele ediyorum. Babam da bana homurdandığında bozuluyorum. Çünkü ailemden biri huzursuzluk çıkarmış gibi geliyor. Galatasaray'daki homurtulara da aile içindeki huzursuzluk olarak bakıyorum. Kaptanlığa gelince, çok seviyorum. Pazubandı her taktığımda, soyunma odasından çıkarken aynaya her baktığımda içimden "Çok şükür" diyorum. Bunu yaşadığım, bu pazubandı koluma taktığım için… Dünya hayatımda yaşayabileceğim en büyük onur Galatasaray kaptanlığı. Bu konuda çocuk ruhlu düşünüyorum. Evde odama gidip pazubandıma bakıyorum. Düşünsenize, en büyük hayalinize kavuşmuşsunuz. Galatasaray kaptanlığını lâyıkıyla yaptığımdan bir gram bile şüphem yok. Hiç yakışıksız bir davranışta bulunmuyorum, çok da güzel taşıdığımı düşünüyorum. İnşallah şampiyonlukla da taçlandırırsak, kupayı kaldırdığım gün dünyanın en mutlu insanı olacağım.
Bir gün kaptan olacağını hayal ediyordun da Hakan Şükür'ün yerinde oynayacağını düşünür müydün?
Bir şey söyleyeyim mi, herkes o bölgede kötü oynadığımı düşünüyor ama ben çok iyi oynadığımı düşünüyorum. Takımım için gerekeni yaptım. Her şeyi takımım için yapıyorum zaten. Orada savaştım, topu korudum, takımımın öne çıkmasını sağlamaya çalıştım, gol de attım.
Biz klasik bölgesinin dışında oynatılmak istenen bazı oyuncuların buna razı olmadığına da şahit olmuştuk.
Ben Galatasaray'da sağ bek de oynadım. 3-5-2 sisteminde beşlinin solunda da oynadım. Ön libero, forvet arkası, kanatlar, her yerde oynadım. Bana ne görev verirlerse onu yaparım. "Otur bekle" desinler oturur beklerim. Çünkü ben Galatasaraylıyım. Ama bunun benim için ne demek olduğunu bilmiyorlar. "Galatasaray taraftarına yaranmaya çalışıyor" diyorlar. "Benim buna ihtiyacım yok" dediğimde de millet yanlış anladı. Ben bunu söylemiyorum ki. Ben ölesiye Galatasaraylıyım, ben bir Galatasaraylının düşünebileceği kadar takımımı düşünüyorum. Oynamadığım maçta taraftar gibiyim. Kendi maçımı izlerken kendime kızıyorum.
Herkes artık "Arda Avrupa'ya gitsin" diyor. Senin gelişimin açısından da bu önemli bir aşama olacak gibi görünüyor. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Şartlar oluşunca gitmek istiyorum. Yani şampiyon olduğumuz zaman gitmek istiyorum. Galatasaray taraftarı da beni orada görmek ister. "Bizim çocuğumuz Avrupa'da oynuyor" düşüncesi onlara da gurur verir. Burukluk olacaktır belki ama ben 90 yaşıma da gelsem yine Galatasaray taraftarıyım. Gitmek istiyorum çünkü bu ülke şartları beni çok zorluyor. Çok üstüme geliyorlar, sıkıyorlar, keyfimi kaçırıyorlar. Ben gülmeyi, eğlenmeyi, yaşamayı seven bir adamım. Belki Avrupa'da başaramayacağım ama denemek istiyorum. Buna şu anda gücüm de imkânım da yeteneğim de var. Ben bunu yapacağım.
Eskiden beri hayalinin Premier Lig olduğunu biliyoruz.
İngiltere'yi istiyorum. Her zaman Liverpool'da oynamak istediğimi söylüyorum. Galatasaray'a yakın çünkü. Forması kırmızı, örf ve adetleri, gelenekleri olan bir kulüp. Hayırlısı inşallah.
Evlenmek?
Hayatın ne getireceği belli olmaz. O yüzden bu konu hakkında fikir beyan etmiyorum. Sadece hayırlısı olsun diyorum. Çok hanımefendi bir kız arkadaşım var. Oturmasını, kalkmasını bilen, dünya görüşü olan, bir şeyler paylaşabildiğim bir insan. O yüzden çok mutluyum. Bana çok yardımcı oluyor. Beni hiç üzmüyor, hep işime odaklanmamı sağlıyor. Kendisi de şöhretli bir iş yaptığı için beni çok iyi anlayabiliyor. O yüzden çok huzurluyum.
İNSANLAR ARTIK ÖLMESİN
Dünya görüşü dedin de, oyuncular dünya meseleleri üzerine kafa yorma fırsatı bulabiliyor mu?
Ben bulabiliyorum. Her gün ana haber bültenlerini izliyorum. Evde pijamalarımı giyer, "ajans" dinlerim. Hatta bana gülerler, "Dede" diye. Çok isterim ki ülkemiz çok daha iyi yerlere gelsin. Mesela Anzaklar Harry Kewell'la beni barış elçisi seçmişlerdi ve o gün bir şey söylemiştim. O cümleyi de nasıl söylemiştim bilmiyorum ama çok mutlu olmuştum. "Ben bu ülkeye her baktığımda bu toprakların savaşmak için değil yaşamak için olduğunu düşünüyorum" demiştim. Geçenlerde Veda filmine gittim; orada, "Oğul sen bilmezsin, biz bu ülkeyi korurken, Kürtler, Lazlar, Çerkezler hep beraber savaştık" diye bir cümle vardı. Ya, biz kimi öldürüyoruz? Gelin hep birlikte yaşayalım, gelişen dünyaya ayak uyduralım. Doğuya her türlü yatırım yapılsın. Belki Emre ağabeyle Ayhan ağabey bana kızacaklar, çünkü özel bir şey bu ama üçümüz bir okul yaptırmak istiyoruz. Bu okulu da Doğu'da yaptıralım istiyoruz. Oralara gidiyoruz, aslan gibi insanlar var. Bu ülke hepimize yeter. Ben huzur içinde bir arada yaşayabileceğimize inanıyorum. Terör örgütünü yöneten insanların da artık böyle düşünmesi gerekiyor. Bıraksınlar kişisel çıkarları için savaşı sürdürmeyi. Savaşlar sadece silah tüccarlarının işine yarıyor. Gençler bunun farkında olsun ve kanmasınlar. Bir de "Başbakan Davos'ta stratejik hata yaptı" diyorlar. Hayır yapmadı. Orada doğruları söyledi. İsrail'in çocukları öldürdüğünü söyledi. Bunun nesi hata? Benim evde bağırmak istediklerimi söyledi. Benim sokakta arkadaşıma isyan ettiğim, üzüldüğüm, "Bu çocukları nasıl öldürürler" dediğim şeyi, gitti orada söyledi. Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bundan mutlu oldum. Bu hataysa keşke bütün hatalar böyle olsa. Burada benim siyasi olarak nerede durduğum önemli değil. Türkiye'de şöyle bir şey var; söylenen şeyin doğru olup olmadığına değil, siyasi olarak hangi tarafın söylediğine bakılıyor. Oysa kim olursa olsun karşımızdaki insanın söyledikleri bizim kişisel doğrularımızla uyuşuyorsa onu alkışlamalıyız. "İnsanlar ölmesin" demek kadar güzel bir şey olabilir mi? Hayata böyle bakmak gerekiyor.
Milli Takım gemisi yeni bir kaptanla yeni bir hedefe yelken açıyor. Ancak bu konuyu konuşmadan önce derin bir hayal kırıklığıyla biten 2010 Dünya Kupası yolculuğumuzdan söz edelim. Nerelerde yanlış yaptığımızı ortaya koyarsak bu muhasebe 2012 hedefine yürürken yolumuzu aydınlatabilir diye düşünüyorum.
Samimiyetle söylüyorum, ilk defa az üzüldüm. Gerçekten oyun anlamında her şeyi yaptığımızı düşünüyorum. Dönüp maçlara baktığımda, hepsinde rakiplerimizden daha iyi oynadık. Ama biz duran toptan gol yiyoruz. 90 dakikanın 85 dakikasında iyi oynadığımız bir maçı 5 dakikalık konsantrasyon eksikliği nedeniyle kaybediyoruz. Bu bizim klasik yapımız. Estonya'da berabere kaldığımız maç var; o maç aynı şekilde oynansın bir daha asla o sonuçla bitmez. Deplasmanda İspanya'ya kaybettiğimiz maç var. Bir kişi İspanya'nın nasıl bir takım olduğunu göremiyor ve bizim o gün oynadığımız futbolu eleştiriyorsa, ben gerçekten o kişinin futboldan anlamadığını düşünürüm. Çünkü o gün pozisyonuna sadık, iyi oynayan hatta İspanya'dan daha etkili pozisyonlar bulan bir takım görüntüsündeydik. Ancak 1-0 öne geçtikten sonra Bernabeu'nun atmosferini kullanıp kazandılar. Ama Ali Sami Yen'de onları mahvettik. 3-0 bitebilecek maçı 2-1 kaybettik. Neden? 1-1'i korumayı düşünmedik. Eğer 1-1'i korusaydık o 1 puan bizi ikinci yapmaya yeterdi. Ama onu düşünmedik. Çünkü Türk insanın ve Türk medyasının üç günlük maç aralarındaki baskısı bizi etkiliyor. Sadece kazanmayı istiyorsunuz. Aslında ben artık kendi oynadığım maçlar için hep mantıklı skoru düşünüyorum. Dünyanın en büyük takımında da oynasam, o gün için beraberlik yetiyorsa ben o avantajı kullanırım. Artık bu mantalitedeyim. İspanya'ya saldırdık da ne oldu? O gün 1 puan alsaydık bugün belki Dünya Kupası finalistlerinden birisi olacaktık.
Takım olarak da mı böyle düşünüyorsunuz artık?
Takım olarak da olgunlaştığımızı düşünüyorum. Çünkü aynı oyuncularla 4-5 yıldır birlikte oynuyoruz. Buraya geldiğimde 18-19 yaşındaydım, her milli maç bizi olgunlaşmaya götürdü. Oyun anlamında, performans anlamında iyi işler yaptık. Ama Dünya Kupası'na gidememek hayal kırıklığı tabii ki.
2010'a gidememek, o futbol karnavalının içinde yer alamamak Türk futboluna ve kişisel olarak oyuncuların kariyere neler kaybettirdi sence?
Çok büyük şeyler kaybettik. Dünya Kupası'na gitmek çok önemli bir şeydi. Orada Avrupa Şampiyonası'ndan daha büyük bir başarı elde edebilirdik. Çünkü Avrupa Şampiyonası'nda hep üst düzey Avrupa takımlarıyla oynuyorsunuz. Dünya Kupası'nda ise nispeten daha zayıf takımlar var. İyi konsantre olduğumuzda bu takımın iyi yerlere gidebilecek potansiyeli var. Çünkü bu takım cesaretli oyunculardan kurulu. Bu çok farklı bir şey. Cesaretli, iyi mantaliteye sahip, kazanmak isteyen, kimseden korkmayan oyunculardan oluşan bir takımız. Futbolcular da kariyer olarak çok şey kaybetti. Dünya Kupası gerçekten bir karnaval. Bütün dünyanın gözü orada olacak. Hem Türk futbolunu hem de kendimizi tanıtmak için büyük bir fırsattı. Bir Avrupa Şampiyonası bizi bireysel olarak ne kadar ileriye taşıdı. Dünya Kupası'nda bir o kadar daha ileriye gidebilirdik.
BU ÜLKEDE BİZE İNANMAYANLAR VAR
Peki, 2010'u hangi duygularla izleyeceksin?
Elemelerin hemen hemen her maçında oynamış birisi olarak vicdanım rahat. Futbol keyfi almak için televizyonun karşısına geçeceğim. Çünkü ben ve arkadaşlarım elimizden gelen her şeyi yaptık. Ama şu yönden çok üzgünüm, bu ülkedeki herkes bizim Dünya Kupası'na gitmemizi istemiyordu. Bunu söyleyince şimdi "Arda çok konuşuyor" diyecekler.
"Herkes Dünya Kupası'na gitmemizi istemiyordu" derken bunu hangi anlamda söylüyorsun?
Yani en azından herkesin bu inancı taşımadığını söylüyorum. İyi takım olmadığımızı söyleyenler var. Bosna-Hersek ülke olarak bizden daha fazla inanmıştı. Bizim insanlarımızın bir kısmı ise Avrupa Şampiyonası'nda yarı final oynamış takımlarına inanmıyordu.
Bu neden kaynaklanıyor sence?
Bizim insanımızın karakteristik yapısı bu. Avrupa üçüncülüğü bu ülke insanları için başarı değil. Her zaman Avrupa üçüncüsü oluyoruz ya!
2010'da olmama hali 2012 elemeleri için ekstra bir itici güç olur mu?
Tabii ki olur. Bir turnuva kaçırdık, bir daha kaçırmak istemeyiz. Bence güzel de bir kura çektik. Bir de rakiplerle oynayacağımız maçlarda deplasman havası yaşamayacağız. İyi konsantre olursak, iyi motivasyon sağlarsak bu gruptan mutlaka çıkarız.
Gruba genel bir bakış atarsak Almanya ile çekişecekmişiz gibi görünüyor. Ancak Dünya Kupası elemelerinde de İspanya-Türkiye gibi bir tablo varken aradan bizim yerimize Bosna-Hersek çıktı.
Artık futbolda biz ve o yok. Çünkü herkes pozisyonuna sadık bir oyun oynuyor. Bu nedenle çok iyi takımların bile bulduğu pozisyonların sayısı 6-7'yi geçmiyor. Bunları da kaçırdığınız zaman oyun dengede gidiyor. İşte biz Estonya'da, Bosna'da kaçırdık, içerideki İspanya maçında kaçırdık. Futbol 90 dakika boyunca çok iyi konsantre olmanız gereken bir oyun haline geldi. Evet, Almanya'nın ve bizim bir avantajımız var. Ama kesinlikle günümüz futbolunda favori diye bir şey yok.
Peki, ne yapmak gerekiyor o zaman?
Her maçı ayrı bir final gibi görmek ve onun gereklerini yerine getirmek, 90 dakikaya odaklanmak, yoğunlaşmak gerekiyor. Çünkü 90 dakika çok iyi savaşıyorsunuz ama bir duran toptaki konsantrasyon kaybınız bütün emeklerinizi boşa çıkarıyor. İspanya'daki maçta bunu yaşadık. Bir duran topta Pique gelip vurdu ve iş bitti.
ALMANYA ELŞLEŞMESİ AVANTAJ
Yine de takımlara tek tek bakarsak, en ciddi rakibimiz Almanya olarak görülüyor. Bir kere büyük turnuvaların tümüne katılma ve hatta katılmanın ötesinde şampiyon olma alışkanlıkları var. Bir yandan bizim Milli Takımlarımızdaki oyuncuların önemli bir bölümünü de onlar yetiştiriyor. Almanya eşleşmemizi nasıl değerlendiriyorsun?
İspanya, İngiltere veya İtalya eşleşmesine göre Almanya eşleşmesi bence çok daha iyi. Almanya kaliteli bir takım ama son oynadığımız Avrupa Şampiyonası yarı finalinde onlardan daha iyi futbol oynayabildiğimizi de gösterdik. Şansları eşit iki maç oynayacağız. Bence Almanya eşleşmesi dezavantaj değil avantaj.
Grubun bir başka takımı Belçika ile Euro 2008 elemelerinde birlikteydik ve iki maçta da yenemedik.
Bence İstanbul'daki maçta kazanabilecek kadar üstün futbol oynadık. Rövanşta ise zaten her şey bitmişti ve maçın havası yoktu. Ama bu sefer öyle olmayacak. Tamam, Advocaat'la yeni bir yapılanmaya girdiler, yurtdışında iyi takımlarda oynayan oyuncuları var ama ne olursa olsun bizim kadar kaliteli bir takım değiller.
Avusturya hakkında neler düşünüyorsun? Onlar da 2008 finallerine umulanın üzerinde futbol oynamışlardı.
Başta da dediğim gibi hepsi zor maç olacak. Ama iyi hazırlanırsak sorun yaşamayız. Aslınla bakarsanız Azerbaycan maçı da Kazakistan maçı da zor olacak. Çünkü artık her takım en azından savunma yapmasını biliyor.
Takımın başında artık Hiddink olacak. Uzun süren yeni teknik direktör arayışlarında senin içinden neler geçti? Hiddink'in gelişini nasıl yorumluyorsun?
Ben o süreçte de ne düşündüğümü söylemiştim. Her zaman Türk hocadan yana oldum. Fikrimi söylediğimde "Bu Arda'nın haddine değil" dediler. Hayatında futbol oynamamış insanlar bu konuda fikir beyan ediyorsa, bu onlardan çok benim haddimedir. Ben bu Milli Takım'ın futbolcusuyum ve bu ülkenin Milli Takımı'nın başına geçecek teknik direktörün uyruğu hakkında söz söylemem kadar doğal bir şey olamaz. Steven Gerard ile Frank Lampard çıkıyor ve İngiliz Milli Takımı'nın başına kimin geçmesi gerektiğiyle ilgili isim söylüyor. Ben söyleyince "Arda'nın haddine değil" oluyor. Benim haddime değilse, hiç kimsenin haddine değil. Ben fikrimi söyledim, "Türk hoca olmasından yanayım" dedim. Çünkü duygular da önemli. Ama Hiddink kararına da saygı duyuyorum. Sonuçta Hiddink çok iyi bir hoca, kariyeri ortada. Umarım Milli Takımımıza çok faydalı olur.
"Duygular önemli" dedin. Gerçekten de Türk oyuncusunun duygusal bir yapısı var. Dolayısıyla aynı dili konuştuğu teknik adamla en azından motivasyon açısından daha sağlıklı bir ilişki kurabildiği söylenir. Şimdi Hiddink'le neler yaşanacak?
Gerçekten de Türk insanının duyguları her zaman önde gelir. Evet, profesyoneliz ama kimse kimseyi kandırmasın, bizim duygularımız her zaman ön plandadır. Ben de o yüzden Türk antrenör demiştim. Ama şimdi de bizi çok yakından tanıyan Oğuz Hoca var.
Bir de Gerets örneği var önümüzde. Onun döneminde para pul almadan kendi kendini motive eden bir futbolcu topluluğu şampiyon oldu Galatasaray'da.
Doğru. Bu da çarpıcı bir örnek. Zaten her şey oyuncuda biter ve oyuncular kendi kendini motive etmesini bilir. Ama Gerets döneminde de Erdal Keser vardı, bizi iyi tanıyan Stumpf vardı. Bir de Gerets farklı yapıda bir teknik direktördü. Belçikalıydı ama bizim karakterimize yakın bir insandı. Duygusal, savaşmayı seven, takımına hırsını aşılayabilen ve zorluklarla boğuşmayı bilen bir antrenördü Gerets. Dilerim Hiddink'le de aynı havayı yakalayabiliriz.
Hiddink'in şöyle bir avantajı da olabilir. Çok farklı ülkelerin takımlarını çalıştırdı ve başarı sağladı. Yani kendi dilini konuşmayan insanlarla anlaşmasını da bilen birisi. Dolayısıyla burada da bu özelliğini avantaja çevirebilir.
Doğru, olabilir tabii. Hiddink çok büyük bir hoca ve kariyeri asla tartışılmayacak bir teknik adam. Mutlaka katkıları olacaktır.
Hiddink bir sistem adamı. Türk oyuncusunun ise Rijkaard'ın da söylediği gibi bir oyun disiplini ve taktik uyum sorunu var. Oyuncularımız yetenekli ama daha çok doğaçlama oynamayı seviyor. Bu durum sence yeni dönemde nasıl bir tablo ortaya çıkartır?
Milli Takım'da bunları aştık artık. Herkes pozisyonu biliyor ve herkes sisteme uymanın bilincinde. Sol kanatta oynayan bir adam sağ kanada gidip pres yapamayacağını biliyor artık. Futbol oynamayı öğreniyoruz yavaş yavaş (gülüyor).
Yıllardır bir Türk futbol modelinin oluşturulmasından söz ediliyor ancak ortada henüz böyle bir model olduğu söylenemez. Sence bizim oyuncu yapımıza göre Türk futbol modelinin oyun anlayışı nasıl olmalı?
Türk futbol modelinden söz edilecekse her zaman oynamayı düşünen bir takım olmalıyız. Çünkü biz savunma yapmayı çok iyi beceremiyoruz. Biz topa sahip olarak savunma yapmalıyız. Hep oynayan ve hücum eden bir takım olmalıyız.
BÜTÜN SUÇ GENÇ OYUNCULARDA MI?
Türkiye'de genç oyuncuların üzerinde beklentilerin oluşturduğu bir baskı var ve sen bu baskı çemberini kırarak ufkunu açanlardan birisin. Ama her oyuncu için aynı şey söz konusu değil. Genç oyunculara yüklenen sorumluluğun ağırlığı hakkında neler söyleyebilirsin?
Daha bugün yeni bir röportaj okudum. İsim vermeyeceğim ama bir altyapı sorumlusu, kendi altyapısında oynayan oyuncuyu eleştiriyor. 40 maç yenilmeyen bir Genç Milli Takımımız vardı. 1987 grubunda inanılmaz oyunculara sahiptik. Cafer Can, Mülayim, Uğur Uçar, Serdar Özkan, Gürhan Gürsoy, İlhan Parlak, Ergün ve içinde daha birçok oyuncunun bulunduğu 40 maç yenilmeyen o takıma bakıyorsunuz, bugün sadece 2-3 tanesi oynuyor, sadece 1-2 tanesi ilk on birde yer alabiliyor. Böyle bir yerde bütün suç çocuklarda mı?
Sorun nerede peki?
Sorun çocukların kişisel gelişimini sağlayamamakta. Onlara yardımcı olamamakta. O psikolojik dönemde, destekle beraber çıkmalarını sağlayamıyorlar. O çocuklar okullarında çok üst düzey eğitim görmüyorlar ki. Aile durumları da çok iyi olamayabiliyor. Biz İngiltere'de, Hollanda'da, Fransa'daki gibi büyümüyoruz ki. Dertlerle, sıkıntılarla büyüyoruz. Bu çocuklara yardım etmezseniz, kötü oynama fırsatı vermezseniz bu çocuklar çıkamaz. Fabregas Arsenal'deki ilk döneminde her maçında iyi mi oynamıştı? Açsın maç kasetlerini baksınlar. Bu çocuklara 10 maç versinler, eminim ki hepsi büyük takımların tümünde oynayacak kalitede.
Sen nasıl başardın?
Bunun birkaç sebebi var. Ailem ve yaşadığım tecrübeler çok önemli. Ama bir de Marcel Desailly'nin "kaptan" kitabını okumuştum. Bir genç oyuncunun yaşadığı bütün sıkıntıları anlatıyordu. O kitap beni bir çıkış noktasına itmişti. Her futbolcunun böyle zorluklar yaşadığını ve bu zorlukları yenenlerin çıkış yapabileceğini öğrenmiştim. Tabii bir de Fatih Terim'in, Hagi'nin, Manisaspor'da Ersun Yanal'ın katkıları var. Geri dönüşümde Gerets'in şans vermesi ve benim o şansı ilk seferinde iyi kullanmam var. Belki o ilk şansı iyi kullanamasaydım ben de bugün olmayacaktım. Bu ülkede çocuklar böyle kayboluyor işte. Ama sorarsanız hep hocalarımız haklı. Hepsine saygım sonsuz ama öyle bir şey yok. Çok yetenekli çocuklar göz göre göre gidiyor. Kaç tanesi çocuklara özel antrenman yaptırmış? Kaç tanesi çocuklara mental bir antrenman yaptırmış? Kaç tanesi çocuklar için bir psikolog getirmiş? Kaç tanesi tahtada 1 saat boyunca pozisyonunu, oyununu anlatmış?
Bunların hiçbiri yok mu yani altyapılarda?
Yok tabii. Kim, çocuğu alıp 4-4-2'de nerede, nasıl durulur, top ceza sahasına yaklaştığında defans oyuncusu alandan adama geçer, çünkü golü adam atar diye öğretmiş? Bana hiç kimse 4-4-2'yi anlatmadı. "Oradan oraya, buradan buraya kayacaksın" dediler sadece. Ama 4-4-2 sadece böyle bir şey değil ki. Alanı nerede kapatırsın, alandan adama nerede geçersin, mesafeleri nerede daraltırsın, nerede oyunu açarsın? Üç kişiyi geçip de orta yapabilirsiniz, hiç kimseyi geçmeden de orta yapabilirsiniz. Ama ben bunları yeni öğreniyorum. Bunları öğretmedilerse benim suçum ne? Ben bunları A Milli Takım'da öğrendim. Fransız çocuklar, Benzema'lar, Hatem Ben Arfa'lar bunları 15 yaşında biliyordu, ben şimdi öğreniyorum. E bana öğretmiyorlarsa suç kimde? Sonra beni onlarla kıyaslıyorlar. Beni onlarla niye kıyaslıyorsunuz ki? Benim kendi ülkemde giydiğim cekete kızıyorlar. Neymiş, özel hayatımı göz önünde yaşıyormuşum. Ben göz önünde yaşamıyorum. Üç günde bir maç oynuyorum, haftada bir kez yemeğe gidiyorum. Oraya 35 tane kamera geliyor. Kusura bakmasınlar ama 35 kamera oraya geliyor diye haftada bir kez gittiğim yemekten kaçamam yani. Giydiğim ceketi eleştireceklerse eleştirsinler. Umurumda değil. 18-19 yaşındaki çocuğun hiçbir şeyine izin vermiyorsun, sadece eleştiriyorsun. Çocuk güzel kızla gezemiyor, iyi arabaya binemiyor, kaliteli yemek yiyemiyor, psikoloğunu tutmuyorsun, iyi antrenman vermiyorsun, sonra çocuk büyük futbolcu olsun diye bekliyorsun. Olamayınca da suçluyorsun. Ben bunu kabul etmiyorum. İsteyen bana "Çok bilmişsin" desin. Peki, o çocukları oynatan nasıl oynatıyor? Fatih Hoca kimleri oynattı. Ersun Yanal, Yılmaz Vural, Tolunay Kafkas, Ertuğrul Sağlam, Abdullah Avcı, Samet Aybaba, Thomas Doll nasıl oynatıyor? Zaten artık o hocaların zamanı. Gençleri oynatanlar fark oluşturuyor. Herkes bu hocaların takımlarından bahsediyor. Çünkü bu genç çocuklar oynamak istiyor ve fırsatını bulduklarında da ellerinden gelenin en iyisini yapıyor. Ben bunlara kafamı takıp düşünsem eriyip giderim.
Baskı altındaki genç oyuncu sosyal hayata katılmak ve kendini kişisel olarak geliştirmek konusunda böylesine sağlıksız bir ortamda ne yapabilir?
Asıl mesele bu zaten. Çocuklar sosyal hayatlarını geliştirmedikleri için kendilerini sahaya da yansıtamıyor. Çünkü özgüvenleri eksik kalıyor. Sanat önemli, dizi oyuncuları önemli ama futbolcular bu halkın en önemli figürleri. Çünkü bu ülkede herkes futbol konuşuyor, futbolla yaşıyor. Bu derece önemli bir aktivitenin figürü olan 17-18 yaşındaki oyuncular sinemaya gitmeli, kız arkadaşıyla gezmeli, izin gününde gece hayatına da gitmeli. Ha, çok alkol alıyorsa uyarırsınız. Eğer oyuncu yaşayamazsa olmaz. Ben senede 50 maç oynuyorsam insanlar buna saygı duymalı. İyi oynamış, kötü oynamış önemli değil. 50 maç sahaya çıkmak dile kolay. Demek ki ben futbola aşığım, Galatasaray'a çok aşığım. Birinin bunu anlayamaması için kör olması lâzım. Arkadaşlarım doğum günümle ilgili bir DVD hazırlamış, annemin de görüşlerini almışlar. Annem "Yani" diyor, geveliyor, "Oğlum Galatasaray'ı çok seviyor" diyor, düşünüyor, "Ya her şeyi Galatasaray oğlumun" diyor. Annem bunu anlatmak istiyor. Yani ben böyle bir adamsam, futbola âşıksam, kıyafetimi çek koy, ama saatlerce programında eleştirme. Bu çocuğun annesine, babasına, kız arkadaşına lâf söyleme. Bu çocuk da insan. Ben insanların ailesiyle, kız arkadaşlarıyla ilgili konuşuyor muyum?
HERKES İŞİNİ İYİ YAPSA HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLUR
Bunları yapanlar, "Biz bu futbolcuları rahat bıraksak da işlerini daha rahat yapsalar, futbolumuz da bir adım daha ileriye gitse" diye düşünmüyor mudur sence?
Olur mu? O zaman reyting alamazlar. Sonra herkes "Türk futbolu nereye gidiyor?" diyor. Oysa herkes kendi işini iyi yapsa futbolumuz çok daha iyi yerlerde olacak. Mesela herkes hakemlere yükleniyor. Oysa hakemlerimiz bugün çok daha iyi maç yönetiyor. Onlardan çok memnunum. Tabii ki takım kaptanıyım ve tepki veriyorum ama durup baktığımda hakemlerin büyük bir gelişme gösterdiğini görüyorum. Herkes kendine bakıp düzetmeye çalışsa çok daha güzel olacak. Bir şey söyleyeyim mi, Kayserispor'la berabere kaldık, zemin de kötü ama Kayseri'de oynamak çok hoşuma gidiyor. Yöneticilerimiz, başkanlarımız 18 tane şöyle stat yapsalar da baksak futbolumuz nasıl ileri gidiyor.
Kadir Has Stadı'nda oynamak gerçekten de farklı mı?
Olmaz olur mu? Seyircinin bir "Oooo" diye bağırması bile hoşuna gidiyor insanın. Soyunma odaları harika… Bir de zeminini düzeltseler o güzelim stadın. Gerekirse 6 ay maç oynatmasınlar ama zemini düzelsin. O stadı Kayseri'ye kim yaptıysa Allah ondan razı olsun. Bursa'nın böyle bir stadı olsa ne güzel olur. O zaman Bursa'dan hiç bir takım çıkamaz.
Eğer 2016 Avrupa Şampiyonası adaylığımız kabul edilirse birbirinden güzel 6 stadımız daha olacak.
Her şehre böyle statlar lâzım. Futbolcu iyi statta iyi futbol oynar. Avrupa Şampiyonası finallerinde 10 kere oynayayım, hepsinde iyi oynarım. Top güzel, zemin güzel, atmosfer güzel, kendimi de kuvvetli hissediyorsam neden kötü oynayayım? Bu anlamda Türkiye'nin 2016 adaylığı gerçekten çok önemli ve eğer kazanırsak Türk futbolun büyük bir aşama gerçekleştirir.
Herkesin işini yapması gerektiğinden söz ettin. Statlar konusunda topu yöneticilere attın. Futbolumuzun gelişmesi için başka kimler mesleğini iyi yapmalı?
Futbolu da iyi yorumlayan insanlara ihtiyaç var. Rıdvan Dilmen iyi yorumluyor mesela. Futbolu çok iyi bildiğini hissediyorsunuz. Onu arayıp konuşuyorum. Hakan Şükür de iyi yorum yapıyor, onunla da konuşuyorum. Zeki Çol, Ömer Üründül de iyi yorumluyor. Futbolcunun psikolojisinden anlıyorlar. Ben onların hiç kimsenin kıyafetine bir şey söylediğini duymadım, hep futbolu yorumladılar. Bir Banu Yelkovan, bir Kanat Atkaya iyi yorum yapıyor. Onları izlediğinizde ya da okuduğunuzda farklı bakış açıları yakalayabiliyorsunuz. Birileri ülke futboluna katkı yapacaksa böyle yapmalı. NTV'de "Yenilsen de yensen de" diye bir program var, taraftarlar katılıyor. Ama oraya gelen taraftarlar da çok bilinçli. Onları dinlemek de hoşuma gidiyor.
Takımlarımızın uluslararası alanda belli bir noktaya kadar gelip orada tıkandığını görüyoruz. Bu tıkanma sence nereden kaynaklanıyor?
Dediğim gibi, 90 dakika iyi oynuyorsunuz ama bir anlık konsantrasyon hatasından golü yiyorsunuz. Mesela Atletico Madrid maçında taçtan gol yedik. Siz istediğiniz kadar penaltımızı vermediler diye feryat edin. Adamlar taçtan, kornerden gol yemiyor. Siz böyle gol yerseniz elenirsiniz. Ben inanıyorum ki Uğur Uçar çok iyi bir defansif oyuncu, Sabri Sarıoğlu, Gökhan Gönül, Hakan Balta da öyle… Caner'i sol bek oynatamıyoruz. Bu kadar müthiş bir sol ayağı sol bek oynatamıyoruz. Neden? Çünkü bilgi eksikliği var. Caner'in nasıl bir kumaşı var biliyor musunuz? Topa nasıl vuruyor biliyor musunuz? Her topa vurduğunda 5 dakika onu seyrediyorum. Ama nasıl oynayacağını bilememek gibi bir sorunu var. Bunu en başta da kendim için söylüyorum. Bu konuda Ayhan Akman çok iyi bir örnektir.
Evet, biliyorum. Onunla yaptığımız röportajda "Ben futbol oynamayı Lucescu döneminde öğrendim" demişti.
Ayhan Akman gerçekten iyi futbolcudur, kumaşı bellidir. Ama futbolu belli bir aşamadan sonra oynaya oynaya öğrenmiştir. Şimdi de bize öğretiyor. Emre Aşık nasıl oynuyor zannediyorsunuz? Futbolu biliyor, pozisyon alıyor, hamleyi ne zaman yapacağının farkında. Tecrübeli yani. Tecrübe, oyunu bilmek aslında. Türkiye'de oyunu ancak oynayana oynaya öğrenebiliyorsunuz. Avrupa'daki oyuncu bu bilgiyi temelden alıyor.
SAÇLARIMIZA AKLAR DÜŞTÜ
Avrupa'nın üst düzey takımlarındaki oyuncular yılda ortalama 60-70 maç oynarken, bu sayı ülkemizde 40-50 maçla sınırlı. Bu maç eksikliği bizim biraz daha geride kalmamızda bir etken midir sence?
Oradaki psikolojik şartlarla buradaki arasında dağlar kadar fark var. Sen burada bir maç kaybettiğin zaman 15 gün sokağa çıkamıyorsun. Oradaki oyuncu kaybettiği maçın ardından stadın barında bir şeyler içiyor. Bakın Sabri'nin saçlarına kaç tane beyaz var. Daha 24-25 yaşında. Benim de saçlarımda aklar oluşmaya başladı. Bunlar hayatın gerçekleri. Kafamıza takmıyoruz diye bir şey yok. Sokağa bu gerçeklerle çıkıyoruz. Evet, çok para kazanıyoruz. Peki, Chelsea'deki adam çok para kazanmıyor mu, onlar da şöhretli değil mi?
Asıl sormak istediğim, onların daha fazla maç yapıyor olmasının, karşı karşıya geldiğimizde bizim açımızdan bir dezavantaja dönüp dönüşmediği.
Onların şöyle bir avantajı var, biz senede 10 tane üst düzey maç oynuyoruz, onlar o düzeyde 50 maça çıkıyor. Tabii bu da onlara bir avantaj getiriyor.
Milli Takımımız bütün maçlarını evinde oynayacak deniliyor. Peki, sen evdeki maçlarda yeterince tribün desteği sağlandığını düşünüyor musun? Hele bazı maçlarda tribünleri coşturabilmek için stat hoparlöründen yapılan anonsların bile yetersiz kaldığını hatırlarsak… Milli Takım taraftarlığı konusunda bir sıkıntı var mı?
Yapsınlar bir Milli Takım stadı, her maçımızı orada oynayalım.
MİLLİ TAKIM STADI OLSUN
Atatürk Olimpiyat Stadı olabilir mi?
Yok, yok. O statta rakibinize baskı kuramazsınız. Futbolcu açısından keyifli bir stat değil. Mesela Şükrü Saracoğlu Stadı Milli Takım stadı olarak belirlensin, her maçımızı orada oynayalım.
Galatasaray kaptanı olarak bunu söyleyebilmen çok güzel.
E tabii… Orada oynayalım, 50-60 bin seyirciyle rakibin üzerinde bir baskı kuralım. Ya da İnönü Stadı'nı seçsinler, bütün maçlarımızı orada oynayalım. Şimdi Aslantepe projesi tamamlanıyor; orayı seçsinler. Yani rakibin üzerinde baskı kurulabilecek bir stat seçilsin ve bütün maçlarımızı orada oynayalım.
Hep aynı statta oynamanın getirdiği bir avantaj var mıdır?
Olmaz mı? Ali Sami Yen'de kendimi evimdeki yatak odasından daha rahat hissediyorum. Ali Sami Yen'deyken bana dünyanın en iyi futbolcusuyum gibi geliyor. Sanki güllerin üzerinde yürüyormuş gibi hissediyorum. Geçenlerde bir takımın yönetici "Ali Sami Yen kokuyor" demişti. Ben kazan dairesinin o kokusunu bile seviyorum. Her maç öncesi orada çay içmek benim için bir zevk. Yani alıştığınız stadın atmosferi çok önemli.
Futbol artık gerçek bir endüstri haline dönüştü. Yayın gelirleri, sponsorlar derken inanılmaz paralar dönüyor. Bu durum oyunun ruhuna nasıl yansıyor?
Para, oyunun ruhunu etkilemez. Ben gazozuna da oynasam aynı şekilde oynarım. İdman maçında bile kendimi yerlere atıyorum, kaybetmeyeyim diye. Hayatım boyunca oynarken primi düşünmedim. Çok büyük primlerin verileceği maçlar da oynadım ama parayı aklıma bile getirmedim. Oyuncuların yüzde 90'ı da böyledir. Futbolcu sadece oynayıp kazanmayı düşünür. Ben de hep parayı değil kariyeri düşündüm. Kariyer zaten size parayı da getirir.
GALATASARAY KAPTANLIĞI EN BÜYÜK ONURUM
Galatasaray kaptanlığını Türkiye için oldukça erken bir yaşta aldın. Sorumluğunun artması da seni bir vites daha yukarı taşımış görünüyor. Bu konuda ne söyleyeceksin?
Mourinho'nun çok güzel bir sözü var, "Bana baskı var mı diye soruyorlar, baskı evine ekmeye götürmeye çalışan insanların üzerinde olur" diyor. Evet, benim üzerimde baskı var ama ben bu baskıdan keyif alıyorum. Bir de şöyle bir şey var. Galatasaray taraftarı bazen bana homurdanıyor. En fazla gücüme giden de bu oluyor. Çünkü ben iyi de oynasam kötü de oynasam daima mücadele ediyorum. Babam da bana homurdandığında bozuluyorum. Çünkü ailemden biri huzursuzluk çıkarmış gibi geliyor. Galatasaray'daki homurtulara da aile içindeki huzursuzluk olarak bakıyorum. Kaptanlığa gelince, çok seviyorum. Pazubandı her taktığımda, soyunma odasından çıkarken aynaya her baktığımda içimden "Çok şükür" diyorum. Bunu yaşadığım, bu pazubandı koluma taktığım için… Dünya hayatımda yaşayabileceğim en büyük onur Galatasaray kaptanlığı. Bu konuda çocuk ruhlu düşünüyorum. Evde odama gidip pazubandıma bakıyorum. Düşünsenize, en büyük hayalinize kavuşmuşsunuz. Galatasaray kaptanlığını lâyıkıyla yaptığımdan bir gram bile şüphem yok. Hiç yakışıksız bir davranışta bulunmuyorum, çok da güzel taşıdığımı düşünüyorum. İnşallah şampiyonlukla da taçlandırırsak, kupayı kaldırdığım gün dünyanın en mutlu insanı olacağım.
Bir gün kaptan olacağını hayal ediyordun da Hakan Şükür'ün yerinde oynayacağını düşünür müydün?
Bir şey söyleyeyim mi, herkes o bölgede kötü oynadığımı düşünüyor ama ben çok iyi oynadığımı düşünüyorum. Takımım için gerekeni yaptım. Her şeyi takımım için yapıyorum zaten. Orada savaştım, topu korudum, takımımın öne çıkmasını sağlamaya çalıştım, gol de attım.
Biz klasik bölgesinin dışında oynatılmak istenen bazı oyuncuların buna razı olmadığına da şahit olmuştuk.
Ben Galatasaray'da sağ bek de oynadım. 3-5-2 sisteminde beşlinin solunda da oynadım. Ön libero, forvet arkası, kanatlar, her yerde oynadım. Bana ne görev verirlerse onu yaparım. "Otur bekle" desinler oturur beklerim. Çünkü ben Galatasaraylıyım. Ama bunun benim için ne demek olduğunu bilmiyorlar. "Galatasaray taraftarına yaranmaya çalışıyor" diyorlar. "Benim buna ihtiyacım yok" dediğimde de millet yanlış anladı. Ben bunu söylemiyorum ki. Ben ölesiye Galatasaraylıyım, ben bir Galatasaraylının düşünebileceği kadar takımımı düşünüyorum. Oynamadığım maçta taraftar gibiyim. Kendi maçımı izlerken kendime kızıyorum.
Herkes artık "Arda Avrupa'ya gitsin" diyor. Senin gelişimin açısından da bu önemli bir aşama olacak gibi görünüyor. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Şartlar oluşunca gitmek istiyorum. Yani şampiyon olduğumuz zaman gitmek istiyorum. Galatasaray taraftarı da beni orada görmek ister. "Bizim çocuğumuz Avrupa'da oynuyor" düşüncesi onlara da gurur verir. Burukluk olacaktır belki ama ben 90 yaşıma da gelsem yine Galatasaray taraftarıyım. Gitmek istiyorum çünkü bu ülke şartları beni çok zorluyor. Çok üstüme geliyorlar, sıkıyorlar, keyfimi kaçırıyorlar. Ben gülmeyi, eğlenmeyi, yaşamayı seven bir adamım. Belki Avrupa'da başaramayacağım ama denemek istiyorum. Buna şu anda gücüm de imkânım da yeteneğim de var. Ben bunu yapacağım.
Eskiden beri hayalinin Premier Lig olduğunu biliyoruz.
İngiltere'yi istiyorum. Her zaman Liverpool'da oynamak istediğimi söylüyorum. Galatasaray'a yakın çünkü. Forması kırmızı, örf ve adetleri, gelenekleri olan bir kulüp. Hayırlısı inşallah.
Evlenmek?
Hayatın ne getireceği belli olmaz. O yüzden bu konu hakkında fikir beyan etmiyorum. Sadece hayırlısı olsun diyorum. Çok hanımefendi bir kız arkadaşım var. Oturmasını, kalkmasını bilen, dünya görüşü olan, bir şeyler paylaşabildiğim bir insan. O yüzden çok mutluyum. Bana çok yardımcı oluyor. Beni hiç üzmüyor, hep işime odaklanmamı sağlıyor. Kendisi de şöhretli bir iş yaptığı için beni çok iyi anlayabiliyor. O yüzden çok huzurluyum.
İNSANLAR ARTIK ÖLMESİN
Dünya görüşü dedin de, oyuncular dünya meseleleri üzerine kafa yorma fırsatı bulabiliyor mu?
Ben bulabiliyorum. Her gün ana haber bültenlerini izliyorum. Evde pijamalarımı giyer, "ajans" dinlerim. Hatta bana gülerler, "Dede" diye. Çok isterim ki ülkemiz çok daha iyi yerlere gelsin. Mesela Anzaklar Harry Kewell'la beni barış elçisi seçmişlerdi ve o gün bir şey söylemiştim. O cümleyi de nasıl söylemiştim bilmiyorum ama çok mutlu olmuştum. "Ben bu ülkeye her baktığımda bu toprakların savaşmak için değil yaşamak için olduğunu düşünüyorum" demiştim. Geçenlerde Veda filmine gittim; orada, "Oğul sen bilmezsin, biz bu ülkeyi korurken, Kürtler, Lazlar, Çerkezler hep beraber savaştık" diye bir cümle vardı. Ya, biz kimi öldürüyoruz? Gelin hep birlikte yaşayalım, gelişen dünyaya ayak uyduralım. Doğuya her türlü yatırım yapılsın. Belki Emre ağabeyle Ayhan ağabey bana kızacaklar, çünkü özel bir şey bu ama üçümüz bir okul yaptırmak istiyoruz. Bu okulu da Doğu'da yaptıralım istiyoruz. Oralara gidiyoruz, aslan gibi insanlar var. Bu ülke hepimize yeter. Ben huzur içinde bir arada yaşayabileceğimize inanıyorum. Terör örgütünü yöneten insanların da artık böyle düşünmesi gerekiyor. Bıraksınlar kişisel çıkarları için savaşı sürdürmeyi. Savaşlar sadece silah tüccarlarının işine yarıyor. Gençler bunun farkında olsun ve kanmasınlar. Bir de "Başbakan Davos'ta stratejik hata yaptı" diyorlar. Hayır yapmadı. Orada doğruları söyledi. İsrail'in çocukları öldürdüğünü söyledi. Bunun nesi hata? Benim evde bağırmak istediklerimi söyledi. Benim sokakta arkadaşıma isyan ettiğim, üzüldüğüm, "Bu çocukları nasıl öldürürler" dediğim şeyi, gitti orada söyledi. Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bundan mutlu oldum. Bu hataysa keşke bütün hatalar böyle olsa. Burada benim siyasi olarak nerede durduğum önemli değil. Türkiye'de şöyle bir şey var; söylenen şeyin doğru olup olmadığına değil, siyasi olarak hangi tarafın söylediğine bakılıyor. Oysa kim olursa olsun karşımızdaki insanın söyledikleri bizim kişisel doğrularımızla uyuşuyorsa onu alkışlamalıyız. "İnsanlar ölmesin" demek kadar güzel bir şey olabilir mi? Hayata böyle bakmak gerekiyor.