'8-0'Lık İngiltere Maçı İçimde Kanayan Yara'

Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun efsane kalecilerinden Yaşar Duran, 8-0’lık İngiltere maçının içinde kanayan bir yara olduğunu söyledi.

Fenerbahçe, Malatyaspor ve Sarıyer formalarını giyen, 1980 ve 1990’ların ilk dönemine damga vuran kaleci Yaşar Duran TFF’nin Tam Saha dergisine konuştu.

8-0 kaybedilen İngiltere maçıyla anılmaktan dolayı kırgınlık yaşayan Yaşar Duran, futbol hayatını ve antrenörlük günlerini anlattı. Futbola Ankara Altındağspor’da başlayan ve ardından Gaziantepspor’a transfer olan Duran, "Gaziantepspor’u 1. Lig’e biz çıkardık, şampiyon olduk. 17 yaşında gittim Gaziantepspor’a ve oynamaya başladım. İki sezon oynadım orada. 1981-1982 sezonunun başında da Fenerbahçe’ye geldim. 2. Lig’deyken A Milli Takım’a seçildim. Bu Türkiye’deki ilklerdendir. Pek bilmiyorum bunu başaran var mıdır? O zaman Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe ağırlıklı bir takım vardı. 2. Lig’den Milli Takım’a seçilmek parmakla gösterilecek bir olaydı. İlk gittiğimde Fatih Hoca, Mustafa Denizli Hoca, Şenol Hoca as oyunculardı. 1979 yılında rahmetli Sabri Kiraz Hocamız beni aldı Milli Takım’a. Türkiye’de en fazla Milli Takım’a giden oyunculardan biriyim. Yıl olarak 12. Ama sayısal olarak en az milli olan kalecilerden birisiyim. O dönem çok maç yoktu. Yabancı ülkelerden özel maç teklifi bile gelmiyordu bize. Avrupa Şampiyonası olsun, Dünya Kupası olsun kolayca elenen bir takım hüviyetindeydik. Anadolu kulüplerinden Millî Takım’a seçilen oyuncuları, yönetimleri ya da başkanlar ödüllendirirlerdi. Para verirlerdi. Tabii bir ayrıcalık görüyorsun kendinde. O şehrin temsilcisi olarak Milli Takım’a seçilmek gurur verici. Ay-yıldızlı armayı taşımak herkese nasip olmuyor. Bugün İngiltere’de Wembley’de oynayamayan bir sürü oyuncu var. Çünkü Milli Takım oyuncuları oynuyor Wembley’de. Bunun gibi bir şeydi. Herkesin bir rüyası, hayaliydi." diyerek Milli Takıma nasıl seçildiğini anlattı.

FENERBAHÇE MACERASI NASIL BAŞLADI

Milli Takım’a seçilmesinin ardından transferin de gözdesi olan Yaşar Duran, birçok teklif aldığını ifade ederek, "O dönem dört büyüklerin haricinde Bursaspor ve Zonguldakspor da beni istiyordu. Ekonomik durumları çok iyiydi. Hepsi beni istiyordu. Tercihimi Fenerbahçe’den yana kullandım. Transfer hikayem de enteresandır. Fenerbahçe beni istiyor, diğer kulüpler de istiyor. Gazeteler de yazıyor. Bizim, Fenerbahçe ile maçımız vardı İstanbul’da. O maçta Fenerbahçe bize 4-0 yenilseydi küme düşüyordu. 1-0 galiptik. O zaman Gaziantepspor’da penaltıları ben atıyordum. 1-0 galipken penaltı oldu. Hocama, "Ben atmayayım. Adım Fenerbahçe ile geçiyor. Dedikodu olmasın" dedim. "Hayır, sen atacaksın" dedi.

Atamadım ben penaltıyı. Kaleci Adem kurtardı. Fenerbahçe’nin o zamanki hocası Friedel Raush’du. Adem ile hocası saha içinde tartışma yaşadı. O dönemki Başkan Ali Şen beni ofisine çağırdı transferim için. "Niye atmadın penaltıyı?" dedi bana Ben de, "Atmak istedim ama atamadım sayın başkanım" dedim. O zaman geldi sarıldı, öptü beni. Ben gerçeği söylemiştim. Öyle gerçekleşti transferim. O zaman, şimdiki gibi Bosman kanunları yok. Bonservislerimiz kulüplere bağlıydı. İstedikleri gibi rakam talep edebiliyorlardı. O şekilde gerçekleşti transferim" diyerek Fenerbahçe macerasının nasıl başladığını anlattı.

7 yıllık Fenerbahçe kariyerinde birçok kupa kazandıklarını da ifade eden Yaşar Duran, "Fenerbahçe’ye gittiğinizde Anadolu kulüplerindeki gibi rahat bir ortam göremiyorsunuz. Çok odaklanmanız lâzım. Fenerbahçe camiası ikinciliği bile kabul etmiyor, sadece şampiyonluk istiyor. Biz de her iki senede bir şampiyon olduk. Bir dönem 5 kupayı birden aldık. Branko Stankovic döneminde 5 kupa aldık. Spor Yazarları, Donanma Kupası, Türkiye Kupası, Türkiye Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı Kupası Tabii çok güzel duygulardı. İleride gurur duyabileceğiniz başarılar bunlar. O zaman sizinle yaşayan arkadaşlarınız, aileniz, komşular; basında çıkan gurur verici yazılar yüreğinizi kabartıyor. İtibar görüyorsunuz. Bir ayrıcalık görüyorsunuz. Her ne kadar o ayrıcalıklı kişiliğiniz yoksa bile; o ayrıcalığı görmek istememenize rağmen böyle davranış şekilleriyle karşılaşıyorsunuz. Hoş şeyler bunlar. Dünyanın her yerinde böyledir. Sporcular, sanatçılar bu tip hareketlere layık kişiler. O zaman da üç kulvarda yarışıyorduk. Şampiyon olduğumuz sene Bordeaux’yu elemiştik. UEFA Kupası’nda yarışa devam ediyorduk. Türkiye Ligi var, bir de Türkiye Kupası var. Bunlardan kopmuyorduk. İyi de bir takımımız vardı. İyi arkadaşlığımız vardı. Arkadaşlık çok önemlidir. 5-6 kişi birden gezerdik. Belki hepsiyle samimi olmuyorduk ama hep birlikteydik. 29 sene Türkiye Kupası’nın alınmamasına tesadüf diyebilirim. Çünkü belki lige ağırlık verdi takım belki Avrupa’ya ağırlık verdi. Gruplara katılmayı garantilemek için yedek kadro çıktı. Bu yüzden 29 sene geçti" dedi.



"EN ÇOK PENALTI ATAN, EN ÇOK KURTARAN KALECİYİM"

Fenerbahçe’nin ardından Malatyaspor’a giden ve sonrasında da Sarıyer’e transfer olan Yaşar Duran, kendisinin en çok penaltı golü atan kaleci olduğunu söyleyerek, "O dönem Malatyaspor’un yönetimi çok güçlüydü. Türkiye’nin önemli oyuncularını transfer ettiler. Ünal Karaman vardı, Metin Yıldız vardı Galatasaray’dan Feyzullah, Oktay, Levent, Eren iyi futbolculardı. İlk sezonda ligi beşinci sırada bitirdik. İkinci sezonda üçüncü olduk ve Balkan Kupası’na katıldık. Ertesi sezon Malatyaspor’dan ayrıldıp Sarıyer’e geldim. Malatya’da iki yıl kaldım. Çok mutlu günlerim geçti. Hala efsane kadro diye anılıyor o kadro Ama ertesi sezon Brezilya’dan üç oyuncu geldi. Kaleci Carlos ve Eder, Brezilya Milli Takımı’nın banko oyuncularıydı. Ama küme düştüler. Sadece şöhretli futbolcu aldılar. İyi futbolcu demeyeyim; şöhret aldılar; küme düştüler. Sarıyer’e geldim. Sarıyer’de de aynı şekilde iyi bir kadromuz vardı. Rahmetli Selçuk Yula, Beşiktaşlı Fikret Demirel, Cem Pamiroğlu, Erdal Keser, Mustafa Yücedağ, Sercan Görgülü, Cengiz Güzeltepe, Osman Yıldırım Kadromuz müthişti. Erdi ile daha sonra Fenerbahçe’de buluşmuştuk. Sarıyer’de bir beşinci, bir üçüncü bitirdik ligi. Yine aynı başarıyı tekrarlamış oldum. Bir sezonda 12 penaltının, 8’ini kurtardım. Arşivlerde vardır bu Ben Türkiye’ni en çok penaltı golü atan ve en çok penaltı kurtaran kalecisiyim Şu anda Bursaspor’un kalecisi Harun 5 penaltı üst üste kurtardı ama rekorum daha geçilemedi. Bir sezonda diyorum düşünün 12 penaltının 8’ini kurtardım. 8-10 tane penaltıdan golüm vardır. Penaltı atmak, kurtarmaktan daha zordur. Çünkü neden? Atamayınca "Kaçırdı" deniyor. Ama kaleci kurtarınca, "Kurtardı" oluyor. Atmak bence daha zor. Penaltı atmayı iyi bilirdim. Küçükken oyuncu olarak başlamıştım futbola. Oradan ayak becerisine, topa vurma becerisine sahiptim. Bir de penaltı kurtarmanın sadece bir değil, 10-15 etkeni olduğunu sayabilirim size. Daha önce hangi köşeye atmış? Sağ ayakla mı atmış, sol ayakla mı atmış? Kaleciler onları yanıltmak için sağa gider gibi yapar sola gider; sola gider gibi yapar sola gider yine Bazıları bakarak atar. Bazıları bakmadan vurur. Bazıları ayağının içini gösterir, son anda bileğini kıvırır. Bunların hepsi analiz ediliyor; edilmeli de bir kaleci tarafından Atanın da bu şekilde kaleciyi analiz etmesi lazım. Tamamen atanın ve kalecinin hissiyatları ön plana çıkmalıdır" diye konuştu.



"KALECİ YAŞAR’DIM, KOVA YAŞAR OLDUM"

8-0 kaybedilen İngiltere maçının kendisi için kanayan bir yara olduğunu ifade eden Yaşar Duran, "Çok üzgünüm bu konuda TV kanallarında, gazetelerde, röportajlarda benimle ilgili, "Ne kadar kendisiyle barışık" ifadelerini kullanıyorlar. Sağ olsunlar. Zaten öyle birisiyim. 23 yıllık futbol kariyerimde 5 şampiyonluğum var. Cumhurbaşkanlığı Kupaları var, Türkiye Kupaları var, en az gol yiyen kaleci unvanım var. En çok penaltı atmış, en çok penaltı kurtarmış, ilk Dünya Karması’na çağrılmış oyuncuyum Askerdim gidemedim. İsa gitmişti 2. Lig’den Milli Takım’a seçilmişim. Bunlar benim kariyerim. Bunların hepsi evimde kupalarım ve albümlerimde sabit. Ama duvarda. İnsanların zihniyetinde kalan tek şey İngiltere maçı Ben o İngiltere maçında çok kişiyi kurtardım. Başta federasyonu Başta antrenörü Başta futbolcu arkadaşlarımı Hepsini ben kurtardım. Fatura olduğu gibi bana çıkartıldı. Her şey bana yıkıldı. Tabii sağ olsun gazeteci arkadaşlar da bana hemen "kova" damgasını vurdular. Esasında kova bana değil, kalecilere ait genel bir tabirdir. Beklere de "Koridor oldu" derler. Benim lakabım kaleci Herkes telefonuna "Kaleci Yaşar" diye yazar. Şimdi Ahmet, Mehmet deniyor kalecilere Volkan, Muslera olarak geçiyor. Ama ben Kaleci Yaşar’dım Ama bu kova damgasını yiyeli 32 sene geçti. 1984 yılıydı. Şimdi adam 30 yaşında, 7-8 yaşındaki oğluna diyor ki; "Bu amcanı tanıdın mı? Fenerbahçe’de oynadı, Milli Takım’da oynadı ama 8 gol yedi." Böyle bir tanıştırma şekli Bu telefonda da böyle. Telefonun diğer ucunda insanlar benimle konuşurken, "Kova Yaşar" diyor Bunlar üzücü şeyler Bunlar bende yara 23 sene top oynamışım. Hayatım topla geçti. 23 sene oyunculuk Antrenörlüğü de koyarsanız 50 yıldır bu işin içindeyim. Bu işten emekli oldum. Hala sürdürüyorum bu işi Seviyorum Hayatımız futbol Futbolun içinde bir hayat oldu. Ben bundan itibar gördüm. Ben bundan evlendim. Ben bundan paralar kazandım, çocuklarımı okuttum. Bir meslek; güzel bir meslek Günde 2.5 saatini ayıracaksın. Ama şimdi mesailer 8-10 saat Eskiden meslek değildi. Kız vermezlerdi bize Şimdi meslek. Herkes ya topçu, ya popçu olmak istiyor. Sağlıklı bir yaşam içindesin. Para kazanıyorsun. Kendine ayıracağın çok zaman var. 1969-1970 sezonunda amatör olarak Ankara’da bana lisans çıktı. Dışkapı’da, 19 Mayıs Stadı’nın altında küçük odalar vardı. Kulüp takımları orada soyunur ve sahaya çıkardı. Elimde annemin verdiği filenin içindeki eşofmanlarla yürüye yürüye giderdim. En az 5 kilometre yürürdüm. İdman biterdi; küçük olduğumuz için soyunma odasını biz yıkardık. Saçımız ıslak eve giderdik. Üç sene böyle geçti Ankara’da Gaziantep’e geldiğimde üçüncü kaleciyim. 17-18 yaşındayım. Takımın en küçüğüydüm. İdmanda canı sıkılan, yorulana kadar bana şut atardı. İdman sahası toprak. Vücudumuzun her tarafı yara-bere içinde oluyordu. Yorulana kadar çalıştırırlardı bizi. "Çay söyle bana Ceketimi getir Kramponumu al" Bu tip istekleri de vardı. Ayakçılık yapardık. Para yok. Annem rahmetli Ankara’da oturuyor. Ona bakmam lazım. Okulu lisede bırakmışım. "Başaracağım" dedim. Evden 1 lira harçlık alırken Gaziantep’e gittiğimde 15 bin lira para koydum cebime. Nasıl seviniyorum. Hemen ağabeyimle teyp aldık bin liraya Bir kulaklık onda, biri bende 12 saat teyp dinleyerek Ankara’ya geldik. Şartlar bu Malzeme sıkıntısı var kulüplerde. O zaman lojmanımız Gaziantep’in dışındaydı. Kulüpte yemek çıkmazdı. Otobüslerle giderdik deplasmanlara. Otobüsün arasında yatarak giderdik maçlara Çok zor şartlardı. Benim bir resmim var. Çamurdan bir tek gözlerim gözüküyor. Böyle sahalarda çalıştık" diye konuştu.



"BENİ GALATASARAYLISI, BEŞİKTAŞLISI VE TRABZONSPORLUSU HEP SEVDİ"

Eskiden statların şimdiye oranla çok daha kötü olduğunu dile getiren Yaşar Duran, "Adana’ya Spor Yazarları Kupası’na gittiğimiz zaman ışıklandırmalı sahada oynuyoruz diye sevinirdik. 3-4 takım TSYD Kupası’nda oynuyorduk. O ışığın altında oynamak bizi acayip motive ediyordu. Acayip havaya giriyorduk. İyi oynamak için elimizden geleni yapıyorduk. Büyük sahalara gittiğimizde en iyi oyunumuzu oynardık. Çünkü futbolcular bunlara layık. İyi sahalarda oynamalılar. Futbolcunun bir defa meslek sevgisinin olması lazım. 18 yaşında Milli Takım’a gelen arkadaşlar var. Bir 18 daha oynasan 34-35 Kalecinin 38 Akıllı olacak. Şu anki şartlar sülalesini kurtarır. İyi bir yatırımla kurtarır. İyi bir yaşam koçu seçmeli Bu abisi olur, babası olur, güvendiği bir büyüğü olur Parasını da iyi değerlendirirse ömür boyu rahat eder. Bizim dönemimizde inanın eğitim eksikliği de çoktu. Ben futbolu bıraktım; kaleci antrenörüm hiç olmadı. Şimdi bu kadar güzel ortam; her şehrimizde artık statlar muazzam. Şehirlerdeki sosyal yaşam güzel. Ha İstanbul, ha Hakkari Bir antrenör ve futbolcu olarak yaşam aynı olmalı. Ev, idman sahası O kadar Başka ne yapacak? İstanbul’da oturan en fazla biraz denizi görür. Şimdi artık oyuncuları 09.00’da çağırıyoruz; akşam yemeğine kadar orada tutuyoruz. Tesisler olsun, malzeme olsun her şey müthiş gelişme içinde. Hasan Doğan Milli Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri muazzam. Buranın eski halini biliyorum. Şimdi 6 tane saha var. Teknik direktörlük kursuna burada katılıyorum. Yani futbolcu sadece işine odaklanacak. Ailesiyle düzgün bir yaşantısı olacak ve 35 yaşına kadar böyle yaşayacak. Buna katlanmayacak, zevkle yapacak. Çünkü günde 2 saat ayırıyor. Sadece 2 saat. Çift idman olsa, ki haftada iki gündür; 4 saat 20 saat kendisine kalıyor. Günü 3’e bölmeli 8’er saatten İşi, uykusu, sosyal hayatı. Şimdi her şeyin bir zorluğu var. Ne diyorlar? Bütün futbolcular o dönem fakir aile çocuklarıydı. Şimdi değişti. Zengin aile çocukları da futbol oynuyor. Ama o zaman çocukların başka kurtuluşu yoktu. Mahallede top oynuyordu. Abisi, büyüğü elinden tutup takıma yazdırıyordu. Anneler-babalar futbola karşıydı. Biz de kaçak oynardık. Ayakkabımız yırtılırdı, babamız kızardı. Annemiz çamaşırdan sebep kızardı. Sosyal aktivite yoktu. Şimdi telefonlar çıktı en başta Oyunlar çıktı Tamamen teknolojiye dayandı her şey Nasihat vermek ve söylemek çok önemli. 17-18 yaşındaki çocuk algılamıyor. O zamanki parayla şimdiki para arasında çok büyük fark var. Bu çevreyle de ilgili. Eğer benim çevremde akıllı, beni yönlendiren arkadaşlar edinmezsem olmaz. Bakar, onun yatırımı var; oraya meyillenir. Ama arkadaşları kötüyse parasını tutamaz Herkesin bir yaşam koçu olmalı. Şimdi tabii menajerlerle yaşam koçunu ayrı tutalım. Yaşam koçu babası, abisi, öğretmeni olur. Bizler çocuklarımıza kötü bir şey öğretemeyiz ki Baba sigara içiyordur; "Sigara içme oğlum" der. Para kaybetmiştir, "Paranı tut oğlum" der. Benim yöneticilerle ilişkilerim de farklıydı. Bir kişi haricinde hayatımda kimsenin ofisine gitmedim. Sadece rahmetli Hüsnü Çil’in yazıhanesine gittim. Grundig’in Genel Müdürü’ydü. O da yalnız gitmedim, 2-3 arkadaş gittik. O huyum yoktur. İdarecilerin ofislerine gideyim, sohbet edeyim. Yapan arkadaşlar vardır. Olabilir. Benim hiçbir gazeteciyle hiçbir şekilde bir alışverişim olmadı. Kimseyle ne kavgam oldu ne başka bir şey. 23 senelik futbol hayatımda 2 sarı, 1 kırmızı kartım var. Kırmızı kartta da yanlış atıldım. Sarı olması gerekirken kırmızı oldu. Federasyon bu yanlışı düzeltti sonra. Yani top oynadım, kazanınca sevindim; kaybedince üzüldüm. Futbolu bıraktım. Fenerbahçeli Yaşar olarak hala itibar görüyorum. Hoşuma da gidiyor. Kulübüm hakkında kötü konuşan birisini konuşturmadım. Kendim de konuşmadım. Şöhretten çok sevilmek önemli. Beni Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı ve Trabzonsporlusu hep sevdi. Her zaman hissettirdiler bunu. Benim için sevilmek önemli. Hangi şehre gittiysem bunu gördüm. Bu benim çok hoşuma gitti." dedi.



"ESKİDEN BOSMAN KANUNLARI YOKTU"

Fenerbahçe’ye yüksek bir bonservisle geldiğinin altını çizen Yaşar Duran, "Ben Fenerbahçe’ye geldiğimde Türkiye rekoru ile geldim. Ama o zaman Bosman kanunları yoktu. Rakam olarak Gaziantepspor benden 27 milyon lira bonservis bedeli kazandı; bir de İstanbul’da yapılan özel maçın hasılatını aldı. Ben de bir ev aldım Kurbağalıdere’de Bir de araba aldım. Biraz akrabalarıma dağıttım; para bitti. Biz o zaman araba konuşurduk. Şimdikiler çiftlik konuşuyor. 100 dönüm, 200 dönüm Yat konuşuyorlar, kat konuşuyorlar. 3 milyon Euro’dan aşağı imza atan kaleci yok neredeyse Aynı şey değil. Ben de o dönem Fenerbahçe ve Milli Takım kalecisiydim. Şimdi oynayanlar da çok yetenekli. Arz-talep meselesi. Onlar istiyor, öbürleri de veriyor. 1990’dan sonra bu rakamlar arttı. Hatta İstanbulspor’u ve Adanaspor’u alan Cem Uzan başlattı diyebilirim bu rakamları. Baya büyük bir sektör oldu dünya çapında Kıyaslama açısından sorduğunuzda rakamlar çok farklı. O dönem bize de imrenen vardı. Beni gazeteler yazdı. 27 milyon liraya ne alınır dediler. Ama ben almadım ki Kulüpler aldı. Ben bir ev aldım, bir araba aldım, para bitti diyorum. Şimdi öyle değil. 3 milyon Euro’ya neler alınır? İstediğin kadar harca. Eskiden medya da çok farklıydı. Ben hiçbir zaman soğuk bir insan olmadım. Ama şöyle düşündüm. Ben iyiysem iyi yazacak, kötüysem kötü yazacak dedim. Kimsenin ofisine gitmedim. Bu yüzden bana kızanlar da oldu. Ama o zaman gazetecilikte antrenmana çocukları gönderiyorlardı. Fotoğraf çekiyordu o çocuk. Editör de altını dolduruyordu. Bakış açısı farklıydı. Acımasızca eleştiriler vardı. Şimdi öyle değil. Neden? Şimdiki gazeteciler de kendilerini geliştirdi. Onlar da Hollanda’daki, Almanya’daki gazeteciler neler yazıyorlar diye bakıyor. Asparagas haber fazla yok. Ama ben tahmin ediyorum ki gazetecilik okullarında "Futbol nasıl yazılır?" diye bir ders yok. Herkes kafasına göre yazıyor" ifadelerini kullandı.

MİLLİ TAKIMIN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU

Milli Takım’ın şu anki durumuyla ilgili olarak da konuşan Yaşar Duran, "Benim zamanımda Milli Takım’la maça giderken, "2-0’a razıyız" diyen arkadaşları görüyordum. Uçaktasın, takım arkadaşın, "3 olur; 4 olmasın" diyor. Üzülüyordum. Böyle bir zihniyette maça çıkan futbolcunun başarısı ne olur? Tamamen tesadüfe kalır. Şerefli mağlubiyetler olur. Ama sonradan cesur antrenörler çıktı ülkemizde Başta Fatih Hoca Kazanmanın, yenmenin ne olduğunu anlattı. Futbolculara ağabeylik yaptı. Bunlara Şenol Hoca, Mustafa Hoca da dahil. Onların çok katkısı var. Fatih Hoca, kampa Amerikalıları getirdi. Turnuvalar oynattı. Özgüven verdi. Gençlere önem verdi. Bugün yöneticiler de kendilerini yeniledi federasyonda Bugün bütün takımlara bakın, şehirlere bakın, yönetimlere, tesislere bakın Muazzam statlar, muazzam tesisler. Artı yayıncı kuruluş rakamları çok yükseldi. İlerlemek için imalat lazım. Üretkenlik olması lazım. Bu üretkenliği Fatih Hoca iş başındayken çok ilerlettik. Ben 1994 mezunuyum. İlk kaleci antrenörlerinden biriyim. Kaleciler yalnız adamlar. Diğer oyuncular kaçırabilir, yanlış pas atabilir. Kaleci skor adamıdır. Yediği zaman tabela değişiyor. Onun için her zaman iyi bir psikoloğa ihtiyacı var. İyi psikolog kimdir? Başta çocuğudur Aile yaşantısıdır. Karısıdır, babasıdır, annesidir, kardeşidir Sonra hocasıdır. Yani kaleci antrenörü; "Hadi aslanım Olabilir. Yiyebilirsin sen bu golü. Sen çok kurtardın bizi. Devam et. Biz sana güveniyoruz" demelidir. Programlı antrenmanları da yaptırırlarsa kaleci yenecek golü yer; yenmeyecek olanı yemez. Kendine özgüveni oluşmuştur. Arkadaşları da "Yaşar bunu yemez, çaprazdan yemez" diye düşünür. Her zaman başarılı olurlar. Bizim zamanımızda yoktu ama bizden sonra da olmayacak diye bir şey yok. Ben de bunların öncülerinden biriyim. İşimi de seviyorum. Bildiğin işi yapacaksın. Bu ticarette de böyle. Bardak satarken deri işine girersen iflas edersin. İdolüm olan kaleciler var. Brezilya Milli Takımı’nın kalecisi Felix Çok az seyrettim. Sepp Maier, Dino Zoff Hatta Lev Yaşin’le tokalaşma şansına da eriştim. Ama seyretmedim Son zamanlarda Juventus’un kalecisi Buffon’u beğeniyorum. Türkiye’de şu anda milli kaleciler çok formda. Volkan Babacan, Volkan Demirel, Onur Kıvrak çok formda. Beşiktaşlı Tolga Zengin çok iyi kaleci Yabancı olarak Muslera Geçen sezon Serkan Kırıntılı çok formdaydı. Konumuz kalecilik. Yabancı kalecilik var evet ama hepsi de iyi kaleci değil. Birkaç ismi kenara koyarsak iyi değil. İtalya’da bir ara yabancı kaleci yasağı vardı. Bu yasak Türkiye’de de uygulanabilir." diye konuştu.

Galatasaraylı Tarık Hodziç’in kendisine çok şansı tuttuğunu da ifade eden Duran, "Gol kralı olmuştu. Sonrasında Sarıyer’e gitmişti. Sarıyer’e karşı oynadığımız bir maçta, "Hocam beni oynat, Yaşar’a şansım tutuyor" demiş Hocası da oynatmış. Seremonide yan yana giderken "Kardeş bugün sana iki tane" dedi Ben de, "Eskidendi o" dedim. Attı o gün iki tane Vardı şansı tutan oyuncular. Benim de şansımın tuttuğu oyuncular vardı. Onlar da bana atamazlardı. Ben kimlerle oynadım Hiç korkmadım. Sokrates’lere karşı oynadım. Bir tek Platini yoktu; Bordeaux maçında oynadım. Tigana’lar vardı. Korkum yoktu. Güzel gol atmışsa, "Helal olsun" demişimdir. Çünkü ben bir maçı 270 dakika yaşarım. Maçtan önce rakibimi göz önüne getirirdim. 90 dakika maç oynardım. Maç sonu da, "Ne yaptım" diye düşünürdüm. Korkum yoktu ama beğendiğim çok oyuncu vardı." diyerek sözlerini noktaladı

Kaynak: İHA